Ateşi Yeniden Yakmak - Zafer SARAÇ

Ateşi Yeniden Yakmak

 

Zafer SARAÇ

Edebiyatımızı ve fikir dünyamızı zenginleştiren münevverlerimiz ebedi âleme irtihal ettikten sonra eserleriyle yaşamalarına karşın, aciz hafızamızda aynı diriliğe malik olmayabilirler. Bazı eserler ve yazarlar kıymık gibi dimağa öylesine saplanır ki, ismen her anımsanışında insanı bir yerlere götürür. Fakat geçmişte kalan okumaya dair her anı zamanla ateşi küllenmiş nostaljik bir sayıklamaya dönüşür. Oysaki edebiyatın koru sönmesine müsaade edilmeksizin körüklenmelidir. Sönen bir ateş var ise; yeni bir eser vasıtasıyla ışık misali karanlıkları aydınlatırcasına, ateşi yeniden yakılmalıdır. Böylelikle edebiyat tarihimize, yazarımıza borcumuzu layıkıyla ödememiz mümkün olur. İşte Mehmet Hayati Özkaya son kitabıyla çocukluğumuzdan bu yana yazdıklarıyla bize erdem, ahlak ve millî şuur kazandırmaya ahdetmiş gerçek bir münevverimiz olan Ömer Seyfettin’in ateşini yeniden yakarak yüreğimizi ısıtır.

Her Türkün kendi milli kültürüne karşı çeşitli vazifeleri olduğu gerçeğinden hareketle bu yazımızda ele alacağımız eser Ömer Seyfettin gibi milli edebi bir değere olan vefa borcunu ödemek kastıyla kaleme alınır. Bu nedenle çizilen karakterler, hayatın rüzgârı içerisinde savrulmalarına karşın Ömer Seyfettin’in başrolü oynadığı bir geçmiş mizanseninde arz-ı endam ederler. Ömer Seyfettin ilerleyen satırlarda her karakter ve anlatılan olay için ortak payda olur. Bu nedenle eser normal kurgulanmış romanların aksine dokümanter özelliklerini biyografik unsurlarla görünür kılar. Kurgunun içerisinde olayların akışına kendini kaptıran okur, belli bir aşamadan sonra artık romandaki her unsurun ortak paydası olan Ömer Seyfettin’i yavaş yavaş kanıksamaya başlar. Eserin son satırlarına gelindiğinde ise artık çocukluğun anılarına sıkışmış, ilk okunan hikâyelerin zihne kazıdığı isim Ömer Seyfettin, münevver ve mütefekkir rolü ile okuyana fazlasıyla aşina kılınır.

Her eserin arka planında en az onun kadar zengin muhtevayı sunan başka eserler vardır. Özkaya eserin giriş kısmında bu eserleri belirtmiştir[1]. Deyim yerindeyse bu eserler ateşi daha önceden yaktıkları gibi yazara da gerekli ilhamı vermiştir. Bu manada Ömer Seyfettin’in fikirlerini aşikâr eden makaleleri bazen mezkûr eserlerden iktibas edilerek, karakterlerin dilinden okura ulaştırılmıştır. Ömer Seyfettin’in hayatına dair biyografik unsurlar bazen kendi şahsi günlüğü vasıtasıyla ya da onu içselleştirmiş olan karakterlerin paylaştıkları bilgilerle su yüzüne çıkmıştır.

Bu minvalde son satıra değin Ömer Seyfettin’e dair parçalar adeta bir yapboz tahtasında zemine tek tek yerleştirilir. Böylece okur ortaya çıkan tablonun seyir zevkiyle Ömer Seyfettin’i daha iyi tanır. Hatta ilerleyen satırlarda ete kemiğe bürünen Ömer Seyfettin otobiyografik özelliklere namzet bir şekilde romanın karakterler dünyasına girerek kendisini gösterir. Bir halüsinasyon şeklinde hayal dünyasında esas karakterle temasa geçen Ömer Seyfettin konuşarak, adeta kendisine dair açıkta kalan unsurlara ait boşlukları doldurur.

Eser her ne kadar Ömer Seyfettin’i merkeze almışsa da; geçmiş gelecek arasında git-geller yapan iyi çizilmiş karakterler bulundukları kurgu zeminine iyi bir şekilde oturarak, çevre unsurların merkeze intibakını sağlamıştır. Her bir karakter Ömer Seyfettin’in şahsında adeta onun kişiliğinin bir yansıması olarak üstüne düşen görevi yerine getirmiştir. Örneğin karakterlerdeki idealist yönelim Ömer Seyfettin’in karakter yansımasının bir tezahürüdür. Ayrıca kültürle hemhal olan karakterler Ömer Seyfettin’in anısına gereken özeni göstermek için adeta birbirleriyle yarışır. Üstelik geri planda karakterler arasında geçen diyaloglar Ömer Seyfettin’i odak noktasına koymakla beraber, yüksek dozda edebi bir sohbet havasını okura sunarak bilgiyi daha kâmil hale getirir. Neticede Özkaya’nın benimsediği bu metotla Ömer Seyfettin’in okur tarafından daha iyi tanındığına şüphe yoktur.

Sadece biyografik unsurlardan kâmilen şekillenen bir eserin Özkaya’nın ele aldığımız eseri kadar iyi bir etki yapacağı düşünülemez. Çünkü biyografik bilgiler soğuk bir şekilde sadece bilgi temelli servis edilir, oysaki duygunun ziyadesiyle bilgiyi zenginleştirdiği bir eserde daha sıcak bir okur-yazar irtibatı mümkündür.  Çünkü salt bilginin vermek istediği mesaj kadar duygu yüklü bilginin verdiği mesaj bazen daha evladır.

Ömer Seyfettin de kendisinden önce ve sonra yaşamış birçok Türk münevveri ve mütefekkiri gibi bu dünyadan göçmüştür. Fakat kendisiyle beraber götürmediği bir şey vardır: Fikirleri… Fikir ölümsüzdür. Adeta kevser suyuna batırılmış gibi ebediyen yaşar. Hele bir millete can suyu olacak idealizmi aşılıyorsa; o fikir yalnızca yaşamakla kalmaz, dokunanı da yaşatır. Fikirlerin yaşaması bir anlamda müellifinin yaşaması demektir. Bu nedenle Ömer Seyfettin’in genç yaştaki kaybının katı soğukluğu ancak onun hatırasının buzlarını çözecek bir ateşin yeniden yakılmasıyla mümkündür. Özkaya yaktığı ateşle hem fikirleri hem de müellifini diriltir. İdrak etmek dileğiyle…

 

 

 

[1] (Bkz. Polat Nazım Hikmet; Ömer Seyfettin Bütün Nesirleri, TDK Yayınları, Ankara, 2011.- Alangu Tahir; Ülkücü Bir Yazarın Romanı, YKY, 2. Baskı, İstanbul, 2017.)

You have no rights to post comments

Yazarın Biyografisi

Mehmet Hayati ÖZKAYA

Mehmet Hayati ÖZKAYA, 1959’da Van’da doğdu.  İlk ve orta öğrenimini Adana’da, yükseköğrenimini Eskişehir’de tamamladı. 1982 yılından itibaren çeşitli liselerde edebiyat öğretmeni ve idareci olarak çalıştı. 1993-1995 yıllarında İtalya’nın Trieste şehrinde Yabancı Diller Enstitüsü’nde Türkçe okutmanlığı yaptı. Evli ve iki çocuk babası olan Özkaya’nın Kıssa-i Aşk, P.K 546- İdealist Bir Neslin Hikâyesi- ve Ateşi Yeniden Yakmak adlı kitapları vardır.

An itibariyle ziyaretci sayısı:

156 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi