- Yayınlanma: Pazar, 10 Ocak 2021 18:00
- Kategori: Dr.Halil Atılgan
- Gösterim: 1022
Dr. Halil ATILGAN
1954 – 28.02.2012 İmami Sarıkamış’a Ağıt söyler ağıt yakar |
Yıllardır Anadolu’yu adım adım dolaştı. Yurdu saran bir ses, dillerden düşmeyen türkü, gözlerde şavkıyan ışık, gönüllerde kabaran bir heyecan olmaya çalıştı. Bazen Toros Dağlarında uğultu, Çukurova’nın sarı başaklarında, ak çiçek açan Çukurova pamuğunda bereket, halk ozanı deyince Çukurova’da akla ilk gelen isimler arasında yerini aldı. O şiirlerinde kanatlı bir kuş oldu. Bir baktık Niğde’de, bir baktık Mardin de, Maraş’ta, Göksun Tekir‘de. Toros Dağlarının öten bülbülü, Çukurova’nın sarı sıcağı oldu.
Ustası Karacaoğlan gibi dertlilere deva, hastalara şifa, darda kalanlara ise Zümrüt’ü Anka kuşu olmaya çalıştı. Karacaoğlan, Dadaloğlu, Deliboran, Elbeylioğlu, Âşık Garip atam dedi. Vurdu bağlamasını omzuna diyar diyar dolaştı. O, aşk ve sevda şiirlerinin ustası, güzellerin hastası, batan güneşte, doğan ayda sevdiğini arayan, gönül yoldaşı ustaların ustası Karacaoğlan’nın yolunu takip etti. Az gitti uz gitti, dere tepe düz gitti. Türkülere, Çukurova’ya, Toros Dağlarına sevdalandı. Türkülere olan sevdası gün be gün arttı. Onulmaz yaralar açtı yüreğinde. Anasının ağıtı, babasının sırları onunla dile geldi. Ana kucağının sıcaklığını buldu türkülerde. Sevdasının dumanı yükseldi. Kavuşamayanların arzusu siyim siyim gözyaşı oldu. Köyünün dağları şekillendi. Koyak koyak, köy köy dolaştı Anadolu’yu. Sevdası karasevdaya dönüştü. Türküler ekmek parası oldu. Tepeye uçarak değil sürünerek çıktı. Hayat denen selin önünde bazen doluya, bazen fırtınaya tutuldu. Ama yılmadı. Ozanlar diyarı Çukurova’da ustalarına özendi. Onlar gibi saz çalıp türküler söyledi. Ağıtlar yaktı. Bazen Düziçi’de Hatice Gelinin, bazen de İzmir’de askerken künyesi gelen Avşar Ali’nin ağıtı oldu. Sonra da Ağıta Ağıt yaktım dedi. Vurdu bağlamasının tellerine.
AĞITLARA AĞIT YAKTIM
Acısı olan derdinden
Ağıt yakar ağıt söyler
Seven sevdiği ardından
Ağıt söyler ağıt yakar
Bulutsuz toza dumana
Alkanlı güllü çemene
Elaziz Ano Yemen’e
Ağıt söyler ağıt yakar
Nene Hatun balasına
Rus başının belasına
Şenlik Kars’ın kalesine
Ağıt söyler ağıt yakar
Oflular Reis Temel’e
Veysel Mustafa Kemal’e
Ürgüplüm algın Cemal’e
Ağıt söyler ağıt yakar
Koca Anşa anam hatın
Avşar Selver nenem hatın
Çeçeli’de (Karaisalı) Sinem Hatın
Ağıt söyler ağıt yakar
Seyhan Ceyhan Deliçay’a
Sis Anavarza Tumlu’ya
İsmet Atlı’m Adana’ya
Ağıt söyler ağıt yakar
Fransızlar’ı sürene
Düşmana çete kurana
Varsaklar Gizzik Duran’a
Ağıt söyler ağıt yakar
Gönül vermiş mahkûmuna
Asılmış kıymış canına
Sazlar Mefaret Hanıma
Ağıt söyler ağıt yakar
Düşmanlar gelse yerime
Ateşler düşer serime
Tarsuslum Molla Kerim’e
Ağıt söyler ağıt yakar
Tutulmuş karakışa
Başlarında Enver Paşa
Zala ebem Sarıkamış’a
İmami Sarıkamış’a
Ağıt söyler ağıt yakar
diyerek duygularını dile getirdi. “Ağıta ağıt yakarken”, Tarsusluların Molla Kerim’e, Bodrumluların Mefaret Hanıma, Ürgüplü Refik Başaran’ın Cemale, Âşık Veysel’in Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ağıt yaktığının bilincinde olduğunu da ortaya koydu.
Yöre ağıtlarını tek tek tespit etti. Derledi, toparladı sonra da yorumladı. Ve ülkenin en iyi ağıt yorumcularından biri oldu. Geçmişle gelecek arasında önemli bir köprü olmayı başardı.
Anadolu’yu ne kadar gezerse gezsin son durak hep Çukurova oldu. Bazen de Âşıklar meydanında aldı soluğu. Ülkenin tüm ozanlarıyla boy ölçüştü. Çukurova’nın halk müziği özelliklerini ve güzelliklerini tanıdı. Bozlaklarını, kırık havalarını çaldı okudu. Güreş meydanlarının da en iyi takdimcisi oldu.
Zaman onun dünyasında üç gönül penceresi açtı. Bu pencerenin birinde Halk
Ozanı İmami’yi, diğerinde Mahalli Sanatçı İmami’yi, öbüründe güreş meydanlarının unutulmaz takdimcisi ( Cazgır) İmami’yi gördü.
Halk Ozanı İmami özelliğiyle bağlamasını dile getirdi. Âşıklar meydanında doğaçlama şiirler söyledi. En usta âşıklarla yarıştı. Kısaca o bu hanede Ozan İmami oldu. Bu kapıdaki başarısından dolayı çeşitli ödüller aldı. Kısaca ozanlık geleneğinin tüm kurallarını eksiksiz yerine getirdi. Ustaca mizahi şiirler yazdı. O Yaratılanı severdi Yaratandan ötürü. Senlik benlik bilmezdi. Alevi de Sünni de birdi onun için. Bu değerlere oldukça hassasiyet gösterir, canlı olması, yaratılmış olması, Allah’ın kulu olması yeterdi.
Sevmek bir nevi ibadetti onun için. Yunus Emre’nin “Sevelim sevilelim bu dünya kimseye kalmaz” demesi onun önemli prensiplerindendi. Kimseye kini olduğunu görmedim duymadım.
Biz kimseye kin tutmayız ağyar dahi dosttur bize
Nerde ıssızlık var ise mahalle vü şardır bize
Adımız miskindir düşmanımız kindir bizim
Biz kimseye kin tutmayız kamu âlem birdir bize
diyen Koca Yunus gibi oda Alevi’de Sünni de birdir bize diyerek duygularını katıldığı yarışmada “Cümlemiz Âdem’in evlâdı ise / Alevi de benim Sünni de benim” diyerek dile getirdi ve vurdu bağlamasın tellerine:
Cümlemiz Âdem’in evlâdı ise
Alevi de benim Sünni de benim
Ali Muhammed’in damadı ise
Alevi de benim Sünni de benim
Sevgi saygı bütün şeyin başıdır
İkisi de birbirinin eşidir
Ayrım gayrım güden cahil kişidir
Alevi de benim Sünni de benim
Hünkâr Hacı Bektaş Veli bendedir
Yunus Mevlâna’nın yolu bendedir
Muhammed bendedir Ali bendedir
Alevi de benim Sünni de benim
İncil Tevrat Zebur kadim kelamın
Mürekkebi birdir yazan kalemin
Âlemi yaratan Rabbil alemin
Alevi de benim Sünni de benim
Eleme çileye gama girmişim
Semahlar dönerek deme girmişim
Camiye girmişim ceme girmişim
Alevi de benim Sünni de benim
Kadını erkeği kahraman halkım
Sonuncusu benim evvelim ilkim
Cihanı âleme bedel bir Türküm
Alevi de benim Sünni de benim
Yalnız dostluk için düştüm bu yola
Zerrece kalbime koymadım hile
Dört halife oniki’mamla bile
Alevi de benim Sünni de benim
Elestüde ahdı eman eyledim
Nice yıldır devri zaman eyledim
İmami’yem Hakk’a iman eyledim
Alevi de benim Sünni de benim ”
diyerek avazı çıktığı kadar bağırdı. Çukurova’nın köylerini, Kayseri’nin özellikle Avşar köylerini bir bir dolaştı. Yazın şakır şakır yarılan Çukurova topraklarında at koşturdu doludizgin. Yaz gelince yaylalara göçtü. Atası Karacaoğlan adına konulan Altın Saz yarışmasında onca âşıkların birincisi oldu. Çukurovalı ünlü âşıklardan feyiz aldı. Kadirli’den: Abdülvahap Kocaman, Feymani, Halil Karabulut, Feke’den Âşık Hacıkarakılçık feyiz aldığı âşıklar arasında ilk sırada yer aldı.
Mahalli Sanatçı İmami özelliği ile Çukurova türkülerine hâkimdi. Bozlaklarını iyi bilir, Çukurova havalarını iyi söylerdi. Onun en önemli özelliklerinden biri işini ısmarlama yapmazdı. Okuduğu türküye duygu katar, hakkını verir, duygusuz türkü okumazdı. Kısaca o duygu yüklü bir halk ozanı, yüreği sevgi dolu bir mahalli sanatçı, ozanlık geleneğinin tüm kurallarını bilen ve uygulayan bir Âşık İmami idi. Sesinin parlak olması, ozanlık geleneğini iyi bilmesi meslektaşlarını kıskandırırdı.
Önce söylediğimiz gibi onun hiç ayrısı gayrısı yoktu. Gavur Dağları en yakın komşusu idi. O dağlarda da çok at koşturdu. Bir baktık Düldül’de bir de baktık Hodu Yaylasında aldığı soluğu. Attı elini kulağına yanık bir Ceren türküsü tutturdu Düldül Dağı’nın dibinde. Sonra Elbeyli havasına geçti. Ceyhan’ın Kıvrıklı köyünde Âşık Ferrahi ile hemhal oldu. Sonra vurdu geçti Amanoslar’a. Belen’den Amik ovasına aştı. Öksüz Ali’yi, Göğ Ala’yı, Şavo Gelini, Şam Elinin hurmasını orada tanıdı. Türkülerle yandı kavruldu. Onun dilinde ve telinde gün oldu Âşık Garip, gün oldu Kerem dile geldi. Sivas’ta Yahyalı Kerem’e ulaştı.
Benim ulu bir sözüm vardı. Yanık türküleri dinledikten sonra: Bu türküler bir gün öldürür beni diyerek hayıflanırdım. Dostlarımın yanında özellikle yanık bir türkü dinledikten sonra muhakkak söylerdim. Bu söz onun yüreğine önemli bir çentik atmış ki: Bir gün beni aradı. Hal hatır ettikten sonra “Bu türküler bir gün öldürür beni” diyerek başladı söze:
Anadolu’muzun ana dilinden
Bu türküler bir gün öldürür beni
Ah neyleyim gönül senin elinden
Bu türküler bir gün öldürür beni
Kimi yiğit söyler, kiri gariban,
Erzurum dağları kar ile boran
Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban
Bu türküler bir gün öldürür beni.
Türk'ü seven elbet bir türkü söyler
Baraklı bozlaklı aman ah eyler
Sürmeli gözlerin sürmeyi neyler
Bu türküler bir gün öldürür beni
Karalardan kara aklardan aktır
Sararmış ayvadır yeşil yapraktır
Benim sadık yârim kara topraktır
Bu türküler bir gün öldürür beni
Sazımı elime aldım alalı
Nerde güzel görsem başım belalı
Emir Dağı birbirine ulalı
Bu türküler bir gün öldürür beni
Çok ağlattı çok güldürdü kulları
Tatlı gelir Dadaloğlu dilleri
Kalktı göç eyledi Afşar elleri
Bu türküler bir gün öldürür beni
Türküyle kavruldum türküyle yandım
Türkü çığırmayan dilden usandım
Gide gide bir söğüde dayandım
Bu türküler bir gün öldürür beni
Türkülere gözüm gönlüm aç benim
Söyledikçe kuvvet benim güç benim
Hata benim günah benim suç benim
Bu türküler bir gün öldürür beni
İmami türküsüz geçmiyor günüm
Sevdadır mezhebim sevgidir dinim
Alevi de benim Sünni de benim
Bu türküler bir gün öldürür beni
diyerek şiirin tüm dörtlüklerini tamamladı. Şimdiye kadar türkü üstüne yakılan, yazılan şiirlerin de ilki oldu. O böylece bir de ilk gerçekleştirdi. Ağıta ağıt yaktı. Türküye türkü yaktı.
O Çukurova Türkülerinin yöre özelliklerini bilen, Karacaoğlan, Dadaloğlu Çığırmak kurulana uyan, avazıyla yöre türkülerini çok güzel yorumlayan bir sanatçı idi. O: Önce Ozan İmami, sonra Sanatçı İmami, Sonra Güreş Meydanlarının cazgırı İmami oldu. Yağlı güreş meydanlarının önemli isimlerinden biriydi. Ezberi kuvvetli olduğu için cazgırlıkta oldukça başarılıydı. Müthiş bir zekâya, çok iyi bir ezber yeteneğine sahipti. Hoşuna giden şiiri bir defa okuması kâfiydi. Kayıt cihazı gibi hafızaya alır, günlerden sonra satır atlamadan size okurdu. Evet, işte bu kişi Çukurova’nın yetiştirdiği önemli isimlerden biriydi. O sazıyla, sözüyle, sesiyle, artistik kabiliyetiyle müthiş bir enerjiye sahip Âşık İmami idi. 1954 yılında Kozan'ın Bağtepe köyünde doğdu. Adı Ahmet soyadı Demir. İlkokulu köyünde okuduktan sonra ortaokul ve İmam Hatip Lisesini dışarıdan bitirerek, 11 yıl Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde imamlık ve Kur'an kursu öğretmenliği yaptı. Esas mesleği imam olduğu için İmami mahlasıyla tapşırmaya başladı. Sonra mahkeme kararıyla soyadını İmami olarak değiştirdi.
Âşık İmami yöresinde Karacoğlan, Dadaloğlu türküleriyle, şiirleriyle büyüdü. Daha küçük yaşta geleneğin içinde buldu kendisini. 16 yaşında âşık olduğu kıza şiir yazarak türkü söylemeye başladı. Konya Âşıklar Bayramı'nda Usta Âşık ilan edildi. Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde yapılan yarışmalarda değişik ödüller alan İmami, bugüne kadar tek başına biri birinden güzel albümler hazırladı. Albümlerinin çoğunda Çukurova türkülerine yer verdi. Avşar Ali ve Sarıkamış Ağıtları tarafımdan derlenerek TRT repertuvarına kazandırıldı. İmami çok geniş bir ağıt repertuvarına sahipti. Yörenin tüm türkülerini en güzel şekilde icra etmesine rağmen, ağıt okurken yürekleri dağlardı. Saatlerce türkü okumasına rağmen bir gün olsun sesinin kısıldığına tanık olmadım. Ses özelliğinden ve güzelliğinden hiçbir şey kaybetmezdi. Âşıklık geleneğini en iyi bilen, âşıklık konusunda bilgisi olan, okuyan, yazan, âşık makamlarını bilen, derlemeci özelliği olan bir kişiliğe sahipti. Hoş sohbetti. Sohbetini muhakkak size de dinletir toplumun nabzını çok iyi tutardı.
Doğrusu onun ünlü bir âşık olması konusunda gayret gösterdim. Yaptığım tüm TV, radyo programlarına konuk ettim. Her programdan alnının akıyla çıktı. Kısaca o bir laf ebesiydi. Hiçbir lafın altında kalmaz, kelime haznesi oldukça genişti. Onun için de atışmalarda ayak konusunda sıkıntı çekmez, takıldı kaldı dediğin yerde hiç düşünmediğin bir sözcüğü ayak olarak kullanırdı. Ustaca doğaçlama şiirler söyler, söylerken de kişilerin özelliklerini dörtlüklerle sayardı. Ayrıca artistik özelliklere sahipti. Abdal fıkralarını onların diliyle anlatırdı. Repertuvarında (Bazıları müstehcen de olsa da) hayli abdal fıkraları vardı.
O gerçekten iyi bir ozan, iyi bir insan, iyi bir sanatçı idi. Onu 1985 yılında Çukurova Üniversitesinde Kültür Sanat Merkezi Müdürlüğü yaparken tanımıştım. O günden bu yana birlikteliğimiz sürdü. Saygıda hiç kusur etmedi. Gıyabımda minnetle yâd etti.
Onunla son kez 03 Şubat 2012 tarihinde Cuma günü birlikte olduk. Adana’da idim. Sevgili gönül dostum İbrahim Yılmaz’ın Adana’da Çifte Minare Cami civarındaki İddia Bayisinde otururken kendisini de çağırdık. Oğlu Ertuğrul’la birlikte geldi. Sonra Dünya Olimpiyat Şampiyonu İsmet Atlı da icabet etti. Hep birlikte Talat Beyin yaptığı nefis bamya ve bulgur pilavını yedik. İmami’nin neşesi yoktu. Onu ilk defa böyle gördüm. Her zaman ışıl ışıl eden yanakları solgun, gülen gözleri kan ağlıyordu. Hiç tanımadığım bir İmami vardı. Solgun, üzgün, bedbin ve de dünyadan zevk almayan bir İmami dikiliyordu karşımdı. Anlamıştım: Kader torbasındaki yazgısı karalı çıkmıştı. Bülbül gibi şakıyan diller sus pus. Küskün ve kırgın. Gülmeyen bir surat. Kısaca İmami çökmüştü. Hemen dikkatimi çekti. Onu yıllardır tanırım. Hiç böyle görmemiştim. Buna rağmen İddia Bayisinde görevli olan arkadaşlara bağlaması olmasa da doğaçlama dörtlükler söyledi. Ne kadar söylerse söylesin neşesinin olmadığı her halinden belliydi. Neşesinin olmadığını ben biliyordum. Çünkü onu iyi tanıyordum. Bir fırsatını bulup derdin nedir demenin yollarını arıyor, muhakkak sormam gerekir diye düşünüyordum.
Yemek yendi çaylar yudumlanıyor. Bense onunla özel konuşmak için fırsat kolluyordum. Bir fırsatını bulup; derdin nedir? Niye böylesin? Hayırdır bir sıkıntın mı var? dedim. Evet, sıkıntısı vardı. Sorun ekonomikti. Emekli maaşı yetmiyordu. Kışın da çalıp söyleme işi az olduğundan teker ters dönüyor, taş taşı yiyordu. İfadesine göre tez elden 6 – 7 bin liraya ihtiyacı olduğunu ifade etti. Nafaka borçlarını ödeyememiş.
Ben; meseleyi çözmek için girişimde bunacağımı, ancak biraz sabretmesini istedim. Dostlarla birlikte meseleyi çözmek için faaliyete geçtim. Fakat Adana’da daha fazla kalamadan 05 Şubat 2012 tarihinde Ankara’ya döndüm. Ama İmami’nin parasal problemini çözmek için de çalışmalar başlamıştı. Maalesef amacımıza ulaşamadan 28 Şubat 2012 tarihinde sabah acı acı çalan telefon ters mers etti bizi. Tanımadığım bir numara. Saat 09 30. Dünya Olimpiyat Şampiyonu İsmet Atlı ağabeyin şoförü Ali; Âşık İmami’nin intihar ettiğini söylüyordu. Şaşırdım. Elim ayağıma dolaştı. Nutkum kurudu. Nasıl mukabele etmeliyim diye düşünürken; olmaz, olamaz dediğimi hatırlıyor, avazım çıktığı kadar bağırıyorum. Yanlış olabileceğini düşünüyorum. İnanmıyorum. Olamaz sözcükleri ağzımdan köpürerek çıkıyor. Kendimi toparladığımda. Samimi arkadaşı Adanalı Âşık Osman Akçay’ı aradım. Osman’a duyduğum doğrumu diye sorabildim. Gerisini hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde konunun doğru olup olmadığını dostlarım bana soruyordu. Evet, maalesef tüm duyduklarım doğruydu. İmami intihar etmiş, kendi tabancasıyla kendi canına kıymıştı. Hem de üç el ateş ederek. Hiç uğruna kendi canına kıymıştı İmami. Nasıl olurdu. Bir insan kendi canına nasıl kıyardı. Hele insanı bırakalım. İmami gibi biri kendi canına nasıl kıyardı. Ama kıymıştı. Azrail onu da çekti çıkardı aramızdan. Aldı götürdü. Kara toprağa gelin etti. O göçtü gitti bu dünyadan. Evet, kara toprak o eşsiz ozanı da bağrına bastı.
İmami; bülbülün güle, gülün bülbüle âşık olduğu gibi sanatına, geleneğe, türkülere kısaca Türk kültürüne âşıktı. Onun için de ömrü hep bülbüle yalvarmakla geçti.
Gül, gül dedi bülbüle
Bülbül gülmedi gitti
Gül bülbüle bülbül güle
Yâr olmadı gitti...
Bin rahmet olsun İmami… Doğrusu öldüğüne hâlâ inanamıyorum.