Dr.Mahmut Rişvanoğlu

 

Yabancı gizli servislerle el ele veren “Türkiyeli” devşirme-dönme etnik çete’nin elemanları Türk Milletine karşı açılan psikolojik savaşta düşman saflarında yer aldılar. Atatürk dahil, Türklüğün inkar edilmeyen, şahsiyetine leke sürülmeyen, küçümsemeyen, alay konusu yapılmayan, sövülüp sayılmayan, meseleye sadece ideolojik ve etnik Türk düşmanlığı açısından bakılarak -tarihi şahsiyetlerin ana veya babalarını yabancılar olarak gösterip yazıp ve söyleyip durmaktadırlar.

- Fatih Sultan Mehmet’in annesi de Rum’du! Rum doğdu! Rum öldü!

La havle velâ…

Bu iftiranın, cenab-ı hakkın kendisini Türk yaratmaya layık, görmemesi sebebi ile bütün Türklere ve tarihi Türk şahsiyetlerine adeta düşman olan zır cahilleri biliyoruz.

Şunu da biliyoruzki, bu iddia “aslında bir Türk Milleti’nin varlığından bahsedilemeyeceğini, Türk diye bir milletin olmadığını” pompalayıp duran başta Alman gizli servislerinin propagandalarına aittir.

Bu coğrafyamda “bin yüz” seneden beri Müslüman Türk milletini yok etmek için çabalayan Hristiyan-Yahudi Siyonist güçlerinin içimizdeki Türk düşmanı etnikçi çetelerin, dönme devşirmelerin Türk milletine karşı cephe açarak düşman saflarında yer almaları; Türk büyüklerine Türk’ten başka bir kimlik uydurmaya başladılar. Tarihi gerçeklere göre bazı padişahların analarının yabancı soylu oldukları doğrudur. Ama ‘bunu genelleme yaparak bütün padişahlarımızı aynı şekilde olduklarını ileri sürmek akıl kan değildir.

Türklüğe duydukları kinden dolayı ve Türk’ün uyanışından da endişe ettikleri için “rüyada Türkçe konuşulmasını dahi hayra yormayan” (Selanikli dönme Mustafa Sabri) ve nere de ise “Türk doğmayı bile suç telakki eden” dönme-devşirme partisi, birçok Türk kahramanına yaptıkları gibi Fatih Sultan Mehmet’İn anasının Türk soyundan olmadığını ileri sürdüler.

Türk gençliğini, Fatih’in damarlarında ecnebi kanının dolaştığına inandırmak isteyenlerin sık sık gündeme getirdikleri bu iddialardan bird ‘Henry Mathieuye aittir.

Fransız tarihçilerinden Henri Mathieu, La Turquie et ses Differents Peuples ismiyle yayınlanan kitabının ikinci cildinde Fatih’in annesinin “Stella” adında bir İtalyan olduğuna dair bir palavra sallar.

Bu iddiaya göre 7 yaşında iken Cezayir korsanları tarafından kaçırılan Stella, sözde binbir maceradan sonra nihayet Sultan II. Murat’la evlendirilir. İşte bu evlilikten dünyaya gelen Fatih Sultan Mehmet’e cihangirâne fikirleri, aslında mevcut olmayan bu kadıncağız vermiştir.

Fatih’e Fransızlık isnat eden bir iddia daha doğrusu bir iftira daha vardır.

Bu iddiaya göre de, “France padişahi” peri kadar güzel kızım bir başka ülkenin kralına verir. Prenses çeyizi ile birlikte “büyük bir kalyona” bindirilip yola çıkarılır. Fakat Türk denizcileri yolda Fransız kalyonunu ele geçirirler. France padişahının dilber kızını da 2. Murat Han’a gönderirler. Fatih, işte bu masal kahramanı prensesin oğludur.

Çevri ve Peçevi tarihlerinde rastlanan kayıtlara göre bu prenses Müslüman olmadığı için Galata’daki türbesine kilit vurulmuş, ruhuna da Kur’an-ı Kerim okunmamıştır!

Bu “Kur’an okunmayan türbe” meselesinin Fransız elçisi tarafından uydurulduğu anlaşılıyor. Pecevi İbrahim Efendi, Hafız Paşa’nın vezareti esnasında arz odasında karşılaştığı Fransız elçisi ile bu meseleyi görüştüğünü ve elçinin »Sultan Mehmet’ten sonra gelen Padişah-ı Zişan, France padişahlarının akrabalarıdır” dediğini nakletmektedir.

Anlaşılan bu hikaye o zamanlar Türk himayesine muhtaç olan Fransızlar’ın Osmanlı hanedanına sığınma ihtiyaçları sebebi ile uydurulmuştur!

Peçevi, elçi ile görüştükten sonra Galata’daki türbeye gittiğini, türbedarla görüştüğünü, her yerde olduğu gibi bu türbede de her sabah Kur’an-ı Kerim okunduğunu, dolayısı ile Fransız Elçisi’ni teyid edecek herhangi bir durum olmadığını yazıyor. İfadesi aynen şöyle:

 

“..Sonra bir gün sırf bunu öğrenmek için (türbeye) gittim. Türbedarına sordum, bana dedi ki, ‘her gün seher vaktinde birer hatim Kur’an okunur, ancak diğer sultanların türbeleri gibi beklenmez ve her zaman, kapı açık durmaz. Sabahleyin Kur-an’dan cüzler okunduktan sonra kapısı kapatılır.”

 

Diğer bir iddia, Fatih’in Sırp prensesi ‘Mara Brankoviç’den doğduğu görüşü.

Evet Sultan 2. Murat siyasi sebeplerle Mara Brankoviç ile evlenmiştir ama, bu Sırp prensesi Fatih Sultan Mehmet’in analığıdır, annesi değildir.

Şöyle ki:

2. Murat ölünce Fatih Sultan Mehmet analığını bir başkasıyla evlendirmek istemiştir. ‘Dukas’, Bizans Tarihi’nde Mara’nın bu teklifi reddettiğini yazar. Bunun üzerine Fatih’ten izin isteyip, bol para ve hediyelerle Sırbistan’a dönen Mara Brankoviç, Bizans İmparatorunun evlenme teklifini de reddeder. Kardeşleri ile Sırbistan’da iktidar mücadelesine giren Prenses Mara’nın 1457’de İstanbul’a kaçtığını, Fatih’in Sırbıstanı ele geçirmesinden sonra analığına büyük topraklar bağışlayıp, ayrıca ihsanlarda bulunduğunu biliyoruz.

Serez’de bir manastıra çekilen ve zaman zaman İstanbul’a gelen Mara Sultan 2. Beyazid zamanında, 1487 yılında 68 yaşında ölmüş ve Komca Manastırı’na gömülmüştür. Aşağıda bahsedeceğimiz kitabede Fatih’in annesine ait türbe inşaatı hicri 853, miladı 1449 yılına tekabül eder. Mara bu tarihte hayattadır.

Sultan 2. Murat’ın prenses Mara ile 1435’te evlendiği tarihen sabittir. Fatih ise bu tarihten üç yıl önce doğmuştur. Çağdaş tarihçi “Ceylani”, Fatih’in doğum tarihini 1432 yılı Recep ayının 26. günü olarak bildirmektedir. Bütün bunlar Mara’nın Fatih’in annesi olmadığına göstermektedir.

Öyleyse bu büyük Türk hükümdarının annesi kimdir?

Fatih Sultan Mehmet’in muhterem anası Candaroğullarından İsfandiyar Bey’in oğlu İbrahim Bey’in kızı “Hüma” Hatun’dur ve tabii bir Türk hatunudur.

2. Sultan Murat’ın annesi de Dulkadiroğlu Süleyman Bey’in kızı Enine Hatundur, Tarihçiler, iki Türk devleti arasındaki siyasi ilişkileri düzeltmek için böyle bir evliliğe ihtiyaç duyulduğundan bahsederler. Hatta Sultan 2. Murat Candaroğulları’na jest yapmak için kız kardeşi Selçuk Hatun’u kayınpederi İbrahim Bey’e vermiş, diğer kız kardeşi Sultan Hatun da Osmanlı hizmetine girdikten sonra Çankırı Sancak Beyliği’ne tayin edilen İsfendiyar Bey’in oğlu Kasım Bey’e nikahlamıştır.

Tarihçi Babinger’in bile “Beşer tarihinde başka herhangi bir şahsın kendi sicile mukayese edilmesi, müşküldür, günümüze kadar gelen bütün imparatorların en büyüğüdür” dediği Fatih böyle bir ananın oğludur işte, Ruman mumun, İtalyan, Fransız, Sırp ve Sairenin değildir.

Osmanlı tarihi ile ilgili en önemli kaynaklarından biri olan ‘Hoca Saadettin Efendi”, “Tac’üt Tevarih” isimli eserinde, Sultan 2. Murat’ın İsfendiyaroğlunun kızı ile evlendiği, bu prensesin Fatih’in annesi olduğunu yazar ama isim vermez. İfade aynen şöyledir:

 

“..Sultan Murat, İsfendiyaroğlunun duhterini (yani kızını) nikahla hatunluğa kabul eyledi, hatta fatihi İstanbul (yani İstanbul fatihi) Sultan Mehmet Han ol duhterden vücuda gelmiştir.

 

Fatih’in annesinin türbesi iddia edildiği gibi İstanbul’da değil, Bursa’da, Sultan Murat Camii’nin avlusundadır. Kaynaklarda “Hatun iye Kümbeti” olarak zikredilen, fakat halkın Hatuniye Türbesi dediği bu mütevazi makâmın Arapça kitabesi şöyledir:

 

“Allah’a hamd olsun ki, bu nurlu türbe, Efendimiz azametlu sultan, ulu hakan, Sultan Murad bin Sultan Muhammed bin Beyazid Han (Beyazidoğlu Mehmet Çelebi) Allah mülkünü kalıcı kılsın zamanında bina olunmuştur. Resullah’ın (s.a.v) adaşı Said ve Necib Sultan Muhammet (Mehmet) Çelebi - Allah onun saltanatı, devletinin kudretinin esaslarını kalıcı kılsın ve izzetinin erkanını kıyamet gönüne kadar muhkem kılsın validesi merhume, kadınların Seyidedu-toprağı pak olsun için oğlu ve kurratu’l-ayninin emriyle yapılmıştır. (Türbe binası)nın inşasının itmamına 853 (Hicri) senesinin Recep ayında muvaffak olunmuştur.”

 

Bursadaki Hatuniye Türbesindeki mezar taşında Fatih’in annesinin adı “Hüma” hatun olarak yazılmıştır.

 

Sicil Kayıtları

Bursa Şer-i Mahkeme Sicilleri üzerinde Kamil Kepecioğlu’nun yaptığı araştırmalar da “Hüma Hatun’un Fatih Sultan Mehmet’in annesi olduğunu kesin delillerle ortaya koymuştur.”

Sicillerde “Sultan Murat Camiî’nin şark canibindeki (yani doğu yönündeki) türbede merhum Sultan Mehmet Han validesi Hüma Sultan’ın yatmakta” olduğuna “Hüma Hatun’un Sultan 2.Murat’ın karısı ve Fatih Sultan Mehmet’in annesi” olduğuna, “Muradiye Camiî’nin doğusundaki Ratuniye Türbesi’ne gömüldüğüne, Bursa’daki Hatuniye Mektebini, Hüma Hatun’un yaptırdığına” dair kayıtlar vardır.

Bursa Şeri’ye Sicilleri arasında rastlanan 4 Rebiülahir 1007 Hicri tarihli beratte ise şu satırlar okunmaktadır:

 

“..Fatih-i Konstantaniyye olan cenab-ı cennet mekan ve huld-aşiyan Sultan Mehmet Han-tabe serahu validesi olup, mahmiye” Bursa’da vaki merkum Hatüniye türbe-i şerefesinde medfun olan merhuma Hüma Sultan.”

 

Bu sicil kaydını bugünkü Türkçe’ye şöyle çevirebiliriz*

 

“..İstanbul Fatihi, cenneti ebediyyen kendisine yurt edinen yüce Fatih Sultan Mehmet’in toprağı hoş olsun annesi olup, Bursadaki Hatuniye türbesinde defnedilmiş olan adı geçen Hüma Sultan.”

 

 

Fatih Hristiyan mıydı!

Yeri gelmişken Fatih Sultan Mehmet hazretlerinin Hıristiyan olduğuna dair iddiayı da burada cevaplandırmak istiyoruz.

Devamlı olarak tarihi Türk şahsiyetlerini küçük düşürmek için çaba gösteren malum çevreler, tarihteki bazı nahoş olayları sebep-sonuç ilişkileri açısından incelemeden ideolojik ön yargılarla yaklaşmakta ve çağ değiştiren büyük Fatih, büyük Türk hükümdarını Hıristiyan yapıp çıkmaktadırlar.

Bir zaman bu işin öncüllerinden olan toprağı bol olsun Çetin Altan, Fatih’in 2009 yılında Hristiyan olduğunu Milliyet’te yazmıştı. Türbanlı Mona Lisa ve Silindir Şapkalı Fatih Mehmet başlıklı cehalet numunesinde şöyle demişti:

“…Örneğin Fatih Sultan Mehmet’in Hıristiyan olduğunu açıklayan ünlü gazelindeki son beyitini bir kez hatırlayalım.”

Çetin Altan’ın, Fatih’in Hıristiyanlığına delil olarak sunmaya kalkıştığı beyit şu idi:

 

“Bir firengi kafir olduğunu bilirdi Avniyâ

Belde zünnârını, boynunda çelipayı görenler.”

 

Divan edebiyatını okumuş iyi niyetli bir lise öğrencisi bile Fatih’in yukarıdaki mı aralarda kendisinden değil, bir ikinci şahıstan bahsettiğini anlayacaktır. Kaldı ki, kimden duyduğu ise veya hangi gayri ciddi antolojiden naklettiyse Çetin Altan’ın bahsettiği bu mısralar orijinal metinden farklıdır!

Prof.Dr. Muhammed Hur Doğan’ın “Fatih Divan’ı ve Şerhi” isimli eserinde ki, Sayın Doğan Fatih Divan’ın yeğane el yazma nishasının tıpkı basımını da eserin son bölümünde yayınlamıştır. Orijinal metin ile Çetin Altan’ın naklettiği son mısrayı karşılaştırıldığı zaman ne görüyoruz.

Fatih’in yazdığı son mısra şöyle:

 

“Belün ü boynunda zünnâr ü çelipâyı gören”

 

Zünnar, papaz kuşağı, çelipâda ‘haç’ demek olduğuna göre, Fatih ne demek istemiş?

 

Çetin Altan ve onun gibi düşünenler bu mısradan, Fatih’in belinde papaz kuşağı, boynun da haç olduğunu ileri sürmektedirler.

Bırakın Müslümanı, bu şiiri bir papaz bile yazmış olsaydı kendisine kâfir der miydi?

Türk tarihine ve Türk büyüklerine batılı Hıristiyan oryantalistler gibi bakarsan, işte böyle bir hilkat garibesi ortaya çıkar.

Halbuki “Avnî” mahlası ile şiirler yazan Fatih’in gazeli öyle anlaşılmayacak gibi değildir. Şiirin tamamı şöyledir:

 

Bağlamaz firdevse gönlüni Kalatayı gören

Servi anmaz anda ol serv-i dil-ârâyı gören

 

Bir firengi şiveli İsâyi gördüm anda kim

Lebleri dirisidür dir idi İsayı gören

 

Akl-u fehmin din ü imanın nice zabt eylesün

Kafir olur hey Müslümanlar o tersayi gören

 

Kevseri anmaz ol içdüği mey-i nâbı içen

Mescide varmaz o varlığı kilisâyı gören

 

Bir firenği kâfir olduğunu bilürdi Avniyâ

Belün ü boynunda zünnar ü çelipâyı gören

 

Yukarıdaki tam metnini sunduğumuz gazelde “Galata’da işveli, yani Hıristiyan bir güzel gördüğünden, bu güzelin fettanlığından, kafirlikler yaptığından, Müslümanları dinden-imandan çıkardığından, bu dilberi görmek için mescidi terk edip kiliseye giden Müslümanların bulunduğundan” bahseden şair “ey Avni, yani ey Fatih” diyor “Belindeki papaz kuşağını ve boynundaki hacı görenler onun bir Frenk kâfiri olduğunu bilirler!”

Bu mısraya bakarak Fatih’e Hıristiyan diyenlere sormak lazım “Kimin kâfir olduğunu belirlemiş?”

- Onun!

- O kim.

- Galata’daki Hıristiyan dilber!

Doğru düşünmenin ve doğru karar vermenin önündeki en büyük engel ideolojik körlüktür.

 

 

Gemiler Karadan Yürüdü mü?

Efendim gemilerin karadan yürütüldüğüne dair iddianın aslı, faslı yokmuş! Zihinleri ele geçirilmiş, ideoloji ithalatçısı “alafranga aydınlar”, medyada köşe-buçak iskan edilmiş devşirme-dönme etnik çete’nin elemanları bu iddiayı hep söyler dururlar.

 

- “Gemilerin karadan yürütüldüğü aslında bir yalandan başka bir şey değil, resmi tarihin uydurması” diye söylemektedirler.

 

Mazur görmek lazım bir gecede 67, 68, 70, 72 ve bir rivayete göre de 80 parça savaş gemisinin karadan yürütülerek Galata tepesinden aşırılıp 3 veya 8 mil yol aldıktan sonra Haliç’e indirilmesi elbette bunların havsalasına sığmayacaktır.

Fakat böylesine cihangirâne bir harekata “aslı, faslı yoktur” demek için cahil olmak kafi gelmez. Bunlar herhalde Türk tarihini masallardan, ibaret olarak göstermek maksadı ile ağır propaganda bataryalarına istihdam edilerek (Türk milleti’ne karşı mevzilehdirilmiş olmalıdır! Çünkü Fatih’in gemileri karadan yürütüp, tepelerden aşırarak Haliç’e indirdiğini yalnız Türk tarihçileri değil, yabancı tarihçiler de yazmışlardır.

 

Görgü Şahitleri

Tursun Bey, İstanbul’un fethine katılmış, fetihten sonra İstanbul’un mukataa defterini hazırlamakla görevlendirilmiş, daha sonra da çok önemli ve üst düzey bir makam olan Divan Katipliğine tayin edilmiş bir tarihçimizdir.

Bize “Tarih-i Ebül-Feth” adında kıymetli bir işere bırakmıştır. Tursun Bey, İstanbul’un fethini anlatan eserinde Fatih Sultan Mehmet’in “Kadırgalar ve fâyık kayıklarından bir nice gemileri Kala-i Kalata ensesinden, boğaz denizinden karadan çektirip, liman denizine salınmasını” emrettiğini kaydettikten sonra, mükemmel silahlarla donatılmış gemilerin Galata sırtlarından geçirilip Türkler’in o zamanlar liman Denizi dediği Haliç’e indirildiğini yazıyor.

Türkmen babalarından; 1240 yılında Selçuklu’nun gulam (yabancı soylu) yöneticilerin zulmüne karşı isyan eden Baba İlyas’ın torunlarından olan ‘Aşıkpaşaoğlu” adı ile bilinen Amasyalı Derviş Ahmet Aşıkîde Akşemsettin, Şeyh Vefa ve Akbıyık gibi beli kılıçlı şeyhlerle beraber İstanbul’un fethinde silah kullanmış bir tarihçimizdir. “Aşıkpaşaoğlu Tarihi” (Adsız Neşri. 1970-İst) adlı eserinde diyor ki:

“…Yetmiş parça gemi dahi Galat’nın üst yanından, karadan yelken açtılar. Savaşçılar ayak üzerinde durdular ve sancaklarını çözdüler. Geldiler, Hisar dibinde denize girdiler. Deniz üzerinde yürüyüşü ettiler.”

Bizans prenslerinden ve tarihçi Mihai Dukas, Fatih Sultan Mehmet’i de şahsen tanıyan ve onun amansız düşmanı idi. Bu düşmanlığına rağmen, gemilerin karadan yürütülüp, haliç sahillerinde denize indirilişini hayretle izlemiş ve takdirlerini ifade etmekten kendini alamamıştır:

 

“…Böyle bir harikayı kim gördü ve kim işitti? Keyahsar (yani Pers İram hükümdarı) denizde köprü inşa ederek, karada yürür gibi bu köprünün üstünden karşıya asker geçirdi. Bu yeni Makedonyalı İskender ve bana kalırsa neslinin en büyük padişahı olan 2. Mehmet, karayı denize tahvil etti ve gemileri dalgalar yerine dağların tepelerinden geçirdi. Binaenaley bu adam Keyahsar’ı da geçti zira Keyahsar Çanakkale boğazını geçti ve Atinalılara mağlup olarak muhakkar bir halde (yani hakarete uğramış bir şekilde) geri döndü. Mehmet ise karayı, denizde olduğu gibi geçti ve Bizanslıları yendi ve hakiki altın gibi parlayan İstanbul’u yani dünyayı tezyin eden şehirlerin kraliçesini fetheyledi.”

 

 

Mikahil Dukas’ın “böyle bir hadiseyi kim gördü” cümlesini düzeltmemiz gerekiyor.

 

Fatih Sultan Mehmet’in olağanüstü hareketi ile mukayese etmek gibi bir maksadımız olamaz ama Fatih’ten tam 827 yıl önce yine Avar Türkleri böyle bir şeye teşebbüş etmiştir.

627 yılında İmparator Heraklios devrinde 80 bin kişilik bir ordu ile Tuna boylarından gelip, İstahbul’u muhasara eden Avar Hakanı, binlerce oyma kayıktan teşekkül eden donanmasına karadan yürüterek Eyüp tarafından Haliç’e indirmiştir.

 

 

Yabancı Görgü Şahitleri

Yeorgios Francis, İmrozlu Mihail Kritovulos, Atinalı Laonikos, Halkandilis, Midilli Pibkoposu Sakızlı Leonardo, Venedikli Varvaro da biraz evvel bahsettiğimiz Mihail Dukas gibi fetih olayının görgü şahididirler. Bunların bir kısmı Türklere karşı silah kullanmıştır, dolaysıyla Bizans’tan yana taraftırlar. Fakat hepsi de gemi sayısında ihtilaflı olmakla beraber Fatih’in donanmayı karadan yürüttüğü hususunda müttefiktirler. Benzeri ifadeleri tekrarlamak için bunlardan yalnız “Yeorgios Francis’in” günlüğünden birkaç satırı dikkatinize arz etmek istiyorum.

 

Fakat önce Francis’in rastgele bir adam olmadığını söylemeliyiz. ‘Yeorgios Francis’, Limni’li olmakla birlikte babasının imparator ailesinin hizmetinde bulunması sebebi ile 1401’de İstanbul’da doğmuş, 2. Manuel’in mahiyetinde çalışmıştır. Presliği zamanında Konstantinpaleolog ile arkadaş olan Francis, Konstantin imparatorluk tahtına oturunca hızla yükselmiş, kuşatmanın başlamasından kısa bir süre önce “büyük loğohetis” unvanı verilerek ödüllendirilmiştir. Yıllarca imparatorluğun üst düzey görevlileri arasında bulunan “Francis”, imparatorun en yakın arkadaşı ve sırdaşı olmuştur.

İmparator İoannis’in ölümü ve Konstantin’in tahta çıkışını arzetmek üzere 1448’de resmen 2. Murat’a yollanan adam, işte hu adamdır.

(Türk muhasarası sırasında imparator Konstantin ile komutanlar arasında irtibatı sağladığı bilinen Francis’in günlüğü ‘Kriton Dinçmen’ tarafından yunanca aslından Türkçe’ye çevrilmiş ve “Şehir Düştü, Bizanslı tarihçi Prancis’ten İstanbul’un Fethi” ismi altınla yayınlanmıştır.

Bakın “Yeorgios Francis’ o günlükte ne yazıyor:

 

“.. (Padişah) donanmasının bir bölümünü limana sokabilmesini sağlayacak bir çare bulmaya çalışıyordu. Bu düşüncesini de hemen gerçekleştirdi. Galata’nın arkasındaki tepeden limana kadar bir yol yaptırarak onu öküz ve koyunlardan elde ettiği yağlarla kayganlaştırıp kalas ve odunlarla döşedi. Gene değişik bazı makinalar yaptırarak bunlarla üç ve iki sıralı gemilerini kolaylıkla tepeden geçirerek limana indirtti.”

 

Yerli ve yabancı bütün tarihçiler İstanbul’un fethi ile ilgili teferruatı, yukarıda isimlerini zikrettiğim Türk veya ecnebi görgü şahitlerinden almışlardır. Bu görgü şahitlerini eserleri, yerli, yabancı bütün tarihçiler tarafından muteber kaynaklar olarak kabul edilmiştir. Birbirlerini tanımadan, hatta birbirleriyle savaştıkları halde aynı olayı yazan görgü şahitlerinin eserlerinde harekatın esası ile ilgili herhangi bir çelişki de yoktur. Sadece gemi sayısı ile ilgili konularında farklı bilgiler vermişlerdir ki, bu da onların birbirlerinden esinlenmediklerini gösterir.

Gereç şudur ki, Boğazla Haliç arasındaki güzergahta toprak tesviye edilmiş, tesviye edilen toprağa taşlar döşenmiş, taşların üzerine kalın keresteler raptedilmiş, tonlarca yağ dökülerek keresteler kaygan hale getirilmiş ve gemiler tekerlikle kızaklarla yüklenerek Galata tepelerinden aşırılıp denize indirilmiştir. Akşam saat altıda başlayan hareket, sabah saat altıda tamamlanmıştır.

Anlaşılan o ki Fatih’in 500 kusur sene önce başarı ile icra ettiği bu dahiyane proje medyada başta medya olmak üzere akademik çevrelerde çöreklenmiş Türk düşmanları öyle bir tarihi gerçeği inkar etme yarışma girmişlerdir.

Ama güneş balçıkla sıvanmaz!

You have no rights to post comments

Köşe Yazarları


Annemin Ardından...
Cuma, 25 Ağustos 2023
...
TÜRK BAYRAMI: NEVRUZ
Salı, 29 Mart 2022
...

An itibariyle ziyaretci sayısı:

36 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi