ANDIMIZ YASAĞININ ÖNCESİ VE SONRASI

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun, okullarda “Öğrenci Andı”nın okutulmaması kararı siyasette ilginç cepheler yarattı. CHP, MHP, İYİ Parti’nin yanısıra Demokrat Parti ve BBP Andımız’ın okutulmasını savunurken, AKP’den ayrılan Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’ın partileri ile Saadet Partisi Danıştay’ın kararını destekledi. “Liberaller” ve “İslâmcılar” da bu grupta yer aldı.

Sadece iki partiden ses çıkmadı; AKP ve HDP.

Konuyla ilgili tartışmalarda, Andımız yasağının adresi olarak ise “çözüm süreci” yani AKP-HDP ortaklığı gösterildi.

Acaba yasağın yegâne sebebi “Kürt açılımı”, yegâne adresi de bu muydu?

Gelin, yasağın tam tarihçesini çıkaralım.

Yahu Milletin Bütünlüğü Böyle Sağlanır Mı?

Ama bundan önce şunları hatırlayalım:

Erdoğan’ın, 1991’de RP İstanbul İl Başkanı olduğu dönemde hazırlattığı “Kürt raporunda” şöyle denildi:

Resmi ideoloji bütün noktalarda iflas etmiştir. Türkiye’de 75 yıldan beridir eski ideolojinin Kürt meselesinde inkârcı, asimilasyoncu, baskıcı davrandığı açık açık söylenmeli ve resmi ideolojiyi yüksek sesle sorgulayabilmeliyiz.”

Erdoğan, 1993’te İkinci Cumhuriyet tartışmaları kapsamında şu görüşleri savundu:

Resmi ideoloji ırkçı bir kişilik taşıyor. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti’nde 27 etnik grup yaşamakta. Bu 27 etnik grubun da varlıklarının tanınması gerekmektedir. ‘Türkiye Türklerindir’ gibi tezler yanlıştır. Türkiye Türkiye’de yaşayan herkesindir. Bir inanç birlikteliği bu insanların bütünlüğünü sağlayabilir. Türkiye’nin yarınında artık Kemilazm’e veya başkaca herhangi bir resmi ideolojiye yer yoktur.”

Yıl 1994; Erdoğan, Ümraniye İlçe Örgütü’nün açılışında, “Yahu milletin bütünlüğü ‘Ne mutlu Türküm diyene!’ ifadesiyle sağlanır mı? Osmanlı 30’u aşkın etnik grubu ümmet düşüncesiyle bir arada tuttu. Biz de inanç birliğiyle tutacağız.” dedi.

1996’da da, “Gerçek sivil toplum kuruluşlarının, dini tarikat ve cemaatler olduğunu” söyledi.

2007’deki İşaret Fişeği

Yasağın tarihçesine gelelim.

AKP’ye yakınlığıyla bilinen Memur-Sen Konfederasyonu’na bağlı Eğitim-Bir-Sen, “ilköğretim okullarında okutulan öğrenci andının etnik farklılıklar dikkate alınarak, yeniden düzenlenmesini” istediğinde Aralık 2007 idi. Sendikanın talepleri arasında, “öğrencilerin törenlere katılma zorunluluğuna son verilmesi”“ideolojik eğitimden demokratik eğitime geçilmesi”“yükseköğrenimde türban yasağının kaldırılması”“sadece kız öğrencilerin devam edeceği okulların açılması” da vardı.

Geçen süreçte Ali İhsan Arslan ve Ahmet Faruk Ünsal gibi AKP’lilerin yanısıra, şimdi tutuklu olan Ayhan Bilgen ve dün milletvekilliği düşürülen HDP’li Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun başkanlığını yaptığı Mazlum-Der’in Diyarbakır Şubesi, Haziran 2009’da “Andımızın” kaldırılması için kampanya başlattı. 1 ay sonra imzaya açılan bildiride, şu ifadelere yer verildi:

Türkiye Cumhuriyeti, Türk etnik kimliğiyle beraber, 30’u aşkın diğer etnik kimlikleri barındıran, çok kimlikli ve çok kültürlü bir ülkedir. Öğrenci Andı’ndaki ifadeler Türkiye Cumhuriyeti’nin çok kimlikli yapısına uymamaktadır. Tek tipleştirici ve farklılıkları yok sayarak ideolojik nitelik taşıyan ‘Öğrenci Andı’nın yeni eğitim öğretim yılında kaldırılmasını talep ederiz.”

Mazlum-Der imza kampanyasıyla yetinmedi, “Andımız”la alay eden afişler hazırlattı. Diyarbakır’daki bilbordlara astırılan bu afişler toplatıldı.

İşte bu gelişmelerden sonra Diyarbakır Barosu’na kayıtlı bir Avukat, ilkokula giden oğlu adına Andımızın kaldırılması için Danıştay’a dava açtı. Danıştay 8. Dairesi, 2011’de “Bu andın övülmesi gerekir” diyerek, sözkonusu talebi reddetti. Dava sürecinde Milli Eğitim Bakanlığı’nın Danıştay’a gönderdiği savunma da dikkat çekiciydi. Özetle şunlar vurgulandı:

Öğrenci Andında yer alan ifadeler, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına aykırılık taşımamaktadır. Atatürk’ün ‘Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir’ ifadesi bunun en belirgin ifadesidir… İddia edildiği gibi Öğrenci Andı, ırk, renk, cinsiyet, dil, siyasal ya da başka düşünceler, ulusal, etnik ve sosyal köken, mülkiyet, sakatlık, doğuş ve diğer statüler temelinde hiçbir ayrım gözetmemektedir… ‘Ne mutlu Türküm diyene’ ifadesi ve buna benzer ifadeler, Türk ırkından başka ırkları yok sayan, bir ırkı yüceltmeye yarayan ırk ayrımcılığına dayalı söylemler değil, tam tersine ülkede yaşayan herkesi eşit oranda kapsayan ve herkesin mutluluğunu amaçlayan ifadelerdir.”

Danıştay’ın red kararından sonra davayı açan Avukatın, “AB ile bütünleşen Türkiye’nin milliyetçi yaklaşımdan vazgeçeceğini düşünüyorduk. Türkiye’deki hukuk mücadelesini sonuna kadar sürdüreceğiz. Sonuç alamadığımız takdirde ise AİHM’e başvuracağız” dediğini belirtip, zamanın Milli Eğitim Bakanı Nimet Baş’ın görüşlerini ve gelen tepkileri aktaralım.

“Ben De Bir Şey Yazayım” Diyen Bakan

Bakan Baş, 7 Şubat 2010’da Cemaatin Zaman Gazetesi’nde yazan Nuriye Akman’a verdiği röportajda, 8.5 aylık bakanlığı döneminde “tek tip insan yetiştirme misyonunun değişimi yönünde çok önemli adımlar atıldığını” söyledi… “Ülkemizde yaşayan azınlıkların haklarının halen daha Lozan çerçevesinde ileri sürülüyor olmasının kendisine çok anlamlı gelmediğini” anlattı… Andımız’la ilgili olarak da şöyle konuştu:

Aslında bu 1934 yılında yanlış hatırlamıyorsam dönemin Milli Eğitim Bakanı tarafından kaleme alınmış bir şey. Bu dönemin Milli Eğitim Bakanı da farklı bir şey koyabilir belki. Ben de bir şey yazayım… Bunun bir İstiklal Marşı gibi nitelendirilmesinden ve buna önemli bir kutsiyet atfedilmesinden yana değilim… Aynı şeylerin her gün bir şekilde tekrar edilerek çocukların da bir şekle sokulması hayali varsa, bu çok gerçekleşebilecek bir şey gibi gelmiyor bana… Bir çocuğun varlığı niye armağan olsun ki?.. Böyle şekillendiren şeyleri, bir Milli Eğitim Bakanının kaleme aldığı bir fikrin veya metnin yıllardır hiç tartışılmamasını hoş karşılamıyorum zaten… Tartışılabilir diyorum, her şey tartışılabilir… Bütün bunları koşulsuz kabul eden, hiçbir şeyi sorgulamayan bir gençlik, yetişmiş bir gençlik değildir. Tartışsınlar, tartışılabilir bulsunlar.”

Çubukçu’nun bu açıklamalarına ilk ve en büyük tepki kimden mi geldi? MHP Genel Başkan Yardımcısı İsmet Büyükataman’dan. Büyükataman, Danıştay’a dava açan Avukatın dilekçesi ile Çubukçu’nun görüşleri arasında paralellik olduğunu belirttikten sonra, “Siz de eğer bir and kaleme alırsanız, kime sunacaksınız?”, “’Andımız Kaldırılsın’ diye düzenlenen imza kampanyasına imza atmayı düşünüyor musunuz?”, “Röportajınızdaki söylemlerinizin, hükümetinizin yürüttüğü açılımla bir ilgisi bulunmakta mıdır?”, “Andımızdaki ‘Ne mutlu Türküm diyene’ sözünden de rahatsızlık duyuyor musunuz?” gibi sorular yöneltti.

Büyükataman’ın o sorularına cevap gelmedi.

Eğitimin 2023 Vizyonu İçin Ne İstendi?

Devam edelim.

2010 yılının son aylarında, “2023 vizyonunu” belirlemek üzere 18. Milli Eğitim Şurası toplandı. Komisyonlardan geçirilen bir önergeyle, raporda şöyle bir maddeye yer verildi:

Törenler ve toplantılar paylaşma, bütünleşme, denetim ve kontrol mekanizmaları olup, okul yönetimi tarafından, kültürü etkileme, değiştirme ve yeni değerlerin paylaşılması amacıyla rutin ve zoraki katılıma dayalı etkinlikler olmaktan çıkarılıp, yoğun olarak ortak duygu ve değerlerin paylaşımını sağlayacak şekilde düzenlenmelidir.”

Haliyle akla, Andımız ve İstiklal Marşı’nın okutulmaması geldi. Bu öneriye sadece eğitim camiası değil, milletvekilleri de tepki gösterdi. Örneğin, MHP milletvekilleri Kasım 2010’da TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin görüşmelerinde, şunları söyledi:

Mehmet Günal: “Rutin ve zoraki katılıma dayalı etkinlikler nelerdir?.. Zoraki olan eğitimler ne demektir? Andımızın kaldırılmasıyla ilgili madde kalkınca, bu, yerine bir ikame olarak mı konuldu?”

Mustafa Kalaycı: “Eğer Millî Eğitim Bakanlığı bu maddeyi Şûra kararı olarak kabul eder ve uygulamaya sokarsa, bundan sonra İstiklal Marşı, Andımız ve millî bayramlarla ilgili kutlama programlarına katılım zorunlu olmaktan çıkmaktadır. Benzeri tekliflerin bazı bölücü çevrelerce daha önce dile getirildiğini de hatırlatmakta fayda görüyorum.”

Emin Haluk Ayhan: “Şura’dan çıkan, İstiklâl Marşı ve diğer hadisiyle ilgili hadise biraz sıkıntılı. Bunu, yani en azından üzüntüyle karşıladığımı ifade ediyorum.”

Bakan Nimet Çubukçu’nun bu tepkilere cevabı ise şu oldu:

Milli Eğitim Şura’ları… eğitim alanındaki belki de en yüksek istişare kurulu. O yüzden orada bütün kesimlerin temsil edildiği yani sivil toplum örgütleriyle, sendikalarıyla, fikir birliktelikleriyle aynı anda tartışıldığı bir ortam… Şûrada dile getirdiğim hususlar, bir tavsiye niteliğinde, tartışmaya açık, ama demokratik bir platformda oluşmuş ve çıkmış sonuçlar olarak değerlendirilmesi gerekir. Her şeyden önce eğitim camiasının en önde gelen isimlerinin tartışıp bir şekilde karara bağladığı ve benim de Millî Eğitim Bakanı olarak önem verdiğim ve kendime yol gösterici olarak alacağım kararlar oldu… Millî güvenlik dersleri gibi, işte törenler gibi gerçekten bugünün demokrasi, insan hakları dersi gibi bunlar bugünün eğitim çerçevesi içerisinde artık tartışılması gereken konular. Türkiye bunları aşabilecek düzeydedir.”

Erdoğan: “Artık Kimlik Dayatan Devlet Yok

Sonuç; 2012’de Çubukçu’dan sonraki Bakan Ömer Dinçer zamanında Andımız’ın önce ortaokullarda okutulması yasaklandı.

Sadece 1 yıl sonra da ilkokullarda.

İlkokul yasağını ise 30 Eylül 2013’te “Demokratikleşme paketini” açıklayan dönemin Başbakanı Erdoğan, şu sözlerle müjdeledi:

Çok açık söylüyorum; demokratikleşme paketleri milletimizin yüzünü güldürür, darbecilerin ise uykusunu kaçırır… Artık Türkiye’de, kimlik dayatan, makbul vatandaşı tanımlayan, vatandaşlarının kökeniyle, inancıyla, dünya görüşüyle uğraşan bir devlet yoktur… Bu paketin kıymetini en iyi, bu işin dertlisi olanlar, yüreği yananlar, ocağına ateş düşenler bilir. Bu paket, acıların tedavisi, özellikle, ölümlerin son bulması, akan kanın durması, akan göz yaşlarının dinmesi noktasında son derece önemli bir adımdır. Bu paket, bir istikamet çizmektedir, bir kapı aralamaktadır. Bu paket, 11 yıl önce hayali dahi kurulamayan, telaffuzu dahi yasak olan hak ve özgürlükleri getiren bir pakettir. Yine tekrar ediyorum; bu bir aşamadır, bir basamaktır, büyük Türkiye istikametinde çok önemli bir safhadır. Bu paket, birilerinin dediği gibi, dayatmanın eseri değildir. Bu paket, bir müzakerenin, bir pazarlığın eseri asla değildir. Demokratik hak ve özgürlükler, müzakerenin, pazarlığın, dayatmaların konusu olamaz… Akil İnsanlar Heyeti’nin çalışmaları bizim referansımızdır. Pakette açıklayacağımız her bir maddenin, işte bu referansların bir ya da bir kaçına tekabül ettiğini göreceksiniz… 1933 yılında, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bir genelge yayınlanmış, ilk ve orta dereceli okullarda ‘Andımız’ uygulaması başlatılmıştı. Bu uygulama zaman zaman kaldırıldı, metin değişikliğe uğradı. 12 Mart ve 12 Eylül’de, bireysel girişimler neticesinde bu uygulama devam etti. Geçen yıl, ortaokullarda bu uygulamayı kaldırmıştık. Şimdi de, ilkokullarda bu uygulamaya son veriyoruz.”

Daha anlatacaklarımız var. Yarın devam edelim.

Not: “Ne mutlu Türküm diyene” diyerek, Çanakkale Zaferi’mizin 106’ıncı yıldönümünü kutluyor, Atatürk ve silah arkadaşlarını bir kez daha saygıyla selamlıyor, tüm şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum. Mekânları cennet olsun.---

Andımız Yasağından Sonra Sırada Ne Var?

Dünkü yazımızda, daha çok “çözüm süreci” ile bağlantılı sanılan Andımız karşıtlığının zihni kökenlerini mercek altına aldık. Bugün de “Anti-Andçıları” anlatmaya devam ederken, bir sonraki hedefin ne olabileceğine bakalım.

Mümtaz’er Türköne’yi bilirsiniz. Zaman’da yazardı. “FETÖ”den tutuklandı, hakkında hüküm verildi.

Sonra?

Okutulması yasaklanan “Öğrenci Andı” için “Kırmızı çizgimiz” diyen MHP Lideri Devlet Bahçeli, geçen Haziran’da şu açıklamayı yaptı:

Bugün Ülkücü şehidimiz Mustafa Türköne’nin şehadetinin 41.yıldönümüdür. 23 Haziran 1979’da 21 yaşındayken şehit düşmüştü. Ağabeyi Mümtaz’er Türköne ise cezaevindedir. Mümtaz’er Türköne’yi öğrencilik yıllarından itibaren tanırım. Aleyhe de pek çok yazısı ve beyanatı olmuştur. Ülkücü şehidimizin ağabeyi olan ve geçmişte davamıza emek vermiş Mümtaz’er Türköne’nin gerçekten suçlu olup olmadığına karar verecek yegâne merci Türk adaletidir. Adil ve hakkaniyetli yargılamayla Mümtaz’’er Türköne’nin üzerine atılı isnatların netleşmesi de mümkün olacaktır. Dileğim, bir haksızlık varsa, bunun acilen düzeltilmesidir. Osman Kavala’nın, Altan kardeşlerin, Nazlı Ilıcak’ın ve daha pek çok sorunlu kişinin masum gösterilmeye çalışıldığı bir yerde şehit ağabeyi Mümtaz’er Türköne’nin davası tekraren ve titizlikle değerlendirilmelidir.”

Bu çağrıdan sonra Türköne’nin davası tekraren değerlendirildi ve tahliyesine karar verildi.

Konumuz, şehit ağabeyi Mümtaz’er Türköne’nin “Andımız”a bakışı.

Örneğin; Ocak 2012’de Zaman Gazetesi’ndeki bir yazısında, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı törenlerinin 1930’lu yıllarda faşist İtalya’dan alındığını, Cumhuriyet kadrolarının faşizmden çok derinden etkilendiğini belirtip, “Faşizm ölmedi. Türkiye’de stadyum ritüellerinde, darbe Atatürkçülüğünde ve bugün hâlâ çocukların hançerelerini yırtarak söyledikleri ‘Andımız’da yaşamaya devam etti. Bugün faşizm devlet içinden tasfiye edildi. Sembollerde yaşamaya devam ediyor. Kurtulmanın zamanı gelmedi mi?” dedi.

Yine o günlerde “Andımızdaki Türk Kim?” başlıklı yazısında şu iddialarda bulundu:

Bir Türk’ün çocukluk yıllarında her sabah ‘Türk’üm’ diye başlayan andımızı tekrarlaması ne anlama geliyor? Bir Kürt’e, ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ dedirtmekten daha kötüsü, aynı sözü bir Türk’e söyletmek. Zira bir Kürt bu lâfı ne kadar tekrarlarsa tekrarlasın, Türk olamaz. Ama bir Türk’ün zihninde ve ruhunda meydana gelen hasarı kim düzeltecek? Andımız, Türk’ü ve Türk olmayı yüceltmiyor. Türk olmayı, sadece otoriteye itaatin bir gerekçesine, bahanesine dönüştürüyor… ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ sözünü herkese söylettiğiniz, dağa taşa yazdığınız zaman Türk Milleti ne kazanıyor? Mantıklı soru: Gerçekte ne kaybediyor? Milli Eğitim Bakanlığı’nın ‘Türklüğe zarar veren’ bu andı hemen kaldırmasını Türk milliyetçilerinin de talep etmesi gerekmiyor mu?”

24 Eylül 2013’te de şunları savundu:

Düpedüz yanlış olan bir şeyi genel kurala dönüştürdüğünüz zaman anlamını çözemediğiniz alışkanlıklar ortaya çıkıyor. Andımız, işte bu türden bir alışkanlık. Bu kadar ciddi bir saçmalığı, sorgulamadan tekrarladığınız için, sorgulama yeteneğiniz de gelişemiyor. Gözünüzün önüne, sabah okulun kapısından sıraya dizilmeden ve andımızı tekrarlamadan giren çocukları getirin. Öğretmen daha çok öğretmen olmak zorunda kalmaz mı? Demek ki andımız, öğrenimi engellemekten başka bir işe yaramıyor.”

Sadece PKK ile siyasi uzantılarının değil, AKP’liler, “İslâmcılar” ve “FETÖ”cülerin de aynı cephede yer aldığı, böylesi büyük bir “ittifak” sonucu Andımızın yasaklandığı ortada.

Başka Ne İstediler?

Dünkü yazımızda Mazlum-Der Diyarbakır Şubesi’nin “Öğrenci Andı”nın kaldırılması için yaptığı faaliyetlerden söz ettik.

Aynı merkez, 19 Mayıs 2013’te bir kampanya daha düzenledi; Bu defaki istek, “Gençliğe Hitabe”nin kaldırılmasıydı. Dahası, kendilerince bir “Alternatif gençliğe hitabe” sundular.

Mazlum-Der’in açıklamasında şöyle bir ayrıntı da vardı:

Başta ‘Andımız’ ile ‘Gençliğe Hitabe’ gibi tek tipçi, ötekileştirici metinler olmak üzere, her türlü sembol, ritüel ve etkinlik eğitim sisteminin dışına çıkarılmalıdır.”

Acaba “Andımız ve Gençliğe Hitabe gibi”den kast edilen neydi?

Bunun cevabını vermeden önce düne dair iki not aktaralım.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun “Öğrenci Andı okutulmasın” kararı tartışılırken, İktidarı destekleyen Yeni Akit Gazetesi, “Büyük Türkiye bugünlere and içerek değil, çalışarak geldi… Tek ortak andımız İstiklal Marşı’mız” manşetiyle çıktı.

Aynı gün Erdoğan, Devlet Övünç Madalyası Tevcih Töreni’nde şu konuşmayı yaptı:

Bu yıl aynı zamanda İstiklâl Marşı yılıdır. İstiklâl Marşı’nın her bir kelimesi, satırı ve her bir dörtlüğü, verilen mücadelenin tarihi önemini anlatan mesajlarla doludur. Milli andımız olan İstiklâl Marşımız aynı zamanda bize niçin birlik olmamız, niçin devletimizi güçlendirmemiz gerekiyor anlatıyor. İstiklâl Marşındaki ruhu hep birlikte içselleştirmemiz, 7’den 70’e milletimizin tüm fertlerine aşılamamız bu bakımdan önem taşıyor.”

İşte Erdoğan’ın bu sözleri de, “Milli andımız İstiklâl Marşı’dır” diye özetlendi.

Gibi” İstiklal Marşı Mıydı?

Mazlum-Der’in 2013’teki “Andımız ve Gençliğe Hitabe gibi” ifadesine dönelim.

Yine dünkü yazımızda, AKP’ye yakınlığıyla bilinen Memur-Sen Konfederasyonu’na bağlı Eğitim-Bir-Sen’in daha 2007 yılında Andımız’ın kaldırılmasını istediğine dikkat çektik.

Sendikanın talep listesinde, şu da yer alıyordu:

“Okullarda İstiklâl Marşı’nın okunduğu törenlere son verilsin.”

Bu zihniyetle nerelere varır bilinmez, ama şunu vurgulayalım:

Andımıza ve Türklüğe savaş açanların, “Türkiye’nin önüne Sevr konmak isteniyor.” diye yakınmaya hakkı olabilir mi?!

 

 

 

You have no rights to post comments

Köşe Yazarları


Annemin Ardından...
Cuma, 25 Ağustos 2023
...
TÜRK BAYRAMI: NEVRUZ
Salı, 29 Mart 2022
...

An itibariyle ziyaretci sayısı:

92 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi