TERBİYE ETMEK VEYA EDİLMEK!

 

TERBİYE ETMEK VEYA EDİLMEK!

Necdet ÖZKAYA

2 Temmuz 2007 - Dörtyol

Defteri yedi ay sonra da olsa kullanmaya başladım.

Türkiye 20 gün sonra Cumhuriyet tarihinin çok önemli bir genel seçimini yapacak.

Türkiye’nin ve milletimizin sosyal ve milli dokusunu çözmek, inandığımız kutsal değerleri sarsıntıya uğratmak için yoğun bir çaba harcanıyor. Etnik ayrılıkların yanı başında inanç ayrılıkları, mezhep ayrılıkları büyütülerek, Türkiye’de insanlar ayrı ayrı uçlarda toplanıyor.

Seçime giderken iktidarda bulunan AKP demokrasi fikrine sahip çıkarak, muhalefet partilerini demokrasi düşmanı olmakla suçluyor. Ötekiler de demokrasi ve özgürlük adı altında cumhuriyetin kazandırdığı başta milli devlet, tek bayrak, tek vatan, tek millet fikrini yıkmak isteyenlerle işbirliği yapmaktadır diye AKP’yi suçlamaktadırlar.

AB diye diye paralanan hükümet, 4,5 sene sonra AB’nin kendi kendisini tahrip ettiğini söylemeye başladılar. Demokratikleşmeye AB’nin değil, millet için yaptıklarının beyan eden Abdullah Gül, AB’den umut kesmiş gibi. AB. çi olmalarının tek ve yegâne sebebi, iktidarlarının ömrünü uzatmak ve Cumhuriyet kurumlarıyla hesaplaşmak istemeleriydi. Başta Türk silahlı kuvvetleri olmak üzere, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay gibi yüksek mahkemeleri kendi anlayışlarına göre işletmek ve karar vermelerini sağlamaktı. Ama başaramadılar, seçim sonuna bıraktılar emellerini. Bakalım kördüğüm çözülecek mi?

Kuzey Irak’a ordunun sefere çıkmasını engelleyen odakların başında AKP iktidarı germektedir. PKK ile mücadelede Tayyip Erdoğan, başbakan olarak çok gönüllü değildir. Kendi kendine göre Kemalist devletin zaafa uğraması için PKK dahil her kesimle işbirliği içinde bir iktidar. Cumhuriyetin, milli ve tekil devleti her ne pahasına olursa olsun karşı çıkan TSK ’in varlığı devletin, ülkenin, milletin büyük umududur. Bu umudu kırmak, TSK’ in gücünü ve itibarını yıkmak için hükümet ve bütün şer odakları ortaklık içindedirler.

Musul’u, kaybetmemize sebep olan Şeyh Sait isyanı gibi, Kerkük iddiamızı terk etmemiz için PKK şiddet hareketini her geçen gün biraz daha artırmaktadır. Yurdun Güneydoğu ve Doğu coğrafyasından gelen şehit haberleri hükümeti, başbakanı fazlaca ilgilendirmemektedir.

Askeri iradenin birkaç aydan beri kamuoyu önünde ifade ettiği sınır ötesi Irak harekâtı siyasi irade tarafından savsaklatılarak, Kuzey Irak’ta oluşan Kürt siyasi hareketini güçlendirmektedir. Başbakan, Barzani ve Talabani gibi ve bunları destekleyen ABD, İngiltere ve İsrail gibi düşünmektedir. 

Birkaç zamandan beri Deniz Baykal’ın “Bu iktidar, kuzey Irak’a bir askeri seferin yapılmaması için ABD ile bir milyar dolar karşılığında anlaşma yaptı” iddialarının doğru çıktığını gazeteler ve köşe yazarları yazmaya devam etmektedirler.

Her şeyi çıkar olarak gören bütün vicdani, dini, insani ve milli değerlerini kaybetmiş, kitlelerin ve çevrelerin AKP’nin eteğine niçin sarıldığı çok net olarak anlaşılmaktadır.

“Her şeyi para için! Her şey çıkar için!”

Küresel sermayenin başarısı, din, iman, milliyet, ülke, vatan, devlet kavramını tanımayan bir canavar iştihası. Çok büyük. Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül bu canavarı doyuramaz. Kemal Unakıtan bütün Türkiye’yi satsa, başka bir vatan bulun, onu da bize yedirin derler.

AB’nin birleşik bir devlete dönüşmesi hayal oldu. Ortak marş, ortak bayrak, ortak kurumlar, ortak savunma, ortak dış politika gibi çok önemli konularda geri adım attılar. Herkes kendi çıkarları peşinde.

Dünya basını gibi Türkiye basını da “Avrupa Süper Devleti” hayal oldu diye yazıyor…

***

Buna Zeka Denir!

Bugün Hürriyet Gazetesinde (05.07.2007), Bekir Coşkun ’un “Nohutlu demokrasi” isimli bir fıkrası var;

Arkadaşlar bilinen seçim çalışmalarına çoktan başladılar.

Evlere torbalar gidiyor:

Pirinç, makarna, nohut...

Parti değil, zahire ambarı sanki.

Bisküvi...

Mercimek...

"Göbeğini kaşıyan adam" mutlu mutlu, bu nohutlu demokrasiye katkıda bulunmak için bugünü bekliyordu.

Torba geldikçe göbeğini kaşıyarak soruyordur:

"Kurutulmuş dolmalık kabak neyin de yok mu?"

Zahire ambarında her şey var.

Gazetelerde okumuşsunuzdur:

"Belediyeler eliyle evlere kömür dağıtımı başladı..."

***

“…iktidardaki arkadaşlar, seçim meydanlarında "ekonomide Türkiye’yi nasıl yıldız ülke yaptıklarını" anlata anlata bitiremiyorlar.

Ekonomide dünyada yıldız, ama seçmen neden nohut karşılığı oyunu satıyor?”

Bekir Coşkun’un zekâsı, bu son cümlede sorulan soruda parlıyor. Yazmanın çok büyük bir hüner olduğunu gördüğümüz bir yazı. Şimdi sınıfta olsaydım gazete fıkrasının nasıl bir yazı türü olduğunu, Bekir Coşkun’un yazısını okuyarak tanıtsaydım. 

Adana’da öğretmenlik yaptığım yıllarda, sınıflarda bu gün özlediğim işi yaptım. Kimileri mi okuttum? Sağ sol ayırımı yaptım mı? Çok sanmıyorum. Milliyetçilik yaptığım doğrudur. Her öğretmenin de milliyetçilik yapması da kanunun verdiği bir görevdir. Hatta anayasamızın emridir.

Önce Tanrı’nın rahmetine kavuşmuş olanları yazayım;

Burhan Felek, Refi Cevat Ulunay, Kadircan Kaflı, Orhan Seyfi Orhan, Necip Fazıl Kısakürek henüz yıldızı parlamaya başlayan Ahmet Kabaklı, Ergun Göze, Tarık Buğra tiryakisi olduğum Peyami Safa… Daha niceleri listeyi uzatabilirim.

Hasan Pulur, Rauf Tamer bunlar geçmiş kuşağın bu güne kalan kalem ustaları. Hasan Pulur’u okuduğum her gün rahmetli Burhan Felek’i hatırlarım. Merhumun “Eski İstanbul Hikâyeleri” elimin altında. Karımla okuyup hala gülüyoruz. Çağdaş olmanın olabilmenin bir özelliği bu. Eser ve yazar böylece klasikleşiyor. Yarına kalmak, kalabilmek büyük maharet.

***

7 Temmuz 2007 - Dörtyol

Seçimlere 15 gün kaldı. Dün Cuma namazı için Dörtyol’a gittik. Çarşıda pazarda seçim heyecanı yoktu. Bugünkü gazetelere baktım. Ağız birliği etmişçesine “Yurt çapında heyecansız bir seçim havası var” diye yazmışlar. Başlıca sebebi Temmuz sıcakları. Mevsim ortalamalarının üzerinde seyreden sıcaklık, vatandaşın işi yoksa çarşıda pazarda görünmek istememesidir.

Mitingler yapılıyor, ilanlar, afişler sokakları, caddeleri süslüyor ama kalabalıkların kalbi küt küt diye atmıyor. Liderler manasız manasız aralarında atışıyor.

İktidar partisi TBMM’ deki büyük çoğunluğuna rağmen kendi adayını cumhurbaşkanı seçtiremedi. Güçte olsa anlaşıldı ki, anlaşma uzlaşma olmadan bazı meseleleri çözmek kolay olmuyor.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir kurallar, kurumlar devleti olduğunu başta başbakan olmak üzere birçok bakan ve bürokrat başlarını birkaç kere taşa vurarak anladılar. 

İçeriden ve dışarıdan birçok güç odaklarının destek vermesine rağmen Türkiye Cumhuriyeti Devletinin çok güçlü bir devlet olduğunu, aşılmasının çok zor olduğunu anladılar. Dört buçuk senenin sonunda kendi ezberlerini kural olarak devlete benimsetmenin zor, hatta bazı hususlarda imkânsız olduğunu anladılar.

Suyun akarına gitmenin hem kendileri, hem millet için hayırlı olduğunu anlayan iktidar partisi, seçimi kazanır iktidar olabilirse, hükümet etmede anlayışının ve icraatının değişeceğini düşünmekteyim.

Dünkü gazetelerin bir ikisinde AKP’nin seçim ilanları vardı. Yazılanları okuyunca devletin, ne büyük bir güç, ne büyük bir terbiyeci olduğunu bir kere daha anladım.

Devlet gerçeğini unutarak veya göz ardı ederek devleti idare etmenin mümkün olamayacağını ilk defa Demirel ’den dinlemiştim.

Türkiye,

TEK MİLLET

TEK BAYRAK

TEK VATAN

TEK DEVLET.

Ağzım uçukladı bunları okuyunca. Hele aşağıdaki cümleyi görünce iyice şaşırdım, hayret ettim:

“… Atatürk ilkelerini ve cumhuriyetimizin değerlerini her türlü gündelik siyasi tartışmanın üzerinde tutarak…”

Dün ellerinin tersiyle iteledikleri değerleri, seçime on beş gün kala savunmak zorun da kalmak kendileri açısından nasıl bir duygudur bilmiyorum. Ama milletin ve devletin gücünü gördüler.

Kalıcı olan;

MİLLETTİR, BAYRAKTIR, VATANDIR, DEVLETTİR!

Altında AKP’nin amblemi olmasa, bu ifadelerin MHP’ne ait olduğunu sanmak hiç yanlış olmaz.

***

Dörtyol’da okumak için getirdiğim kitaplardan biri İlber Ortaylı’nın “Son İmparatorluk Osmanlı” kitabıdır.

Önsözünü okurken şu cümle dikkatimi çekti. Altını kırmızı kalemle çizdim.     

“Yunanistan, Suriye, Lübnan ve Filistin de Osmanlı tapu nizamı bilinmeden alım satım işlemi yapmak mümkün değildir.”

Türkiye Cumhuriyeti olayında imparatorluk uluslaşmıştır ama bünyesinde eskiyi elan devam ettiren bir konumdadır. Renkli bir coğrafyada dinamizmi gelişen genç nüfus eski imparatorluğun Eski parçalarındaki dağınık etnik yapısının oluşturduğu bağlantılar ve olaylar Osmanlının ölüsünün bir ölçüde yaşadığını göstermektedir.

Türkiye Cumhuriyetinin birçok devlet teşkilatı ve kurumu cumhuriyetin yaşı olan 84’ten birkaç kat daha kıdemlidir.

Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Jandarma Ve Polis Teşkilatı, Danıştay, Sayıştay gibi yüksek yargı organları gibi.

Birçok lise ve ortaokullar cumhuriyetin büyük babası sayılacak yaştadır. Bu devletin bir zaafı değildir. Aksine devlet kurumlarının geleneğinin eskiliği ve gücü açısından ne kadar büyük olduğunu göstermektedir.

Cumhuriyet 84 yaşındadır ama kökleri tarihin derinliklerindedir.

“Etrafındaki ülkeleri için de Türkiye’nin bürokratik askeri yapısı ve diplomasi geleneği kıdemlerine göre tutarlıdır.” Diye yazan İlber Ortaylı, “Bir de şaşılacak değer keyfiyet; bölgeye sonradan gelen Yahudilerin kurduğu İsrail’de bu gelenek güçlü olarak yaratılmış.”

Cumhuriyet iyi oldu, ama adı Türk olmasaydı daha iyi olurdu diyen zihniyet, bu gün gazeteye paralı ilan vererek;

“Atatürk, aziz milletimizin her ferdini, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı temelinde birleştirmiştir” demek zorunda kalmıştır.

Demek ki Atatürk deccal değilmiş. Devletin adını Türk koymakla hata yapmamıştır.

“Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk Milleti denir” diyen Atatürk’ün Türklük tarifi AKP zihniyeti tarafından benimsenmiştir. Bu gün yarın bunun ifade edildiğini görür isek şaşırmamalıyız. Zira devlet ve millet, başbakanları da, bakanları da, milletvekillerini de terbiye eder.

Üstelik ne milleti ne de devleti özelleştirmek mümkün değildir.

 

08.07.2007-Dörtyol

Dün AKP’nin;

TEK MİLLET!

TEK BAYRAK!

TEK VATAN!

TEK DEVLET!

Sloganlarını taşıyan afişleri ilanlarını okuyunca memnun olduğum için notları yazmıştım. Yeniçağın bu günkü yazısında Sabahattin Önkibar, “Gazete ilanı ile milliyetçilik papaz elbisesi giymek mi?” isimli yazısında bu fikirlerin hiçbirinde R. Tayyip Erdoğan’ın samimi olmadığını söylüyor. Her davranışı, her konuşması üzerinde samimiyet açısından tartışma yaratan Başbakan’ın bu ifadelerinde de samimi olmadığı tartışmasını yeniden alevlendirdi.   

“Türkiye’de 35 ayrı etnik kimlik var” diyen başbakan, seçime 15 gün kala “tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak” diye paralı ilanı verirse, Önkibar “Ben buna inanır mıyım?” diye soruyor.       

Mehmet Nuri Yardım,

“Sepetçioğlu yaşıyor” adlı vefa dolu, saygı dolu, bilgi dolu bir yazı yazmış Yeniçağ’da. Sepetçioğlu ’nun vefatının üzerinden bir yıl geçmiş. Allah rahmet etsin.

Sepetçioğlu ’nun isminin yaşaması, eserlerinin yeni kuşaklara ulaşması için büyük faaliyetler yapılıyor.

Yaz tatiline gelirken merhum Sepetçioğlu ‘nun Kilit ve Anahtar isimli romanlarını yeniden okumak için yanıma almıştım.

Elimde birinci kitabı olan ‘KİLİT’in ikinci baskısı var. 1972 tarihini taşıyor. Merhumun kitaplarını Adana’da evimizde çoluk çocuk hep birlikte okumuştuk. Adana Kültür Derneğinde de yüzlerce kitap satılmış, gençler grup grup okumuşlardı.

“Anadolu’nun fethini ve Türk devletinin kuruluşunu açan 26 Ağustos 1071 Malazgirt zaferinin 900. büyük yılına armağan ettiğimiz bu romanın değerli yazarı Sepetçioğlu ’nu yeni bir Türk çağının, öz tarihine milli iman, canlı dil ve sevgi ile bakışın öncülük etmiş olduğunu görüyoruz.

Alparslan Oğuzları, Malazgirt denilen büyük eşikte, Batı’ya geçmiş, kardeşleri Karaoğuz ve Peçenekler ile birleşerek, Bizans’ın paslı kilidini, ilmin, imanın ve birlik ruhunun anahtarı ile açmışlardır.”

Bu cümleler romanın arka kapağında yer almış. Yazarı Ahmet Kabaklı. Kabaklı devam ederek;

“’Dilsiz Yunus’luktan kurtulup ‘Yunus-î Gûyende’ olabilmek için daha nice kilitlerin açılması gerektiğini de göstermiş oluyor.”

Kilit ve Anahtar romanlarını torunumla yeniden okumak için Dörtyol ‘a getirdim. Kitabın birisini bitirdim, ama İrem’in kilidini açamadığım için henüz o dinlemeye başlamadı.

Rahmetli Mehmet Kaplan bir metni muayyen aralıklarla yeniden yeniden okuyunca daha önce göremediğiniz hususları görmüş olursunuz. Derdi. Mesela;

Melikşah, bilgin kişilere, ordu beylerine Alparslan’ın şehadetinin ardından soruyor;

“Nerden geldiğimizi biliyoruz, nereye gideceğimizi de biliyoruz ama nerede duracağız? Bu bir! Ülkemizde kaç dil konuşulur, biliyor muyuz? Kaç dinde dua edilir, kaç türlü kan kendi icabında kabarır durur hesapladık mı?

Ben Sultan olarak bu iki sorumun cevabını bilmek isterim. Cevap kitabın içindeymiş, kitabın dışındaymış beni pek ilgilendirmez yeter ki cevap, cevap olsun!”

O günden bu güne o soru, sorula gelmiş. Sayısı, türü artmış, eksilmiş çok mühim değil. Ama hem devlet hem başka güçler bu gerçeğe göre politikalar takip etmiş. 

 

9 Temmuz 2007- Dörtyol

Siyasi edebiyata yeni bir kavram daha girdi: Beyaz İmam Hatipli. 2002 seçimlerinde ‘Beyaz Türkler’ vardı. Kemal derviş, merhum İsmail cem gibi politikacıları anlatmak için kullanılmıştı. Recep Tayyip Erdoğan “kendimi zenci gibi hissediyorum” demişti! O zamandan bu zamana beş yıla yakın bir zaman geçti. Kendilerini zenci gibi hissedenler hükümet oldular. Baş zencide başbakan oldu.

2007’nin Temmuz ayına gelince Recep Tayyip Erdoğan’ın “zencilikten”, “beyazlığa” yükseldiğine şahit olduk. Terfi ettiren eski partisinin büyüklerinden Recai Kutan Bey’dir.

Beyaz imam hatipli deyimi milli görüşten ayrılıp AKP’yi kuran imam hatip kökenlileri tarif etmek için Saadet Partisinin lideri tarafından kullanıldı. İslami çevrelerde tartışma yarattı. Dinci basın ikiye ayrıldı. Recai Kutan’a hak verenler bu ifadeyi benimsediler. Karşı çıkanlar da oldu.

Tartışmaya katılanlardan birisi de Ahmet Hakan oldu. Hürriyetteki (09.07.2007)  köşesinde “Beyaz imam hatipli gençlere bir kıyak” isimli bir yazı yazdı.

TAMAM... Dost düşman arasında "beyaz imam hatipli" sayılıyoruz.

Ama unutmayalım ki, "beyazın da beyazı" var!

Mesela...

Biz imam hatip lisesinde Ahmet Günbay Yıldız’ın "Yanık Buğdaylar", "Dallar Meyveye Durdu", "Çiçekler Susayınca" gibi mesaj kaygılı "ihtida romanları"na kendimizi vurup hislenirken...

Meğer...

Kolejlerdeki akranlarımız, "bir ergenlik başyapıtı" sayılan J.D. Salinger’in "Çavdar Tarlasında Çocuklar" adlı romanını, hem de hocalarının ağır telkini altında okuyorlarmış.

Gördünüz mü amansız fırsat eşitsizliğini!

Ya da şöyle soralım:

Aslında 17 yaşında okunması gereken bir başyapıtı, ancak 41 yaşında okuyabilmenin yol açtığı "kaçırılmış fırsat" meselesinin farkında mısınız?”        

Farkında olmaz mıyız? Daha nice fırsatlar imkânlar kaçtığını üşenmeyip saysak, kim bilir kaç kalem olur?

Adana İmam Hatip Lisesinde öğretmenlik yaptım. Orda okuyan öğrencileri iyi tanırım. Duygularını, düşüncelerini, özlemlerini bilirim.

Kendi çocuklarını, torunlarını imam hatipte değil, özel okullarda okutan Müslümanlar, dar gelirli aile çocuklarının imam hatip lisesinde okumalarını sağlamak için ellerinden gelen bütün imkânları kullandıklarını çok yakından bilenlerdenim.

Ahmet hakan’ın kendi gibi imam hatipli olan gençlere;

“Madem ergensiniz...

O halde ergenliğinizin gereğini yerine getirin.

Bırakın şu "büyümüş de küçülmüş" tavırları.

Atın şu omuzlarınıza yüklenen ağır mı ağır "misyon adamı" yükünü! “

Ahmet Hakan bu tavsiyesinde de maalesef gecikmiş. Buna rağmen yerinde öğüt.

Çocuklar “misyon adamı” olmaktan çıkarsa, bu dini siyasallaştıran partiler fideliklerini kaybetmeyecekler mi?

Süleyman Demirel, bir vakitler “Gapı gaptırmam!” dememiş miydi? Erbakan çıkıp “imam hatipliyi kimseye kaptırmam derse” haksız mı sayacağız?

Ahmet Hakan “ben geciktim siz gecikmeyin” diyerek yazısını tamamlamış.

Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları da Ahmet Hakan gibi düşünerek, milli görüş gömleğini çıkarttık diyorlar. Bu bir anlamda okudukları imam hatipte kendilerine yüklenen “misyon”dan kurtulmak demektir. Ama belli bir yaştan sonra o “yükten” kurtulmak kolay olmuyor. Tayyip Bey’deki değişime başkalarını inandırmak çok zor. Hele Erbakan bu değişim laflarına sinir oluyor;

“Milli görüş gömleğini çıkarttılar, deli gömleğini giydiler. Okuldan kaçıp kaçıp top oynamaya gidersen işte böyle şaşırırsın.” Diyor Tayyip Erdoğan’a.

 

11.07.2007- Dörtyol

Her zaman başkası okusun diye yazılmaz ya! İnsan kendisi için de yazmalı. Ben çok zamandır ikincisini yapıyorum.

Dalkavuklara mı acırsın?

Yoksa Tayyip Beye mi?

İkisine birden acımaya kalkmayın. İki şıklı bir sorudur bu. Ya birincisi veya ikincisi tercihiniz olacak.

Tayyip Bey, “Cumhurbaşkanını bu meclis seçer, uzlaşmaya aramanıza gerek yok” dedi.

Bülent Arınç Başbakana koltuk çıktı.

“Cumhurbaşkanını bu meclis seçer, hem de cumhurbaşkanı meclisin içinden seçilir. Üstüne üstlük yeni cumhurbaşkanı dindar olacak” dedi.

Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, “Mason olmayan ilk cumhurbaşkanı olacak” dedi. Üçü birden Abdullah Gül’ü tarif ettiler.

Mason mu, değil mi bilmem.

Dindar mı beni çok ilgilendirmiyor.

Ama Erbakan diyor ki;

“Tayyip Recep ’de, Abdullah Gül’de İsrail’in ve Siyonistlerin politikasını güdüyorlar.”

Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı seçtiremediler. Kendileriyle beraber kalemşörleri de cumhurbaşkanını meclis seçmelidir uzlaşmaya gerek yoktur. AKP nin çoğunluğu cumhurbaşkanını seçmeye yeter. Olmadı, seçilemedi. Meşhur 367 engeline takıldılar.

Suçlu bulundu; Karanlık ve antidemokratik güçler. Kim bunlar? TSK. Anayasa mahkemesi, ana muhalefet partisi ve mecliste temsil edilen diğer muhalefet partileri. Gidip millete bunları şikâyet etmek gerekir dediler ve yollara, meydanlara düştüler. Onlarla beraber dalkavuklar da aynı nakaratı tekrarladılar;

Antidemokratik ve karanlık güçler Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı seçtirmediler. Aylardır bunu söylüyorlar. Halk da bu propagandaya inanıyor. Dönüp kimse, “Yahu siz bu işi beceremediniz” demiyor. Belki diyorlar ama seslerini duyamıyoruz, duyuramıyorlar.

Başbakan bunun üzerine kızdı. Derhal anayasa değişiklikleri yapıldı. “Cumhurbaşkanını mecliste seçtirmediler, bizde seçimi halka yaptırırız. Halk bizim adayımızın seçer” dediler

Dalkavuk alayı konuştu.

“En doğrusu budur, cumhurbaşkanını halk seçmelidir” dedirler. Köşelerde, başköşelerde yazıldı, çizildi. Televizyonlarda haberler yapıldı. Açık oturumlar düzenlendi. Yurttaşlarla röportajlar yapıldı. Cumhurbaşkanını kim seçmeli sorusuna yüksek oranda halk seçmeli cevabını aldılar.

Bu arada halk yerine bir kavram kullanmaya başlandı: “Cumhur” Tayyip Bey’in yadigârı. Ölü bir kelimeyi diriltmeye çalışıyor.

Bir iki gün önce Ertuğrul Özkök yazdı. Başbakanın darılmaması için de çok dikkatli davranmıştı. “Bu cumhuru sevmedim” diye yazmıştı.

Anayasa değişikliklerinin iptali için anayasa mahkemesine, cumhurbaşkanı ile CHP ayrı ayrı dava açmışlardı. Davayı kaybettiler. Anayasa değişiklikleri için referandum yapılacak. Ne zaman? Hükümet halk oylamasının genel seçimlerle birlikte yapılması için kanun çıkarttırmıştı. Cumhurbaşkanı veto etti. Anayasadaki yetkisini kullandığı için cumhurbaşkanı da suçlu. Karanlık ve antidemokratik güçlerin başında Cumhurbaşkanı gelmektedir.

Anayasa değişikliklerini iptal etmediği için AKP’ne göre yüksek mahkeme hatasını düzeltti. Cumhurbaşkanının halkın seçmesinin hukuka ve anayasaya uygunluğunu kabul etti. Abdullah Gül’ün önü açılmıştı.

Meydanlarda kalabalığı gördükçe kendisine güveni artıyor, yüzü gülüyordu:      “İlk turda cumhurbaşkanı olurum” diyordu.

Ne o? İki gündür Başbakanın düşünceleri değişmiş gibi!

“Yeni cumhurbaşkanını yeni meclis seçer, liderleri tek tek dolaşırım” der demez, dalkavuk takımı koro halinde, “En doğrusu bu olur. Uzlaşma demokrasinin gereğidir.” demeye başladılar.

Buyurun uzlaşın. Hoş birçok çevre ve kimse başbakanın bu sözüne de inanmıyor.

Recep Tayyip’in tekrar iktidar olacağına inanmışlar ki… Hiçbirinin aklına “Sen muhalefette kalsan ne olacak o zaman?” demek gelmiyor.

Padişah dalkavuğuna kızmış;

“Daha düne kadar patlıcanı öve öve bitiremiyordun, şimdi tersini söylüyorsun” deyince,

“Padişahım, ben patlıcanın değil, sizin dalkavuğunuzum. Siz patlıcandan bıktığınıza göre, ben de patlıcanı övecek değilim” demiş.

Hâlbuki ağababaları Erbakan;

AKP’yi ve lider kadrosunu, hem Hıristiyan, hem Musevi diye tanımlıyor.

Ergun Poyraz, “Musa’nın Çocukları, Musa’nın Gül’ü” adlı kitapları kimler için yazdı?

Evangelizm ‘i telkini yapmak için uğraşanların yardımcısı AKP’dir.

DEVAM EDECEK

You have no rights to post comments

An itibariyle ziyaretci sayısı:

25 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi