Mehmet Ali Kalkan

İBRAHİM SAĞIR AĞABEY

İbrahim Sağır Ağabey, benim gibi bir köylü. Geçen gün köyünü ve çocukluğunu anlatan bir şiirini okudum da aklıma geldi.

İbrahim Abi elli senedir Eskişehir'li. Balıkesir, Paşaçiftlik Köyü'nde doğmuş, sonra görev icabı bir kaç şehri gezdikten sonra buraya yerleşmiş.

Bir ara köyündeki dağlara gitmiş hanımıyla, bakmış güzel bir su, içmişler. Kanmamışlar birer bardak daha içmişler. Sonra "bu suyun başını bulalım da kaynağından bir daha içelim" demişler. Epey yürüdükten sonra bir bakmışlar ki içtikleri su bir otelin havuzunun gideri.

Dağı sırtına alıp gidersen sonuç bu tabi, demiş ya;

"Şairim, Kaf Dağı sırtımda yüküm,

Sırların tahtına kurulan benim.

Böylesi verilmiş ezelden hüküm,

Kurşunsuz, silahsız vurulan benim."

Bir gün Manisa'ya gidiyor. Bir arkadaşımız da yeni yardımcı doçent olmuş. Çok da şakacı. Konu açılınca İbrahim Abi'ye "Yardakçı Doçent oldum" demiş. İbrahim Abi Eskişehir'e dönünce bir sergiye gittik. Akademisyen, kibar bir hanım arkadaşımız da orada. İbrahim Abi sordu hemen; "...... Hanım, siz ne zaman yardakçı doçent olacaksınız?"

Ta antik zamanları düşünen adamın hali böyle olur tabi, demiş ya;

"Mitos suskunluğu içmiş ehramlar,

Ramses’in gölgesi düşer sahraya.

Tutuşur efsunlu Nil’de akşamlar,

Genç kız kanlarıdır sunulan Ra’ya."

İbrahim Abi'nin telefonlarla başı da hoş değil. Daha doğrusu köylü ya.

Bir zamanlar kuruluşlarda tele sekreter modası başladı ya, İbrahim Abi onlarla uzun zaman konuştu. Telefon ediyor, karşısında bir ses, meselâ;

- Tapu Müdürlüğüne hoş geldiniz.

İbrahim Abi cevap veriyor;

-Hoş bulduk.

Tele sekreter devam ediyor;

-Aradığınız dahili numarayı biliyorsanız tuşlayınız

İbrahim Abi devam ediyor;

-Bilmiyorum kızım, Ahmet Bey'i bağlar mısın?

Tele sekreter durmuyor tabi.

- Bilgi almak için bire, konu sormak için ikiye..

falan derken İbrahim Abi bir yerlere basıyor, iyice iş karışıyor, sonra tekrar arıyor. Bir defasında tele sekretere kızmıştı "Niye bana hep aynı şeyleri tekrarlıyorsun" diye.

Eskişehir'den trene binmiş, Haydarpaşa'da inmiş. Oturmuş denizin kenarına. Martılar var, deniz var, şöyle demiş;

"Çektiğim ızdırabın zerresi düşse suya,

Ak kanatlı martılar hasret kalır uykuya."

Sonra da zıtların girdabında kalıyor tabi;

"Dar geldi yaşlı dünya, yıldızlara göz diktim,

Havsalamda çarpıştı binlerce zıt iç içe.

Kağıttan gemilere çelikten yelken diktim,

Fezânın sırlarına kement attım delice."

Bilgisayarlar yeni çıktı, İbrahim Abi de harıl harıl bilgisayar öğreniyor. Hani bazen konuyu doğrulamak için eğri büğrü olarak gösterip, şu harfi veya rakamı yazın diyor ya bilgisayar. İbrahim Abi de bir müddet sonra şöyle dedi. "Bilgisayarı öğrendim de bir de şu yamuk yumuk yazılanları yapabilsem tamam".

İbrahim Abi bunlarla uğraşırken birileri de gel eylemişler tabi;

"Âlem-i vücudu seyran ederken,

Hayret vadisinden gel eylediler.

Akıl sultanıyla fikir güderken,

Aşkın sarayından el eylediler."

Biz konuyu fazla uzatmadan İbrahim Abi'nin çocukluğunu ve köyünü anlattığı şiiri okuyalım bugün.

ÇOCUKLUĞUM

Köylü çocuğuyum halimden belli,

Geceleri gökte yıldız sayardım.

Harman vakti gelip çattı mı kelli,

Döven sürer, demetleri yayardım.

 

Dokuz yüz otuz altı bahar ayında,

Doğdum Gönen Paşaçiftlik Köyünde.

İbrahim yazıldı soy kütüğünde,

Lakabımız Sağır diye duyardım.

 

Üç yüz elli idi köyün nüfusu,

Üç kilometreden getirirdik su,

Yegâne ormanı meşe korusu,

Pelitleri toplar toplar soyardım.

 

Yalınayak sığır, davar güderdim,

Çayır nerde bolsa ora giderdim,

Zaman zaman arabayı yederdim,

Yorulunca sırtım oka dayardım.

 

Kepeneği omuzuma atardım,

Yaz boyunca meralarda yatardım,

Bazı keklik, bazı çulluk tutardım,

Köz ateşte pişirir, yer doyardım.

 

Size yalan gelir ama gerçekti,

Azman öküz güreşlerde ser çekti,

İlk sigaram kuru mısır pürçekti,

Tütün gibi ince ince kıyardım.

 

Kuru soğan azığımdı torbamda,

Bulanık su ısınırdı kırbamda,

Yamasız yer yok gibiydi urbamda,

Setiremi yatak diye yayardım.

 

Uçurtmamı kendim yapar salardım,

Haminnemin yün ipini çalardım,

El bağından üzüm, erik yolardım,

Çocuk aklı kör şeytana uyardım.

 

Kar yağdı mı bir metreyi geçerdi,

Delik çarık kar suyunu içerdi,

Tahta kızak rüzgâr gibi uçardı,

Sabah akşam, karda, buzda kayardım.

 

Kurak olur, ekin, arpa bitmezdi,

Mahsulümüz bir kış bile yetmezdi,

Fukaralık evimizden gitmezdi,

Acısını can evimde duyardım.

 

Mutlu idim, ekşitmezdim yüzümü,

Olur, olmaz söylemezdim sözümü,

Bozulmadım sağlam tuttum özümü,

Hürmet eder büyükleri sayardım.

 

Bakmayın Sağır’ın siz güldüğüne,

Çile çeke çeke geldi bu güne,

Hasreti bitmiyor vallahi düne,

O zaman kendimi mutlu sayardım.

İbrahim Sağır

Bizim köyde tarlada çalıştığı fotoğrafı da koyalım da yeni geleceklere örnek olsun. 

İbrahim Abi'nin ellerinden öperek.

 

 

You have no rights to post comments

Köşe Yazarları


Annemin Ardından...
Cuma, 25 Ağustos 2023
...
TÜRK BAYRAMI: NEVRUZ
Salı, 29 Mart 2022
...

An itibariyle ziyaretci sayısı:

93 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi