“BİR YERİN ADINA DENİLİNCE TÜRK ÜLKESİ

GÖZÜM BAYRAK ARAR KULAĞIM EZAN SESİ.”

 

MEHMET EMİN YURDAKUL

(13 Mayıs1869, İstanbul,14 Ocak 1944,İstanbul) 

Yetmiş yıl önce 14 Ocak’ta bu dünyaya veda eden şairimizin hayat hikâyesi kısaca şöyledir:

Beşiktaş’ta doğar, babası çevresinde Salih Reis olarak tanınan bir balıkçı reisidir. Annesi Edirne’den İstanbul’a gelmiş Kömürcü Mehmet Ağa’nın kızı, Emine Hanımdır. 

Mehmet Emin, Türk halk kültürünün zevkini teneffüs eden sosyal bir çevre içerisinde doğup büyümüştür. Kendisi bu durumu İsmail Hakkı Baltacıoğlu’na şu cümlelerle ifade etmiştir: “ Ben halk çocuğuyum. Halk evladı bir ana ile babanın kucağında büyüdüm. Atalardan kalma halk öğütleriyle, halk ninnileriyle çocukluğumu geçirdim.”(1)

Öğrenim hayatına Saray Mektebi denilen sıbyan okulunda başlar.1879’da Beşiktaş Askeri Rüştiyesi’ni bitirip Mülkiye Mektebi’ne yazılır; ancak 1887’de Mülkiye’den tasdikname alarak ayrılır. Babıâli Sadaret Dairesi Evrak Kaleminde kâtip olarak çalışır. 1888’de Şebinkarahisarlı bir Türk ailesinden Müzeyyen Dilber Hanım ile evlenir. 1889 yılında Hukuk Mektebine kaydolur; fakat iki yıl sonra bu mektebi de bırakıp edebiyatla, özellikle de şiirle uğraşmaya koyulur.

Şairimizde, edebiyat zevki çok küçük yaşlarda babası Salih Reis’in ona okutturduğu Kerem ile Aslı, Âşık Garip, Battal Gazi gibi kitaplar ve Namık Kemal’in eserleriyle başlar.

1891’de Fazilet ve Adalet adını verdiği ilk eserini yayınlar. Ahlak, hukuk ve felsefeyle ilgili düşüncelerini barındıran bu eser, Mehmet Emin’in devlet adamları ve aydınlar arasında tanınmasına sebep olur.(2)

İşte bu sıralar hayatında çok büyük tesir bırakan biriyle tanışır. O, II. Abdülhamit’in daveti üzerine İstanbul’a gelen Şeyh Cemaleddin Afganî’dir. Şeyhin Nişantaşı’ndaki konağına her hafta Cuma ve Pazar günleri misafir olarak giden şairimiz, Afganî için “Her şeyi üstadıma borçluyum. Üstadım, manevi pederim, rehberim Şeyh Cemaleddin Afganî Hazretleridir.” der. (3)

Cemaleddin Afganî’nin sohbetlerine devam ettiği yıllar Türkçe Şiirler adlı kitabını yayınlar. Bu kitaptaki şiirlerden biri M. Emin Yurdakul’a yurt içinde ve dışında milli şair, Türk şairi şöhretini sağlamıştır. Şairin, Yurdumun Koçyiğitlerine diyerek ithaf ettiği o şiir, hepimizin ezbere bildiği mısralarla başlar:

  “Ben bir Türküm, dinim, cinsim uludur.

   Sinem özüm ateş ile doludur.”

Evet, Anadolu’dan Bir Ses Yahut Cenge Giderken isimli şiiri gerçekten Osmanlıcılık siyasetinin hükümetçe ve bütün aydınlarca zaruret sayıldığı bir çağda dile getirilmesi halkta büyük yankılar uyandırmıştır. Osmanlı- Yunan Harbi sırasında Selanik’te Asır gazetesinde (1897) çıkan bu şiir, milli direnişin timsali olmuştur İstanbul’daki edebiyat çevrelerinde birçok yazar ve şair M.Emin’i övücü sözler söylerken bunların en önemlisi Rusya’dan Kırım’dan İsmail Gaspıralı’dan gelen mektuptur.

“ Şiirlerinizi Edirne, Bursa, Ankara, Erzurum Türkleri lezzetle okuyacakları gibi Tiflis, Tebriz, Şirvan, Horasan, Türkistan, Kaşgar, Deşt-i Kıpçak, Sibirya, Kazan ve Kırım Türkleri de okuyacaklardır. Bu şerefe Nef’i, Nabi nail olamadılar. Kırk, elli milyonluk bu âleme, ilk önce bir kaşık oğul balını yediren siz oldunuz ki size şeref bir saadettir. Tekrar tebrik ediyorum.” (4)

Bu eseri Türkçeye gönül vermiş Avrupalı ve Rus Türkologlar da çok beğenmişti. Mesela bunlardan biri,  Mr. Gib’tir.  “Osmanlı Şiirinin Tarihi” yazan İngiliz bilgini şairimize gönderdiği mektubunda özet olarak şunları söylemiştir:

“ Siz geldiniz, ne şarka ne de garba bakarak kendi vatandaşlarınızın gönlünü okudunuz ve bunların hislerini kendi lisanları ile edîbâne bir tarzda arzettiniz.”  Rus Türkolog Minorski ise hiç vakit kaybetmeden “Türkçe Şiirleri” Rusçaya çevirerek önsözünde Mehmet Emin için: “Türk edebiyatının bu sağlam ve taze şiir goncası tamamen açılsın ve şairin çalışmaları uzun zamanlar sürsün.” (5) demiştir.   

Mehmet Emin Yurdakul’un bu kadar beğenilmesinin sebeplerinden biri de şiirimizde Namık Kemal’le başlayan vatanseverlik fikir ve duygusu yeni bir anlayışa kavuşuyordu. Soyut ve eyleme dönüşmeyen bir yurtseverlik yerine bizzat toprağa bağlı ve halka dayanan yurtseverlik öne çıkıyordu. Ona göre şiir, şahsi duyguları anlatmayacak halkı yükseltmek için aydınlara öğüt ve heyecan vermekle yetinmeyecek doğruca halka seslenecekti:

 

ANADOLU

Gençliğe 

Yürüyordum: Ağlıyordu ırmaklar; 
Yürüyordum: Düşüyordu yapraklar; 
Yürüyordum: Sararmıştı yaylalar; 
Yürüyordum: Ekilmişti tarlalar. 

Bir ses duydum, dönüp baktım, bir kadın: 
Gözler dönük, kaşlar çatık, yüz dargın; 
Derileri çatlak, bağrı kapkara, 
Sağ elinin nasırında bir yara 

Başında bir eski püskü peştemal 
Koltuğunda bir yamalı boş çuval... 

........................ 
-Ne o bacı? 
- Ot yiyoruz, n'olacak! .. 
-Tarlan yok mu? 
- Ne öküz var, ne toprak... 
Bugüne dek ırgat gibi didindim; 
Çifte gittim, ekin biçtim, geçindim, 
Bundan sonra... 
- Kocan nerde? 
- Ben dulum; 
Kocam şehit, bir ninem var, bir oğlum. 
- Soyun, sopun? 
- Onlar dahi hep yoksul! 
Ah Efendi, bize karşı İstanbul 
Neden böyle bir sert, yalçın taş gibi? 
Taşraların hayvanlık mı nasibi? .. 

…………………………

 

Bu halkın derdini, sevincini dile getirecek hatta yazgısını değiştirecek şiirleri kaleme almalıydı. Ben nasıl yazmalıyım? Sorusunu şöyle cevaplandırıyordu: “Gözleri ilk açılışta bir balıkçı evinin isli çatılarına ilişen ve ninesinin söylediği ninnileri dalgaların uğultuları boğan bir balıkçı oğluna, bir halk evladına nasıl yazmak yaraşırsa işte öyle… Vatanın kendisine öğrettiği şeyleri öğrenemeyenlere öğretmek, elindeki çerağı, karanlıkta kalanlara tutmak borcu olan bir Türkün nasıl yazması icabediyorsa işte öyle…” diye devam ediyordu gayesini anlatmaya. Ona göre bu ilke, şairlerin vazgeçemeyeceği en büyük ödevdi:

Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et;

Unutma ki şâirleri haykırmayan bir millet,

Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir;

Tam bir ülkücüye yaraşır bir şekilde milli şair olmak aşkıyla düşüncelerini dile getiren M. Emin Yurdakul, kaleme aldığı bütün şiirlerinde memleketinin akarsuları gibi coşmuş, karlı dağları gibi dimdik durmuştur.

Türk Derneği ve dergisinin de mensubu bulunan Mehmet Emin Bey, 31 Ağustos 1911’de Türk Milliyetçiliği tarihinde seçkin bir yer alacak ve önemli hizmetler görecek olan Türk Yurdu dergisinin imtiyazını alarak geniş bir programla kurulma ve yayınlanmasında önayak olacaktır. 

Yurdumuzun değişik vilayetlerinde valilik görevini yürüten şairimiz 1913’te Musul mebusu olarak Osmanlı Meclisi Mebusan’ında rol alır. 

Çanakkale Savaşları esnasında,  İstanbul Heyet-i Edebiyesi adı altında bir grup şair, yazar ve düşünürü bir araya getiren şairimiz, 15-28 Eylül 1915’te Çanakkale siperlerindeki askerlerimizi ziyaret etmiş eli kalem tutanlarla silah tutanların aynı gayeyle yol çıktıklarını bütün dünyaya ilan etmiştir.

Mütareke yıllarında ve işgal dönemlerinde milli hareketin gerçekleşmesi yolunda faaliyette bulunmuş, İzmir’in işgali üzerine İstanbul’da yapılan protesto mitinglerinde milli heyecanı uyandıran konuşmalar yapmış, şiirler okumuştur.      

1921 yılında Milli Mücadeleye katılmak için Yusuf Akçuraoğlu ile birlikte Anadolu’ya geçmiş cephelerde ve cephe gerilerinde milli direnci ateşleyecek çalışmalarda bulunmuştur.

 

VUR

Milli Ordu’ya

Ey Türk vur, vatanın bakirlerine 
Günahkâr gömleği biçenleri vur! 
Kemikten taslarla şarap yerine 
Şehitler kanını içenleri vur! 

Vur, aşkın ve hakkın zaferi için 
Vur , dünya bak senden bunu istiyor 
Vur ,yerde bak tarih senin seyircin 
Vur, gökten bak Allah sana “Vur!” diyor 

Vur, çelik kolların kopana kadar 
Olanca aşkınla şiddetinle vur !
Son düşman son kızıl ölene kadar 
Olanca aşkınla kuvvetinle vur!

 

Milli Mücadeleden sonra 5 Temmuz 1923 seçimleriyle başlayan milletvekilliği 1943 yılına kadar devam eder.

Ömrünün son yıllarında iki hadise şairimizi çok üzecektir. Bunlardan biri 1941’de evinin, kitaplarının ve değerli hatıralarının yanması, diğeri ise karısı Müzeyyen Dilber Hanım’ın 1943’te ölümüydü. Bu iki üzücü olaydan kısa bir süre sonra şairimiz kalbinden rahatsızlanır ve 14 Ocak 1944’te vefat eder.

Memleket edebiyatının oluşmasında büyük adımlar atan Mehmet Emin Yurdakul, şiirlerini edebi zevk ve anlayıştan çok, ebedi memleket aşkı ve anlayışıyla yazan bir şair olarak edebiyat tarihimizin zirvelerinde yerini almıştır.

Şairimiz hakkında son sözü mizahi edebiyatımızın usta kalemlerinden biri olan Yusuf Ziya Ortaç’a bırakalım: “Milli kelimesi, milli hudut, Milli Mücadele, milli mahsul, milli sanayi, hatta Milli Takımdan evvel onun için kullanıldı: Millî Şair!”  (6)

 ESERLERİ
ŞİİR:
Türkçe Şiirler (1899-1918)
Türk Sazı (1914)
Ey Türk Uyan (1914)
Tan Sesleri (1915, 1956)
Ordunun Destanı (1915)
Dicle Önünde (1916)
Hastabakıcı Hanımlar (1917)
Turana Doğru (1918)
Zafer Yolunda (1918)
İsyan ve Dua (1918)
Aydın Kızları (1919)
Mustafa Kemal (1928, şiir ve düzyazı)
Ankara (1939)

DÜZYAZI:
Fazilet ve Asalet (1890)
Türkün Hukuku (1919)
Kral Corc’a (1923)
Dante’ye (1928)

.                                                                                                                  M.HAYATİ ÖZKAYA/ ADANA-2014

(1)    Büyük Türk Klasikleri,  Ötüken Yayınları, C:10 s.313

(2)    Büyük Türk Klasikleri,  Ötüken Yayınları, C:10 s.313

(3)    Adile AYDA, Edebi Hatıralar, Ayyıldız Matbaası, Ank. 1984, s.21

 NOT: Adile Ayda,  a.g.e. s.21 C. Afgani için “Ziya Gökalp’ten 30 yıl önce Türkçülüğün Esaslarını ortaya koymuş, Afganistan Türklerindir.” diyor.

(4)    Ahmet KABAKLI,  Türk Ed. C:3 s.34 

(5)    Ahmet KABAKLI,  Türk Ed. C:3 s.34

(6)    Yusuf Ziya ORTAÇ, Portreler, Akbaba Yayınevi, 1963,2.bsk. s.113

 

 

You have no rights to post comments

Köşe Yazarları


Annemin Ardından...
Cuma, 25 Ağustos 2023
...
TÜRK BAYRAMI: NEVRUZ
Salı, 29 Mart 2022
...

An itibariyle ziyaretci sayısı:

111 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi