SELÇUKLU-OSMANLI TARİHİ MÜSLÜMAN TÜRK TARİHİDİR

SELÇUKLU-OSMANLI TARİHİ MÜSLÜMAN TÜRK TARİHİDİR.

Necdet ÖZKAYA

 

18 Ağustos 2009

Prof.Dr. Nurullah Aydın’la yapılan bir mülakatı yayınlanmış. Nurullah Aydın’ı yakından tanımıyorum. Kendisini bir iki seminerde dinlemiştim. Karşılıklı hiç konuşmamız olmadı.

Ama sosyal ve siyasi alanlarda ciddi kitapları olduğunu da biliyorum.

N.Aydın,

“Kürt açılımı girişimi bir ABD-İngiltere ve İsrail projesidir” diyor.

Daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük sloganına sığınan AKP, Türk milletinin ortak dokusunu parçalıyor. Devlet kurumları arasındaki güvensizliği körüklüyor. ABD’nin yüz yıllık rüyası, İngilizlerin hayali gerçekleşiyor.

Kitlesel zihin çökertme silahına dikkat! Türk devletinin DNA’ları ile oynuyor.

“Çoklu zekâ” adıyla beyin çökertme yöntemleri itibarlı tez konusu olarak üniversiteleri ve MEB içerisinde yerleştirildi. Türk sosyal müfredatımızın aleyhinde kampanya başlat, genel kabul görecek simge, sözcük seç, yıkılacak olan bu imiş gibi imaj yarat. (Seçilen sözcük, ezberci eğitim!)

 

23.08.2009-Dörtyol

Cumhuriyet Bilim - Teknoloji dergisinde çoğu zamandan beri takip ettiğim bir isim var. Doğan Kuban Kültür Okulları ve Kültür Üniversitesinin kurucusu fehamettin Akıngüç’ün yakın arkadaşı. Akıngüc’ün Doğan Kuban’la ilgili anlattıkları aklımda doğru kaldı ise mühendis, belki de mimar.

“Ulusal Kimliğin Doğal ve Vazgeçilmez Bileşenleri” başlıklı bir yazısı var. Derginin 21.08.2009/1170 Sayısı.

“Türkleşmek bir tür batılılaşmadır. Yani kendimizi Hıristiyan Batılı’nın bizi gördüğü gibi görmeye başlamaktır. Batılı, gerçi Türkü Hıristiyan-Müslüman karşıtlığı içinde gördü, fakat Türk’ü hiçbir zaman Arap ve İranlının statüsüne de çıkarmadı.”

Kim hangi ırktan, dilden, soydan gelmiş olursa olsun Türkiye’de yaşayan toplumun milli kimliğini derin tarih oluşturulmuştur.  Bin yıldır beraber yaşıyoruz. Bu tarihinin adı Türk tarihidir.

Türkçe konuşan Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Kumanlar, Kazaklar, Peçenekler, Guzlar, Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Osmanlılar, çeşitli Türkmen boyları İslamlığı kabulden önce de sonra da tarihi kimlikleri Türk olan toplumlardı.

Selçuklu-Osmanlı tarihi Müslüman Türk tarihidir.

Osmanlıca adlandırılan bir dille yazılan Arapça, farsça, Türkçe vb. dillerden oluşan bir edebiyat ve ilim dili vardır. Arapça, farsça ağırlıklıdır. Yüzdesi çok yüksek olmayan bir zümrenin, münevverin dilidir. Bu dile rağmen Türkçe yok olmamış. Hatta zaman zaman baş kaldırmak eyleminde de bulunmuştur.

Canlanması, resmi hayata egemen olması 19. Yılın 2. yarısından itibaren başlamıştır.

Cumhuriyet döneminde, çağdaş tanrı kavramı ifade edecek kadar zenginleşmiş bir Türkçe vardır. Artık halkın diline mal olmuş, Türkçeleşmiş Arapça, farsça soylu kelimeleri yok etmenin anlamı kalmamıştır. Bugün Türk aydınları arasında bir zamanlar çok şiddetli kavgalara sebep olan dil kavgası uzlaşmayla sonuçlanmıştır. Değil kavgasının taraftarı olan yazarlar ortak kelime, kavram ve metinlerle düşünüp yazıyorlar.

Çok büyük ve önemli bir iddia, bir sav:

“Türk halkı İslam dünyasının en önde gelen toplumu olduğunu kanıtladıysa bunu Türkçe yapmıştır.”

Kuban’ın çok önemli bir tespit ise “Türkiye düşmanları tarafından kurcalanan Türk-Osmanlı ikilemi var. Bu tam bir yalandır.”

“Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik,

 Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik.”

Cumhuriyetin ilk günlerinden başlayarak, bu günlere kadar, edebiyat öğretmenlerinin Türk çocuklarına övünerek okudukları, okuttukları şiirlerden biridir bu. Osmanlı döneminin iftihar tablosudur. Keza tarih öğretmenleri bıkmadan, usanmadan büyük devletimizin büyüme ve yükselme dönemlerini çok büyük bir zevkle anlattılar. Öyle hocaları vardı ki o şeref ve övünç tablolarını anlatırken bu öğrencilerinin ayaklarını yerden keserlerdi.

Osmanlı’nın dönem dönem Türkçeyi ve Türk’ü dışladığı doğrudur.

Nihal Atsız Bey’in tarih konusunda ki görüşünü benimsiyorum. Bu konudaki kargaşayı sona erdirecek olan da bu görüştür. Başlangıçtan bu tarafa kesintisiz akıp gelen bir Türk tarihi vardır. Rejimler ve hanedanlara göre tarih anlayışını terk etmeliyiz.

Mustafa Kemal’in bir diğer söyleyişle Cumhuriyet okulunun tarih anlayışı budur. Hunlar, Göktürkler, Karahanlılar, Selçuklular, Osmanlılar hep bu sürüp gelen Türk tarihi içinde okumak, okutmak görüşünde ısrar etmeliyiz.

Atatürk’ün Türk tarihini ve dilini ön plana çıkartması da bir bakıma batılılaşmanın bir adımı olarak bakmak gerekir. Batılı milletler tarihlerine böyle bakıyorlar ve Osmanlıyı da hep Türk olarak biliyorlar.

Bugün bir Türk dünyanın dört bir köşesinde “Türk” olduğunu söylediği zaman, aynı zamanda Müslüman olarak da algılanmış oluyor.

Çok dikkate değer bir tespit de şu: Hıristiyan-Müslüman karşıtlığı ve çekişmesi, kavgası içinde hedefteki millet biz Türk’üz. Batılı Anadolu’dan Asya ortalarına sürmeye çalıştığı Müslümanlar değil, Türklerdi. Başardığı takdirde işi bitirecektir. Nitekim Balkanlardaki ve Rumeli’deki Türk yok edilince, Müslümanlar önemsenmeyecek bir varlığa düştüler.

Tablonun veya dengelerin öteki tarafında İslamcı dünya görüşüne sahip olduğu sayılan kimseler içinde de iflah olmaz bir Türk düşmanlığı var.

Batılı Hıristiyanlık adına, öteki İslam adına, Türk’e, Türklüğe, Türkiye Cumhuriyeti devletine düşmanlık yapmaktadırlar.

Bahçeli, MGK’ya Mondros’u hatırlattı:

Cumhurbaşkanı ve Başbakanın savunduğu görüşlerin bir yüksek kurulda konuşulmasının, konuyu meşru ve milli hale getirmediğini kaydeden Bahçeli,

“Mondros Mütarekesinin de devlet yönetiminin rızası ile hayat bulduğu bir gerçektir” dedi. Milliyet, 22 Ağustos 2009

Saçılım ve “Entel”ler yazısı ile Mümtaz Soysal, eski yoldaşlarını iyice hırpalayan bir yazı yazmış, Cumhuriyetin 22 Ağustos tarihli nüshasında;

“Daha da şaşırtıcı, üzücü ve hatta acındırıcı olan yarım kalışları dolayısıyla “entel” sıfatını hak eden bu tayfanın ne yazık ki, eski soldan, hem de onun aşırı ve en sol kanatlarından kalıntı olmasıdır. Etnisite kavramının ve etnik hak kavgalarının “mikro-milliyetçilik” alanına girdiği ve en önemlisi, “klasik” denilebilecek sol açısından son derece ayıp sayıldığını en iyi onların bilmesi gerekir”.

Emre Kongar,

“Kürt açılımı” ismi, bu projenin bir etnik grup ya da bir millet adına yapıldığı izlenimi veriyor. Yani temelinde “Milliyetçilik ideolojisi” yatıyor.

Konuya bir ırk ya da bir millet adına yaklaştığınız zaman, o toplumda yaşayan öteki ırkların, milliyetlerin de gündeme gelmesi kaçınılmazdır.

Böyle bir ismin birleştirici ve sorun çözücü olmasını beklemek hayalperestliktir.

Nitekim MHP’nin tepkileri, yapılan bu yanlışın doğal, normal ve beklenen sonuçlarıdır.

Kürt açılımının ayrıştırıcı etkisini dini referanslar kullanarak kapatmanın mümkün olamayacağını düşünüyorum.

                                                                                  23.8.2009-Dörtyol

MHP sözcüleri, açılıma sert tepkiler vermeğe devam ediyorlar. Mehmet Şandır’a telefon ettim. “Kürt açılımına karşı yaptığınız muhalefeti destekliyoruz. Hükümet ve medyanın büyük bölümü, MHP’yi yalnızlaştırma” politikası takip ediyorlar. Hatta PKK ile eş tavır takınıldığını söyleyenler de çıkabilir demiştim. Onun için sivil toplam kuruluşlarını, milliyetçi-ülkücü aydınları harekete geçirmek gerekir. Toplumsal bir muhalefete dönüştürmede MHP önderlik yapabilir demiştim.

Nitekim bugünkü gazetelerde (23.8.2009) hükümet ve AKP sözcüleri eveliye geveliye bunları ifade ediyorlar.

Şandır, “25 yıl dağda gezenlere Türkiye’yi böldürmek istiyorsanız, buna bütün gücümüzle karşı çıkacağımızı ifade ediyoruz. Bu projeyi milletimizle birlikte engelleyeceğiz”.

Milleti devreye koymak gerekir. Şiddete, teröre ve bir iç çatışmaya dönüştürmeden toplumsal muhalefet. Demokratik, meşru ve hukuki zeminlerde bir milli duruş. Daha doğru bir ifadeyle milletin duruşu!

Sabır taşını çatlatmamak gerekir. MHP genel başkanı bir sabır taşı gibi davranmış. Hatta milliyetçi ve ülkücü çevrelerden gelen tepkilere rağmen Devlet Bahçeli iç barışı ve millet bütünlüğünü zedelenmemesi için çok edilgen davranmıştır.

Güneri Cıvaoğlu, dünkü (22 Ağustos) yazısında “Devlet Bahçeli, MHP genel başkanı seçildiği ilk günden buyana bu partinin genç kuşaklarını sokaktan, şiddetten koparmaya uzak tutmaya özen gösterdi.

Böyle tanımlar ve karşılaştırmalarda Türkeş’e ve Türkeş’in yönetimindeki MHP’ye karşı haksızlık yapılmaktadır. Bunun önemli kanıtlarından bir kaçını Taha Akyol Milliyetteki dünkü yazısında veriyor.

Mesela;

“Kürt aşiretleri hakkında sosyolojik tetkikler adlı Ziya Gökalp’in eserini 1977 de merhum Türkeş’ten duymuştum.”

Vefatından önce Türkeş, defalarca Gökalp’in Haziran 1922 de küçük mecmuada yazdıklarını kamuoyuna hatırlattı;

“Kürtleri sevmeyen bir Kürt varsa, Türk değildir, Türkleri sevmeyen bir Kürt varsa Kürt değildir.”

Kürtlerle ilgili yazdığı yazıdan dolayı Nihal Atsız beyle arasının açıldığını o dönemin MHP’lileri ve ülkücüleri bilirler. “Atsız’ın cenaze namazına Türkeş’in bundan dolayı katılmadığı da söylenmiştir.

Faruk Bildirici’nin Yemin Gecesi adlı kitabında anlattığına göre; kanın gövdeyi götürdüğü 1922 de Leyla Zana’nın bulunduğu DEP heyetinin görüşme talebini Başbakan reddetmiş, Erdal İnönü, Ecevit, Erbakan ve Türkeş kabul etmişti. DEP’lilere Türkeş’in söyledikleri:

“Biz 900 yıldır kardeşiz. Benim yeğenlerim Kürt’tür. Kız kardeşim Kürt’le evlidir. Bizim birbirimizden ayrılmamız mümkün değildir.”

Türkeş, ülkücüleri disiplin içinde tutacağını DEP’lilerin de tabanlarına hâkim olması gerektiğini belirterek sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Size telefon numaramı veriyorum. Eğer bir olay çıkarsa öncelikle beni arayın. Yirmi dört saat arayabilirsiniz. Bize düşen, Türkiye’yi dış güçlerin müdahale edebileceği bir iç savaş alanı olmaktan çıkartmaktadır”

Taha Akyol’un yazdığına göre;

Devlet Bahçeli, bazı Kürt aşiret reislerini davet edip görüşmüş. Onlara sormuş:

“Senin gelinin Türk, senin damadın Türk torunlar nasıl bölünecek!”

Öcalan “müzakere benimle yürütülmeli” diyor. Herkese her kuruma, Devlet Bahçeli’ye, orduya meydan okuyor.

Çatışma sonradan çıkar. Fransız ihtilalinde olduğu gibi.

40 milyon Kürt ayağa kalkar!

Ordu kendisine güvenmesin.

Bahçeli çok konuşuyor.

Af mı? Sorun bu değil ki. Benim af edilip edilmem sorun değil, asıl mesele lütufta bulunduklarını mı sanıyorlar? Bunlar sorunun ciddiyetini anlamıyorlar. Pazarlık değil, toplumsal bir uzlaşı veya müzakere olacak!

Pazarlık yapılmadan nasıl müzakere ve uzlaşma olacak?

Kürtçü liderlerin ve AKP hükümetinin takip ettikleri politikalarla, Türkeş’in korktuğu başımıza gelmiştir.

 Birçok konuda olduğu gibi Kürtçü ayaklanmalarda dış güçlerin müdahale edebilecekleri bir iç savaşa doğru bir Türkiye var! 

Kürt milliyetçiliği uyandırmaya, halinde ahvalinden memnun olan Kürt vatandaşlarını bile kışkırtıcı bir hal aldı.

“Kürt ateşi” ister istemez Kürt olmayan yurttaşlarımızı korkutuyor, ürkütüyor.

“Ne oluyoruz?”

Sorusunu olanca şiddetiyle gündeme getiriyor.

Türk milliyetçiliğini “ırkçı”lık diye niteleyerek, “kavmiyetçilik”i islama aykırı sayan “Erbakan’cı ekol” öteden beri başta Kürtler olmak üzere diğer halkların milliyetçiliğini masum, mübah, hatta bugün olduğu gibi Kürtçülüğü yücelten gelişmesi için çaba ve gayret gösterilmiştir.

Siyasetin ve siyasi duruşun kendine mahsus tenakuzları her şeye rağmen iktidarda kalma arzusu ve güdüsü.

 

                                                                                              25.8.2009- Dörtyol

2009 yılı Ramazanın beşinci günündeyiz. Dörtyol’da Ağustos sıcağı toprağı kaynatıyor. Kıble yönünde deniz, kuzeyimizde, kuzey batımızda Amanos dağları, yeşil mi yeşil. Havanın açık yani rutubetin en düşük oranda olduğu saatlerde dağlar yanı başımızdaymış duygusunu veriyor.

1975 yılında Ankara’ya Adana’dan gitmiştir. O yıldan beri Akdeniz’de oruç tutmadık, ramazanı yaşamadık. Bu yıl Ramazan yazlık döneminin bitimine on gün kala geldi. Yazlıklarda evler genellikle Eylülün birinci haftasında kapanır. Kışlıklara dönüş başlar. Ramazan’ın bu yıl 21 Ağustosta başlamasından ötürü bir kısım evler alışılmış tarihten önce kışlık evlerine döndüler.

Ama akşamların nemi, rutubeti kalmadı. Dışarıda rahatça oturmak mümkün. Sitede bizim eve yakın komşularla sohbet ediyor, maçların yayınlandığı akşamlarda televizyondan futbol izliyoruz. Teravih namazlarına bir-iki arkadaşla birlikte gidiyoruz. Siteye yakın camilerde sırayla gidip namazlarımızı eda ediyoruz. Dörtyol’da genellikle dört rekât yerine teravihler iki rekât olarak kılınıyor.

Camilerde çocuk ve gençlerin sayısı göze çarpacak kadar fazlalaşmış.

Dün Hüseyin Polat’la Ceyhan’dan Dörtyol’a dönerken serbest bölge yolunu geçtik. Yukarı ve aşağı Burnaz köylerine de uğradık. Öğle namazını Aşağı Burnaz Köyünde kıldık. Alabildiğince narenciye bahçeleri bu verimli toprakları kaplamış.

Bu narenciye bahçelerini, verimli toprakları ve bol su kaynaklarını bekleyen büyük bir tehlike var. Sanayi bölgesi olarak kalkınma planlarında yer almış olması.

Vaktiyle Çukurova’nın en verimli ekin alanları fabrikalarla rezil edilmişti. Şimdi aynı oyun Erzin’in, Dörtyol’un başına gelmek üzere. Payas’ı yaşanmaz duruma sokan Demir çelik tesislerinden bile örnek almadan; denizi ve çevreyi kirletecek teşebbüslerde bulunmak bize mahsus bir tavır olsa gerek.

Yolda, gökyüzünde öbek öbek kuşlar gördük. Leyleklerdi. Onlar da göçüyordu.

Geçen yıl İskenderun’daki Migros mağazasında alış veriş yaparken, kitap bölümünde eski Türk romanlarının allanıp, pullanıp satışa çıkartıldığını görmüştüm.

Mizancı Mehmet Murat beyin Turfanda mı Turfa m? Sami Paşazade’nin Sergüzeşt, Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası, Ahmet Mithat Efendi’nin Dürdane Hanım’ını satın almıştım.

Zavallı Necdet de satın altığımız kitapların arasındaydı. Satvet Nezihi’nin eseriydi. Bu yaz onu okuduktan sonra Ahmet Mithat Efendi’nin Dürdane Hanım’ını okumaya başladım.

Eskiden okuduğumuz bir kitabı seneler, seneler sonrası okuyunca, eski dostlardan biriyle karşılaşmış gibi oluyorsunuz.

“Dürdane Hanım”da olay içinde olaylar. Konuyla ilgisi olmayan birçok olay varmış gibi görünüyor. Mekân, hakkında geniş bilgiler veriyor. Galata-Beyoğlu ile ilgili anlattıkları tam anlamı ile sosyal bir tarih dersi. O dönemin meyhaneleri, sokakları, caddeleri buralarda asayiş, can, mal güvenliği.

Asayişle ilgili o dönemde cereyan eden olaylar, günümüz İstanbul’unda her gün meydana geliyor. Günlük gazetelere bakıyorum. Gasp, soygun, dolandırıcılık, cinayet vb. hikâyeler, adeta A.Mithat Efendi’nin romanlarının devamı gibi.

                                     

 26 Ağustos BüyükTaarruz

57. Tümen’in komutanı Albay Reşat Bey, “yarım saat içinde Çiğil tepe’nin alınacağı sözünü Başkumandan M.Kemal paşaya söz vermiştir. Çiğil tepe ele geçirilmiş, fakat süre biraz uzamıştır. Verdiği sözü tutamamanın utancı ve üzüntüsü içinde intihar etmiştir.”

Zaferden sonra (30 Ağustos) Yakup Şevket paşa, Mustafa Kemal’e şunları söylemiştir. “Paşam! Sen haklı çıktın! Ver elini öpeyim!” Mustafa Kemal; “Estağfurullah! Ben sizin ellerinizden öperim”. Yakup Şevki:

“Bu zafer senin azmin sayesinde kazanıldı.” M.Kemal: “Hayır paşam! Bu zafer, milletin gayreti, sizin emeklerinizle kazanıldı. Bu zafer hepinizin!” diye cevap verdi. Yakup Şevki:”Sana son bir kez daha itiraz edeceğim. Benim gibilere kalsa, daha yerimizde sayıyorduk. Sen bu millete Allah’ın bir lütfusun!”

 

30 Ağustos zaferi, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunun esasıdır.

                                                                                                          26.9.2009-Dörtyol

Zafer haftası-26 Ağustos-30 Ağustos. Bu hafta münasebetiyle Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ, “Kürt açılımı” konusunda TSK’nın görüşlerini açıkladı; TSK’nın terörle mücadelede güvenlik alanının dışındaki kırmızı çizgilerini sıraladı:

TSK terör örgütüyle, destekçileriyle ilişki kurmaz.

TSK ulus devlet ve üniter devlet yapısına zarar verilmesini kabul edemez.

TSK kültürel farklılıkların siyasallaştırılmasını mevcut içinde mümkün görmez.(ya yeni anayasa içinde mümkün görür mü?)

TSK tartışılacak konuların, devletin çatışma ortamına sokmayacak konular olmasına inanır.

Cumhuriyet (26 Ağustos 2009) teki köşesinde İlhan Selçuk’un 19 Şubat 2008 tarihli yazısı yeniden yayınlandı:

“Türkiye Cumhuriyeti başkalaşıyor.”

“Değişim doğanın yasasıdır.”

Değişme iki yönlü olabilir.

İyiye ya da kötüye doğru…

Mustafa Kemal, Osmanlı subayıydı. Çağdaş Cumhuriyetin kurucusu oldu…

Galileo, Kont, Einstein gibi insanların yaşamları, beyinsel değişimin, dönüşümün, üretimin örnekleri olarak bizlere çok şey öğretir…

Her şey değişir.

İnsan ve toplum.

İnsan da değişir.

Toplum da…

Türkiye son yıllarda birdenbire değişiverdi.

İnsanlar da toplum da sanki değişmiyor, başkalaşıyor.

                                         *****

Fransız Kafka’nın ünlü roman kahramanı Gregor Samsa bir sabah uyandığında kendisini yatağında sırtüstü yatan bir hamam böceğine dönmüş olarak bulur.

“Kafka’nın buluşu özgün müdür?”sorusunu soran Selçuk… Türk ve batılı masallardan verdiği örneklerle bunun cevabını veriyor.

Milliyet’te Hasan Cemal’i okuyunca İlhan Selçuk’a hak verdim. Gerçekten Hasan Cemal ve benzerleri değişmemişler, geçmişleriyle tanınmayacak kadar değişmişler yani başkalaşmışlar.

Hasan Cemal’in yazısının başlığını görünce siz de bana hak verirsiniz.

Asıl bölücülüğü Baykal’la Bahçeli yapıyor. Kürtleri de, Türkleri de kışkırtıyorlar! Bununla da yetinmeyip “askeri de kışkırtıyorlar!”

“Baykal’la Bahçeli barışın değil savaşın dilini seviyorlar ve Türkiye’yi iyilik değil, kötülük yapıyorlar. (Milliyet, 26 Ağustos 2009)

Hasan Cemal’in kafasında Apo ne bölücüdür ne de katil.

PKK’da bölücülüğü değil, Baykal ve Devlet Bahçeli ikilisine karşı vatanın ve milletin bütünlüğünü savunan silahlı bir örgüttür.

PKK ile organik bağı bulunan DTP barıştan ve huzurdan yanadır.

Milliyetteki bir habere göre “demokratik açılım” PKK yorumu: “Ak parti projesi inandırıcı değil.

DTP ise aynı konuda şöyle düşünüyor:

İşi “ Ak parti zorlaştırıyor.”

MGK bildirisinden ve Genelkurmay’ın açıklamasından anlaşılacağı üzere AKP’nin açılım dediği şey aslında bilinen resmi söylemin allanıp pullanmasından ibaret kalmaya adaydır” dedikten sonra bu tavır ve tutumları dolayısıyla kaybedecek olan AKP olacaktır!” diyor. (Milliyet 26.8.2009)

                                                           ****

Yeniçağ (26 Ağustos 2009) Selcan Taşçı adlı bayan yazar, bizim allame geçinen Taha Akyol’u fena hırpalamış.

“Kürt meselesini Cumhuriyet tarihinin 80 yılının içine hapseden Taha Akyol bölgedeki aşiret, toprak, uyuşturucu, din ve terör ağalarının ayaklanmalarının “kültürel haklar”dan kaynaklandığını mı düşünüyor?”

Bundan en az iki asır öncesinde, mesela 1806 da başlayan Bakanzade, Mir Muhammed, Bedirhan, Şeyh Übeydullah, Molla Selim, Şeyh Sabahattin,Çeto,Koçgin, Bezcenci’nin de bulunduğu en az otuz “isyankar”ın ve ayaklanmaların defterlerini bir karıştırın bakalım;

Hangisi “sosyal, kültürel, siyasi hakların peşinde koşmuş? Hangisi “ana dilde eğitim” için ayaklanmış? Hangisi “Kürt kimliğini yeterinde vurgulanmadığı” için kendini dağlara vurmuş”

“Osmanlı İmparatorluğunda “devlete zeval gelmesin” diyerek Türk milli kimliğini törpüleyen idari anlayış içinde kendilerini ikinci sınıf hissetmişlerdi. Belirttikten sonra çok önemli bir konuya temas ederek şu suali soruyor Selcan Taşçı:

“II. Abdülhamit’in Hamidiye alayları ile başlattığı “Kürt açılımı” ve onun tamamlayıcısı olan “Aşiret Mektepleri”nin yegâne meyvesi neden devletin karşısına dikilen “eğitimli ağa çocukları olmuştur?

Bugüne kadar hiç ağaya, şeyhe karşı ayaklananı rivayet dahi olsa işittiniz mi?

Feodalite denilen çarpık bir hükümranlık bir modeli ve bu modelin insanı kökleştirerek “üretim aracı” haline getiren “çalışıp kazandırmaya programlaştırılan roketatara dönüştüren, toprağın sağladığı zenginlikle merkezi otoriteye meydan okuma cüreti kazandıran bu sistemin devlette yegâne aidiyet bağı “ menfaat” olduğu için ihanete, düşmanla işbirliğine, sırtından vurmaya, ayaklanmaya ne kadar müsait bir ortam yaratabildiğine şahit değil miyiz hep birlikte? Ortada böyle bir şahadet varken meseleyi 80 yıllık bir kimlik sorunu diyerek, “bölücü planın öngördüğü kılığa sokmak ne ola?”

….Bilgisizliğin bu kadarı ancak cehaletle mümkün olur. Veya bu denli cehalet ancak tahsille mümkün olur!

Kürt açılımı,

Demokratik açılım derken,

Ortaya çıkan tepkiler…

CHP ve MHP’nin büyük direnişi ve sert muhalefeti Genelkurmay Başkanının zafer haftası dolayısıyla “açılım”la ilgili yazılı açıklaması Başbakan’a siyaseten sıkıştığı her dönemde yaptığını bu kere de yaptırdı:

“Üniter yapımız üzerinde spekülasyona izin vermeyiz.” Çünkü bu üniter yapının oluşabilmesi için yıllar yılı verilmiş bir mücadele var” dediğini gazetelerden öğreniyoruz.

Hürriyet’te yer alan bir başka haberde ise sanayi ve ticaret bakanı Nihat Ergün;

“Ben katıksız Türküm, Sünni, Müslüman ve Türküm. Resmi dil Türkçedir. İkinci bir resmi dil olmayacak”

Bakanın bu sözlerini okuyunca sevindim. AKP’de bu açılım siyasetinden zorlama yaparsa kendi içinde de itirazlarla karşılaşacağı bu açıklamalardan anlaşılıyor.

Bekir Coşkun;

“Kürtler” diye bir yazı yazmış. (Hürriyet 17.8.2009) Yazıdan alıntılar yapmayı düşünmüştüm. Sonra yazıyı kesip deftere yapıştırmaya karar verdim.

“Açılım”ın en önemli yararlarından ve sonuçlarından biri, galiba yegâne faydası Devlet Bahçeli’yi açmış olması oldu.

Ayda yılda bir Ankara dışına çıkan Devlet Bahçeli her hafta bir başka il kongresine gitmeye başladı. Hemen her gün konuyla ilgili görüşlerini yazılı ve sözlü olarak açıklamaya devam ediyor.

Bunlardan daha da önemlisi, siyasi hayatında ilk olarak Devlet Bahçeli konferans verecek. Hürriyet’in (27 Ağustos 2009) verdiği habere göre MHP genel başkanı Devlet Bahçeli, Cumartesi günü 15.00 de “çözülen ülke Türkiye ve ülkümüz” başlıklı bir konferans verecek.

 

You have no rights to post comments

An itibariyle ziyaretci sayısı:

133 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi