Dr.Mahmut Rişvanoğlu

HER ŞEYİMİZ VAR AMA KAHRAMANIMIZ YOK

Dr. Mahmut RİŞVANOĞLU

Türkiye'nin AB karşısında kelimenin tam ve hakiki manasıyla toplumsal bir "katalepsi" (psikolojik kilitlenme) hali yaşamakta olduğu söylemekle, mübalağa etmiş değil, sadece çıplak bir gerçeği çıplak bir şekilde dile getirmiş olurum. Meselenin vahametini idrak edebilmiş bir avuç - evet ne yazık ve ne ayıp ki gerçekten "bir avuç" insanın büyük bir azim ve gayretle, basın yayın yolu ve bu hususta yazdıkları kitaplar yoluyla giriştiği ikaz ve irşad mücadelesi artık kitlesel bir kaymaya dönüşen bu yönelişi durdurmaya yetmiyor; yetmiyor, zira milli aydınların muhalefeti güçlü bir siyasi muhalefete dönüştürülmedikçe kitleler üzerinde olması lazım gelen nispette bir tesirin oluşmamış olması mümkün değildir.

Her isteyene eyvallah desek de, her emrolunana baş kesip boyun eğerek, sömürge memurları gibi önlerinde iliklerimiz ilikleyip esas duruş ta dursakta, bazı isteklerine karşı - kamımızdan konuşarak- çıksakta, kaderimizi "yed-i kudretinde" tutan batılı cenap lordlarımız tarafından lütfen ve tenezzül en kerem buyrulup velev ki kapı önündeki bir kulübe olsa dahi AB 'nin bir kıyıcığına kabul edilmek ümidimiz külliye zail olacak olursa, bizler, adı artık bütün bütüne itibarini kaybetmiş, devşirme-dönmeler tarafından namı fesade çevrilmiş biz Türkler, hakikaten 'adam olmak' hususunda son şansımızı da kaybeder miyiz?

İlla ki ve muhakkak, evet: Kim söylüyor bunu derseniz, kim söylemiyor ki derim.itibarını kaybetmiş, adı sanı yok olduğunu söyleyen ne kadar devşirme-dönmeler ve "kozmopolitan" takım varsa:

Diğer bir ifadeyle, adam sınıfına dâhil olmadığı halde "sırf ağzı" var diye konuşan ne kadar kimseler varsa:

Bremen mızıkacıları korosu gibi, Nuh Nebi'nin gemisine alınan her mahlûkattan birer numunenin bulunduğu bu "zırıltı ve hırıltı" korosunun kırk bestesi varsa kırkının da nakarat kısmı aynı: "Türkler adam olmazlar; Türklerin yani bizlerin adam olması için, mutlaka içerideki terbiyecileri denedik, olmadı, esasen olamaz da. Çünküonlar dahi adak olmaz şu pis Türk taifesindendir; o halde artık "dünya standardında" bizi terbiye edecek, eğitecek adam olmamızı temin edecek bir "mürebbiye" ihtiyaç olmaktadır ki bu da olsa olsa ancak ve yalnız "Ulu Zeus'un büyük aşkı Europa'nın" veletleri olabilir. Şimdi tam zamanı.

Evet, dedikleri aynıyla budur: Fırsat ayağımıza gelmiş; ya şimdi, ya hiçbir zaman: Öyleyse ey Türkler, koşun adam kılınmaya: Koşun, "adamlar" ne diyorsa bila kayd ü şart itaat eden, AB 'nin şefaatine koşun; yoksa çöllerde kaybolup gidersiniz.

Bu gibi hadis ve mel 'un fikirlerin bir ülkede seneler senesi devamlı tekrar edilmesi, tıpkı bir bedene her gün belirli bir dozda olmak üzere uzun müddet kesintisiz verilen zehrin o bedeni bir gün mutlaka çökertmesi veya bir oluktan sert mermer zemine devamlı akan yumuşacık suyun kâfi derecede uzun bir müddet sonra o mermerin sertliğini delmesi gibi, en sağlam bir cemiyetin bünyesini daha tahrip edebilmektedir; nitekim etmektedir ve artık bizlerin tatmaya başladığı acı meyveler de, ağırlıklı olarak, işte bu sürekli propagandanın beyinleri yıkaması ve zihinleri tahrip etmesinin sonuçlarından başkası değildir.

Sağdaki ve soldaki kozmopolit kesimler, yüreğinde bağımsızlık ve milli şuuru kaybetmiş, "İslam'da devlet, bayrak ve vatan" yoktur diyen kozmopolitleşmiş 'acaib' Müslümanlar, şefaat için Brüksel'e koşmaktadırlar.

Elbette sıkıntılarımız, hatta dağlar kadar müskilatlarımız, dertlerimiz var, ama hepsini halledebilecek kudret ve imkânlarımız da. Bir kere biz zaten adamız, tarihte bunu kaç kere ispatladık; o halde en az bir defa gerçekleştirilen, en az bir defa daha gerçekleştirilebilir. Öyleyse kendi-kendine hakaret etmenin değeri de yok anlamı da; asıl adam olmamak da budur esasen.

Memleketimize ve insanımıza çamur atmadan önce kendimize bakalım, önce kendi işimizi ne kadar iyi ve "ihlâslı" yapıp yapmadığımız üzerine samimiyetle bir düşünelim:

Öğretmen öğretmenliğini, işçi işçiliğini, esnaf esnaflığını layıkı veçhiyle yapıyor mu? Mesela kaç öğretmen, kaç üniversite hocası, ona - buna sataşmadan, memleketine ve milletine küfretmeden önce, dersine geç girip erken çıktığını ve sınıfa girdiğinde de hakkıyla ders yapıp yapmadığının alanında ne kadar çok gayret sarfettiğinin hesabım yapıyor ve yine mesela otuz gün fasılasız köşesinde herkese akıl dağıtan akıl dane kaç köşe yazarı, bir gün dönüp kendisinde ne kadar akıl var kontrol ediyor, kaç şu otuz yol zarfında yazdığı yazıları gözden geçirip kendi kendisiyle hesaplaşmaya girişerek hala bıraktığımız yerde otlama devam edip etmediğini, kendisini ne kadar yenilediğini ve aştığını gözden geçiriyor; kaç esnafımız elinden ekmek yediği müşterisine, "veli-i nimeti"ne icap ettiği nisbette edepli, saygılı ve dürüst davrandığının muhasebesini yapıyor? Ne mertebe de bir taksi şoförü olduğunun ve yine bir tek gün zarfında kaç defa kırmızı ışıktan geçtiğinin, kaç defa hatalı sollama yaptığının ve kaç defa pencereden dışarıya tükürdüğünün hesabını yapıyor mu?

Şu halde, desek ki, gidip şunun bunun ayağının türabı (toprağı) olmayı içimize sindirecek kadar al çalmak yerine önce kendi kendimize bir düşünelim ve şu suali soralım: Bizler adam olmadığımızı peşinen kabul ettiğimiz takdirde, adam yerine konulma hakkımızın olmadığını da kabul etmiş olmaz mıyız? Sen kendini böcek gibi görüyorsan, seni ezmeleri karşısında şikâyet etmeye hakkın olur mu?

Evet kusurumuz var, zaaflarımız ise tümen tümen; ama yine de kendi - kendimizi takrir edemeyiz; kusur ve zaaflarımız kadar meziyetlerimiz ve kudret ve kuvvet kaynaklarımızda var. Hatta çok şeyimiz var desem 30a1't1 değildir. Ayrıca kendimize alçaltmayalım; çünkü kusur sadece bizde de değil, insanın olduğu her yerde insana mahsus kusur ve zaaflar olur, olmuştur, olacaktır da; bakarken bazılarının ağzının suyunu akıttığı Avrupa ülkelerinde ne fırıldaklar dönüyor. Asıl mesele şu ki biz esas olarak kusurlarımızı düzeltmekte ve kendimizde buna yetkinlik bulunduğuna inanmakta, yani "özgüven" konusunda kusurluyuz. Bizim kendimizi ıslah edecek gücümüz de var, imkânlarımızda, kaynaklarımızda.

Türkiye'nin gerçekten her şeyi var, en azından potansiyel olarak, ama ne yaptığını ve ne zaman ne yapılması icab ettiğini iyi bilen, siyasi liderler yok.

Politikacı esnaflar çok, ufuklu, vizyonlu, kitleleri peşi sıra alıp götürecek, demir dağları deldirecek demirden bir iradeye sahip ve karşı konulmaz bir karizmaya sahip siyasi ilminden anlayan bir lider yok.

Türkiye'nin sistematikleşen ve kronikleşen sıkıntılarının en belli başlılarından birisinin "siyasetsizlik" olduğudur. Ve de buna bağlı olarak da gerçek anlamda lider ve kahramlarının eksikliğidir. Her sağlıklı ve sağlam siyasetin arka planında çok güçlü, çok kuvvetli ve de çok dirayetli bir fikir ve ideolojik zeminin bulunması önşart olarak gereklidir. Yani stratejik derinliği olan bir siyaset ve siyasetçi gerekir. çünkü siyaset bir bedendir, maddi ve bedenidir; ve bedene hayatiyetini veren asıl menbaın "ruh" olması gibi, siyasete asıl hayatiyetini veren de, ruh mesabesinde olan. fikir ve dahi bu ülkenin bugüne kadarki en büyük problem kaynağını teşkil eden de bu siyaset ilminin yokluğudur.

Devlet yönetimine talip olmuş, yaşama meclisine seçilmiş, hükümet olmuş bakanların pek çoğu yönettikleri ülkenin "ne siyasi tarihini ve ne de milli tarihlerini" bilmemektedir. Devletin meselelerini çözecek yerde, kendilerini ülkenin başına bela kesilmişlerdir ve içinde çıkılmaz sorun haline gelmişlerdir.

İşin özeti, evet Türkiye'nin her şeyi var, en ama ne yaptığını ve nerede, ne zaman ne yapılması icap ettiğini iyi bilen, ufuklu, vizyonlu, kültürlü, bilgili, milletini iyi tanıyan, hayat felsefesini ve değerlerini çok yakın bilen, kitleleri peşi sıra alıp götürecek, demir dağları deldirecek demirden iradeye ve karşı konulmaz bir karizmaya sahip "kahraman bir lider" yok.

18 Şubat 2015

 

You have no rights to post comments

Köşe Yazarları


Annemin Ardından...
Cuma, 25 Ağustos 2023
...
TÜRK BAYRAMI: NEVRUZ
Salı, 29 Mart 2022
...

An itibariyle ziyaretci sayısı:

206 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi