YAVUZ YAHUT ASIMIN NESLİ

Necdet ÖKAYA

Asım Akif'in rüyasıydı, ümidiydi. Vatanın namusu, mukaddesatın bekçisiydi. Çanakkale harbi denilen o amansız boğuşmada, Asım'ın nesli kendisinden beklenen tarihi vazifesini hakkiyle yerine getirmişti. Akif'in hayali, rüyası gerçekleşmek üzereydi. Asım ve arkadaşları O'nun yüzünü kara çıkartmamıştı. Göğsünü gere gere:

"Asım'ın nesli.. diyordun ya ... Nesilmiş gerçek;       

İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek."

haykırıyordu. Ama Asım'ın nesli çıktıkları seferden dönmedikleri için Akif'in rüyası yarım kalmış, emeli tam gerçekleşmemişti. Dönebilselerdi Asım ve arkadaşları o seferden, çıkacak-lardı marifet ve fazilet seferine. Düştüğümüz bu şerefsiz hüsra-nın sebebini ''hasmımızın kudret-i irfanından" nasipsizliğimizde bulan Akif, o "Genç Adamı" Avrupa'ya gönderecek, Batı'nın ilim ve fennini memlekete  getir-tecekti. "Son üç asrın yürüyen ilmiyle" fazileti birleştirecek, dalları kopmuş, gövdesi gitmiş o ağacın köklerinden yeni filizler yeşerecekti. "Ama Asım çıktığı o seferden dönmedi ... Dönseydi eğer, "Fen diyarına gidip o nafi pınarın namütenahi sularından hem içecek, hem yurda getirecekti. "Şark'ın Garp karşısındaki mahkumiyetini sona erdirecekti."  Ümmetin cehlini yenecek, milletin mefluç olanbünyesini canlandıracak, memleketin bir yığın kuvvetini harekete geçirecekti.

Akif, Asımı karşısına almış, dertlerimizi bir b!r. anlatıyor, sebeplerini, çarelerini söylüyor- du. Asım'ın  genç. omuzları bu kadar yükü kaldırabilir miydi?Onun körpe ve öfkeli yüreğinde zamanla yarışacak kadar büyük sabır var mıydı"?

"Hadisat " karşısında bedbin olan Asım 'ın ruhunda fırtınalar kopuyordu. Onun zamana tahammülü yoktu, bir an önce, tez elden hedefe varılmalıydı. Akif oradaki bu hırçınlığı sezmişti. Onun birtakım gizli planlar yaptığından haberdar dı:

"Bak oğlum, dinimizin bir mübarek suyu var, hiç kurumaz, Gördüğün şu kabusu bütün şerre değil,hayra yor. Fitne, fesad çıkartan beş on maskaranın milletin kalbinde yeri yoktur. Onların edepsizIiği karşısında her şeyin bittiğini sanıp gözünüz yılmasın, karamsar olmaya hiç gerek yoktur." sözleriyle Akif, Asım ve arkadaşlarına ümid veriyor, sabır tavsiye ediyordu.

Akif'te inkılap istiyordu. Ama Asım'ınkinden farklı. Hem usulü hem aleti ayrı bir inkılap.

 “…Ellerde kör alet efeler tertibi.
Babı Ali 'ler basmak, adam asmakla değil.
Çek bu işten bütün ihvanını, kendin de çekil!
Gezmeyin ortada, oğlum, sokulun bir sapaya!
Varsa imkanı, yarın avdet edin Avrupa'ya! "

Ama, Akif 'in birer ümit olan o gençleri çıktıkları seferden geri dönmediler.Asım'ın nesli gerçekten nesilmiş. Kendileri gittikleri uzak cephelerden: Yemen'den, Sina-dan, Galiçya'dan, Kafkaslar 'dan dönmediler. Lakin temsil ettikleri ruh ''Kuvayı Milliye". denilen o harikulade gücü doğurmaya yetti. Ya, o "Altın nesil" gönderildikleri savaş meydanlarından muzaffer olarak dönebilseydi, bugünkü devletimizin çehresini lütfen tahayyüle çalışınız.

Hayali bile çok güzel değil mi? Şu etrafımız da dönüp duran kalleşliklerin, şu İsrail edepsizliğinin, mana ve maksadının kendilerinin de bilmediğine inandığım Sünni-şii mezhep çatışmalarının uzayıp gitmesi mümkün müydü? Kudüs-i Şerif'in Yahudi eline geçmesi düşünülebilinir miydi? Bilmem hangi dürzi ile Hıristiyan milisin Lübnan 'da oynamak haddine miydi? Dahası coğrafyalarımızda yeni haritalar oluşturmak küstahlığını kim gösterebilirdi?

Ya, bir de insanımızın, memleketimizin manevi çehresini hayal ediniz. Bugün ıstırabını duyduğumuz birçok şeyin adını bile duymayacaktık. Ama, ne hazin ki Asım'ın nesli geri dönmedi. Kim bilir, belki Akif de bu yüzden memleketi terk edip diyar-ı gurbete çıktı, Asım 'sız memleket güzel değildi. Hayata ümitsizlik nedir bilmeyen koca şairin ömrünün son zamanlarında yazdığı şiirleri okuyunuz, onun nasıl bir hayal kırıklığı içinde mustarip düştüğünü göreceksiniz.

1960'lı yıllara gelinceye kadar, kırk yıl gibi uzun bir süre Asım'ın ruhunun semalarımızdan çekilip gittiğini görüyoruz. Arada bir parlar gibi oluyor, fakat üstündeki koca kütükleri yakamayan Cılız ateşler gibi kararıp kalıyordu. Kopkoyu kararlıkları yırtacak, memleketi bir uç tan bir uca saracak nurdan henüz bir eser yoktu. Müslüman Türk'ü iki yakasından kavrayıp silkeleyecek düştüğü çukurdan çekip çıkaracak kuvvetli irade neredeydi? Memleket te birkaç uyanık kafa, birkaç irfan himmet sahibi vardı. Fakat güçleri kalın sis tabakasını dağıtacak çapta değildi. Ancak, mevzii bir aydınlık olabiliyorlardı. Türk'ün ruh iklimine ne kadar aykırı rüzgar varsa, olanca şiddetiyle memleket ufkuna hakimdi. En ufak milli kıpırdanış yerinde ve anında eziliyordu. Milli Mücadeleyi yapan insanların cümlesi sanki yer yarılmışta kaybolmuşlardı. O mübarek insanlar çekilip gitmiş, yerlerini bu topraklara çok yabancı insanlar almış gibiydi.

Her şeyin bitip tükendiği, milli hislerin dumura uğratıldığı, milli ümitIerin söndürüldüğü bir vasatta, yavaş yavaş bir ocağın tüttüğünü görüyoruz. Anadolu'nun fethine memur edilen derviş-gaziler misali şehirde, köyde, dağda bayırda mukaddesat ocağının yakıldığını görüyoruz. Kimdir bu ocağı yakanlar, nerden gelmişlerdir, nasıl yetişmişlerdir? Bunların hepsi cevabı meçhul sualler. Tarihin sinesine emanet edilen bu. gayretleri ve bu gayretin insanlarını en aziz sıfatlarla yâd etmek bir şeref borcudur.

Akif'in keşfi hakikat olmuştu:

"Göreceksin ki: bu millete fazilet en uzun,
En derin köklere yaslanmada ; hem sonra onun,
Bir mübarek suyu var, hiç kurumaz: dini mübin.
Hâdisat etmesin, oğlum, seni asla bedbin ...
İki üç balta ayırmaz bizi mazimizden ..
Ağacın kökleri madem ki derindir cidden;
Dalı kopmuş, ne olur? Gövdesi gitmiş, ne zarar?
O, bakarsın, yine üstündeki edvarı yarar,
Yükselir, fışkırıp , afak-ı perişanımıza
Yine bin vaha serer kavrulan imanımıza."

Evet tohum ölmemişti. "Tohumlar ölmez" diyenler bir kere daha haklı çıkmışlardı. Yerden fışkırırcasına yükselen bu yeni hareket kırık gönüllere bir sevinç , güneşten kavrulan dudaklara bir yudum su, küfür karşısında yanan imanlarımıza bir vahanın yeşil, serin, ferahlatıcı havası gibi şifalı oldu.

Asım ve arkadaşlarının yarım bıraktığı hizmeti, onların yolunda bu yeni nesil ikmal edecekti. Marifetle fazileti birleştirip manada ve maddede büyük hamleler yaparak memleketin yüzünü güldürecekti. Ruh ve manamıza ters gelen her şeyi bir bir kaldırıp lağım çukuruna atacaktı. Milletler arasındaki yarışta geri kalmamıza sebep olan engellerin aşılmasında büyük bir güç olacaktı.

Bu güç, kütüphanelerde, konferans salonlarında, derneklerde, ocaklarda yetişiyordu. Kitaplar, gazeteler. dergiler ihtiyaca cevap vermekte zorluk çekiyordu. Günden güne sayıları artıyor, memleketin dört bir köşesinde naşvü nema buluyordu. Şimdi bütün mesele bu yeşil ekini, körpe filizi, al tomurcuğu acı soğuktan korumak, kurda kuşa yedirmeden büyütmekti. Usta ve tecrübeli bir bahçıvan gerekti

Ama düşman tetikteydi ve uyanıktı. Bu sefer donanmalarıyla Çanakkale'den geçmeye kalkışmayacaktı, lakin içerde ne kadar fitne ve fesât varsa, onların cümlesini tahrik ederek Türk'ün bu yeni hareketini büyümeden boğacaktı. Karşılaştığı kahpelik Asım’larınkinden bin kat daha fazla, sinsi ve yüzsüzdü. Mukavemetleri de onlarınkinden hiç de aşağı değildi. O namert elleri gecenin karanlığında, sabahın ilk aydınlığında nice gençleri pusuya düşürerek vurdular.

Din için, devlet için, vatan için, bayrak için binlerce genç al baharında şehid düştü, gazi oldu. Asım'ın ikinci nesli de böylece feda edildi. Hayıflanışımız onlar için mi? Elbette. Fakat onlardan çok milletimiz için. Onların şehadeti birçok mü'mini kıskandıracak kadar erkekçe ve Müslümancaydı. Onlar Yavuz'du, Ahmet’ti, Nazım'dı ne fark eder? .. Onlar "Türk soyunun yedi gökte parıldayan burçları" idi. "Gelişleri" nasıl "akıl almaz efsaneler gibi" ise, "Bu dünyadan gidişIeri destanları kıskandıracak" çaptaydı. Onlara binlerce rahmet ve fatiha...

You have no rights to post comments

Köşe Yazarları


Annemin Ardından...
Cuma, 25 Ağustos 2023
...
TÜRK BAYRAMI: NEVRUZ
Salı, 29 Mart 2022
...

An itibariyle ziyaretci sayısı:

158 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi