ATEŞİ YENİDEN YAKMAK

ATEŞİ YENİDEN YAKMAK

Aslı Zeynep AYDIN
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Ateşi Yeniden Yakmak'ı 12 Ocak gibi soğuk ve karlı bir kış gününde alıp aynı gün okumaya başladım. O gün Ankara gerçekten çok soğuk olduğu için midir bilmiyorum kitabın ilk cümlesi olan “Ilık bir ilkbahar akşamıydı” beni birdenbire yakaladı. Kitabı bir türlü elimden bırakamadım. Hem bu ilk tümcesinin etkisi hem de kitapta Ömer Seyfettin'le ilgili bir şeyler olduğunu bilmek beni bu kitaba karşı daha da meraklı hale getirdi. Evet, bu kitapta Ömer Seyfettin'le ilgili bir şeyler vardı ama veriliş biçimi neydi? Bunu ciddi anlamda merak etmiştim, okumaya devam ettim.

Kitabımızda her bir karakterin kendi başına ayrı birer roman olacak kadar özgün öyküleri var. Kitabın karakterleri: Yusuf, Ayas, Doktor İlhan, Nuray, Deniz, Sabriye Teyze'dir. Yan karakterler: İkbal (Devrimci Abla), Sedat Bey, Cem Bey ve Leyla Hanım'dır. Bu adların içinde Yusuf ve Ayas'ı başkarakterler olarak ele alabiliriz çünkü diğer insanların ilişkileri bu iki karakterle de mutlaka bağlantılı. Ömer Seyfettin'i halka tanıtma projesinin fikir babası Yusuf, yazarın öykülerini senaryolaştırma görevini verdiği kişi ise Ayas'tır. Ayas ve Yusuf, halk içinde büyük bir saygınlığı olan Sabriye Teyze'yi anneleri kadar yakın görürler. Evli olan Doktor İlhan ve Nuray'ın öyküsü ise kitapta insanın merakını diri tutan başlıca olaydır. Doktor İlhan ve Nuray arasında neler olduğunu kesin bir biçimde öğrenebilmeniz için kitabı sonuna kadar okumanız gerekiyor. İlhan ve Nuray'ın ve Deniz'in Yusuf ve Ayas'la olan bağlarını da kitabı okudukça kavrıyorsunuz. Sedat Bey Nuray'ın patronu, İkbal çalışma arkadaşı, Leyla Hanım da annesidir. Cem Bey Nuray'ın çalıştığı gazetenin “Tarihte Bu Ay” köşesini hazırlayan emekli bir tarih öğretmenidir. Olayların akışında bir etkisi bulunmasa da yazar onu, kitabın içine bir tarih otoritesi olarak yerleştirmiş diyebiliriz. Cem Bey, Atatürk'ün Ömer Seyfettin'in “Türklerin Milli Bayramı Yeni Gün- 9 Mart” yazısını yüzde yüz okumuş olduğu düşüncesindedir. Ömer Seyfettin bu yazısında Bozkurt'un Türklerin ulusal simgesi olduğunu söyler ve ulusumuzu, aslımızı, esasımızı anımsatacak ulusal işaretleri gözümüzün önünden ayırmamamız gerektiği önerisinde bulunur. Atatürk'ün yaptığı Bozkurt amblemli para ve damga pulları bastırmak, Kahramanmaraş'a diktirilen Bayrak Taşıyan Bozkurt yontusu, Bozkurt sigaraları, okullardaki izcilere “yavrukurt” denmesi gibi atılımlar Ömer Seyfettin'in önerisine uyar niteliktedir. Yazar bu derin temellere sahip olan savı bir tarih otoritesi olan Cem Bey ile öyküye katmayı daha uygun bulmuştur ve bu bence de çok yerinde bir atılımdır.

Ömer Seyfettin ise kitaba kendi kimliğiyle Ayas sayesinde dahil oluyor. Ayas'ın belleği yazarın öyküleriyle o kadar meşguldür ki, belki bu yüzden, Ömer Seyfettin tarafından sık sık ziyaret edilir. Okuyucu, Ömer Seyfettin'in geldiği ilk bölümde Ayas'ın hayal gördüğünü sanıyor ancak sonraki zamanlarda hem Ayas hem de okur bu ziyaretleri kanıksıyor. Bu kanıksamayı Ayas'ın “Tüh be bir çay bile içemeden gitti” tümcesinden daha rahat anlayabiliriz. Yani Ayas Ömer Seyfettin'in onunla konuşabilmesine şaşırmak evresini artık çoktan atlamış, yazara çay ikram edemediğine üzülmekte...

Ömer Seyfettin'in geldiği bölümlerde Nihal Atsız'ın Ruh Adam romanında Yüzbaşı Şeref'in Selim Pusat'a yaptığı ziyaretler aklıma geldi. Bu iki ziyaret arasındaki temel fark ise Yüzbaşı Şeref'in ziyaretlerinin daha mistik, Ömer Seyfettin'inkilerin daha gerçekçi ziyaretler oluşu.

Ömer Seyfettin'in öyküleri karakterle tarafından okunmak suretiyle kitapta kendine yer buluyor. Bu durum genellikle Ayas'ın okumaları ya da Yusuf'la Ayas'ın tiyatro metinleri için gerekli düzenlemeleri yapmak için okumaları şeklinde. Tabii ki öykülerin hepsi olduğu gibi kitaba yerleştirilmemiş. Öykülerin en can alıcı bölümleri ya da ana fikirlerinden söz ediliyor. Bunların dışında Ömer Seyfettin Ayas'ın yanına geldiğinde de “…..hikayemi ne için yazdım sanıyorsun?” gibi tümcelerle öykülerinden, düşüncelerinden söz etmekte, Türk gençliğine öğütler vermekte. Ömer Seyfettin'in hitap biçimi olarak sıkça kullandığı “cancağızım” sözcüğünü de yazarın unutmamış olması, bu ziyaretleri kanıksamanıza neden oluyor olabilir.

Kitapta belirsiz kalmış bir olay olduğunu düşünüyorum. Yani bu olayın sonraki zamanlarda etkilerinin hissedileceğini düşündüm ancak gerçekleşmedi. Perde Sanat Tiyatrosu'ndan oldukça geç bir saatte çıkan Ayas, bu mekana on- on beş dakika uzaklıktaki evine yürümektedir. Tam bu sırada yoldan geçen bir arabanın durduğunu ve bir kadının küfürler eşliğinde kaldırıma fırlatıldığına tanık olur. Ayas hemen kadına yardıma koşar. Kadın ağlamaktadır, ağzından burnundan kanlar gelmektedir.

Ayas elinde tuttuğu öykü senaryolarını bir kenara bırakarak kadına nerede oturduğunu sorar. Aldığı yanıt oldukça ilginçtir: “Ne yerde ne gökteyim bir garip seferdeyim”. Daha sonra taksi çağırır ve kadını hastaneye götürür, sabahleyin kadının kendisine bu fenalığı yapanın Ayas olmadığını polise bildirmesi üzerine Ayas hastaneden çıkar ve evine gelir. Belirsiz kaldığını düşündüğüm bu olayın sonradan romanın öyküsünün yönünü değiştirmesini beklemiştim.

Olasılıklarımdan biri Ayas'ın yazdığı tiyatro senaryolarını kaldırımda unutması ve böylelikle öykünün yön değiştirmesiydi.

İkinci beklentim ise kadının verdiği sırlı yanıttaydı. Bu yanıtın bir ipucu olduğunu, bu kadının bir biçimde olay örgüsüne dahil olarak akışı değiştireceğini düşünmüştüm ama olmadı. Ayas'ın bu olayı Yusuf'a anlatması ve Yusuf'un ona bir süre o yolu kullanmamasını tembihlemesi bu beklentilerimi güçlendirmişti. Kısacası bu olayın ardının biraz boş kaldığını düşünmekteyim. Ancak bu olay Ayas'ın mert, iyi yürekli bir insan olduğunun vurgulanması için olay örgüsünde yer almış olabilir diye düşünmekteyim.

Karakterlerimizin yollarını kesiştiren mekan İskenderun'dur. İskenderun'un tanıtımı kitapta çok doğal bir biçimde yapılmış.

Karakterlerin gittikleri, gitmeyi planladıkları yerler sayesinde okurda da İskenderun'a gitme hevesi uyanıyor. Kitabın geçtiği zaman dilimi ise 1998'dir. Bunu kesin olarak Perde Sanat Atölyesi ile Valilik arasında imzalanmış olan “Ömer Seyfettin Bizlerle” projesi kapsamında imzalanan protokolün tarihinden anlayabiliyoruz: “Proje kapsamında 20 Eylül 1998 ile 20 Mayıs 1999 tarihleri arasında büyük hikâyecimizin oyunlaştırılmış hikâyeleri seyircilerle buluşacak…” Sayfa 195'teki 80'ler geride kalmış 90'lar yaşanıyordu” tümcesi bizi tam olarak yıla götürmese de 90'lı yıllar içinde bulunulduğunun ipuçlarını veriyor.

Kitabın sonu çok sakin bir biçimde bitti. Yani olaylar bir sonuca bağlanmadan, daha doğrusu okuyucunun hayaline emanet edilerek. Ben en azından İlhan ve Nuray'ın ilişkilerinin bir kesinliğe bağlanmasını dilerdim. Ya da Devrimci Abla'nın olayının... Aslında bu yarım bırakılmışlık, haydi böyle söylemeyelim de, bu tamamlanmamışlık belki de Ateşi Yeniden Yakmak-2'nin habercisidir belki, bilemeyiz. Ama en nihayetinde her kitap kesin bir sonla bitecek diye bir şey de yoktur. İyi bir okur bunu bilir.

Sonuç olarak, Ateşi Yeniden Yakmak kitabı benim açımdan farklı bir okuma deneyimi oldu. Her biri başlı başına birer olay örgüsüne sahip insanların yaşam öykülerini yazar usta bir şekilde kesiştirmiş. Ayrıca, yazarın Türkiye'de var olan sağ ve sol ideolojilerin söylem biçimlerine, görüşlerine oldukça hakim olduğunu görüyoruz. Kitabı okuduktan sonra genel kültürümde büyük bir artış yaşadığımı duyumsadım. Örneğin Ömer Seyfettin'in adını bilmediğim daha nice öyküsünün olduğunu öğrendim. Bu bile başlı başına büyük bir kazanım. Bunun dışında ünlü yazarların felsefik tümceleriyle karşılaştım, ozanların zaten bildiğim ya da ilk kez karşılaştığım dizelerini de okudum. Bu her yerinden bilgi fışkıran romanı, düşünce dünyalarına yol göstermesi için gençlere şiddetle öneririm.

 

Bu yazı Kitap Bozkurdu Dergisi'nin

Temmuz 2019 Sayısında yayınlandı.

 

İletişim:
www.kitapbozkurdu.com

 

 

You have no rights to post comments

Yazarın Biyografisi

Mehmet Hayati ÖZKAYA

Mehmet Hayati ÖZKAYA, 1959’da Van’da doğdu.  İlk ve orta öğrenimini Adana’da, yükseköğrenimini Eskişehir’de tamamladı. 1982 yılından itibaren çeşitli liselerde edebiyat öğretmeni ve idareci olarak çalıştı. 1993-1995 yıllarında İtalya’nın Trieste şehrinde Yabancı Diller Enstitüsü’nde Türkçe okutmanlığı yaptı. Evli ve iki çocuk babası olan Özkaya’nın Kıssa-i Aşk, P.K 546- İdealist Bir Neslin Hikâyesi- ve Ateşi Yeniden Yakmak adlı kitapları vardır.

An itibariyle ziyaretci sayısı:

43 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi