- Yayınlanma: Salı, 26 Kasım 2019 12:42
- Kategori: Mehmet Hayati Özkaya yazar
- Gösterim: 1513
DÜNYA DÖNÜYOR
Bu yazı Anadolu'da Bir Ses Dergisinde yayınlanmıştır. |
M. Hayati ÖZKAYA
Uzayı fethetmeye, okyanusların dibinde yeni bir dünya kurmaya çalışan insanoğlunun ele avuca sığmayan çalışkanlığı karşısında parmaklarımızı ısırırken tuhaflıkları karşısında ise hayretler içinde kalmaktayız.
Kimi zaman zirveye doğru yol alır, kimi zaman uçurumları kendine dost edinir.Habil’le Kabil’in kavgasını atalarının değiştirilemez vasiyeti saymıştır kendisi için. Kısacası insanoğlu, bazen Yunusça konuşur, bazen Nemrutlaşır…
Anlayacağınız, yaşadığı dünyayı avuçlarının arasında istediği gibi şekillendirmek ister. Bir bakarsınız dünyanız cıvıl cıvıldır; insanlar birbiriyle güzel ve faydalı işlerde yarışıyorlar sanki. Oh ne güzel dünya, iyi ki insan kardeşlerim var ve iyi ki aralarında böylesine güzel bir yarış var, dersiniz… Bakın her taraf tertemiz, isterseniz saatlerce yürüyün, pabucunuzun ucu dahi kirlenmiyor. Hastaların derdine derman olmak için büyük fedakârlılara katlanan sağlık çalışanları, işçinin alınterini sömürmeyen işverenler, hatta asansörde karşılaştığınız genç adam, yaşlı bayan size gülümseyip iyi günler veya iyi akşamlar diyor. Kadınların gerçek anlamda baştacı edildiği bir dünya… Trafikte, arkanızdaki araç yeşil ışığın yanmasını beklerken kornasını sizi ürkütmek için kullanmıyor. Yani ne diyeyim, siz sanki kendinizi cennette farz etmeye başlarsınız ki bir tek hurileriniz eksiktir… E ne yapalım o kadarcık hata, kadı kızında da olurmuş, diyerek bu dünyaya övgüler yağdırırsınız.
Dünya da övgünüze layık olmak için mutlu mesut dönmeye devam eder. Ancak bu dönüş demin anlattığım dönüşe hiç benzemez; hatta sizi insan olmaktan utandıracak kadar vahşice bir dönüşle karşınızdan resmigeçit yapar.
Dün yaşananlar: I. ve II. Dünya savaşları Çanakkaleler, Hiroşimalar, Bosnalar, Karabağlar insanın insana yaptığı zulmün anıtlaşmış örnekleri olarak karşımızda dururken bugün komşu topraklarda patlayan bombalar, parçalanan bedenler, yanan yıkılan köyler, şehirler, dökülen gözyaşları, ve ata yadigarı topraklarımızdan Uygur Türkünün gökyüzüne ulaşan feryatları ve Çin’in o bitip tükenmeyen aşağılıkları daha neler, neler... Sizin insanlık adına yeşerttiğiniz bütün umutları yok etmekte. O zaman, dünyaya yaptığınız övgüler yerini sövgülerinize bırakırken bu dünya, size cehennemi yaşatmanın mutluluğuyla sanki bin kez daha hızla dönmeye devam eder.
Evet,“Dünya dönüyor sen ne dersen de /Yıllar geçiyor fark etmesen de” diyen şarkıcı bizi teselli edercesine sesini yükseltirken acizliğimizi de bize hatırlatmıyor mu? İster kabul edin, ister reddetin, bize sunulan bu hayat pastasını yemek zorundayız.
Goethe, “İnsan niçin yaşar?” sorusuna cevap verirken der ki: “Temeli hazır verilen yaşam piramidini mümkün olduğu kadar yükseklere çıkarmak arzusudur, insanı yaşatan.” O halde başını ve sonunu tespit edemediğimiz bu hayatta bir şeyler yapmayı amaçlamak ve bir amaç üzre yaşamak boynumuzun borcudur. Hem de amacımız ne olursa olsun, “en küçük bir işi, en büyük bir biçimde, mükemmel olarak gerçekleştirmeliyiz.” Yani, koşmak, gayret etmek çalışmak zorunda olduğumuzu unutmayınız. Çünkü, “Yarın,yorgun kimselerin değil, rahatlarına kıyabilenlerindir.”
Yaşadığımız bu tılsımlı yuvarlakta her şey bir denge üzerine kurulmuş, nimet külfet dengesi de bunlardan biridir. “Nerde bir gül görsem etrafında diken var.” diyen adamı haklı gösterecek küçük bir hikayeyle yazımızı bitirelim:
Kemanda zirveye ulaşmış olan bir keman ustasına, bir müzik eleştirmeni hayranlıkla, “Siz bir deha’sınız” der. Ünlü keman ustası, adama kısa bir süre boş gözlerle baktıktan sonra: “Deha ha! Ben 37 yıl, günde 14 saat çalışmışım, adam kalkmış bana deha diyor.” der.
Sağlıcakla kalın…