EYLÜL YAĞMURLARI

                   - 5 -
 
EYLÜL YAĞMURLARI
 
 
Necdet ÖZKAYA
 
27.8.2005-Dörtyol
 
Gazetelerde çok önemli mesajlar var. Bunlardan biri Sayın Süleyman Demirel’e ait. Demirel Bilgi Üniversitesi'nin ev sahipliği yaptığı 1. Dünya Uluslararası Araştırmalar Konferansı'nın "Başarısız Devletler" konulu oturumunda konuşma yaptı.(H. Ve O. Tercüman 27.8.2005) 
Devlet yönetimi ve silahlı kuvvetler münasebetleri konusuna temas ederek;  
<<Konunun dünyanın çeşitli ülkelerinde zaman zaman önemli sorun olduğunu anlatan Demirel, “Bu ülkeler çoğu çok partili siyasete alışkındır. Buna rağmen silahlı kuvvetler devlete müdahale etmiş ve yönetimi üstlenmiştir.” dedi.
Demirel, hükümet-ordu ilişkileri konusunda ülkeler-bölgeler arasında farklılıkların, demokrasinin güçlendirilmesi amacıyla genel bir reçete geliştirmeyi hemen hemen imkânsızlaştırdığını vurguladı. Batı ölçülerine göre demokrasinin, “Silahlı kuvvetlerin sivil idarenin kontrolünde olduğu rejim” olarak tarif etti.
“Ordunun Türkiye’nin kuruluşunda, modernleşme sürecinde, Kurtuluş Savaşı’ndaki hizmetiyle batıda eşine rastlanmayan özel bir yeri vardır.” diye konuştu.>>
Bir diğer önemli siyasi ifadeyi Sayın Mehmet Ağar kullanmış, Kimse ‘öteki’ değildir demiş.
DYP İstanbul İl Başkanı Faik İçmeli; Başbakan Recep Erdoğan’ın ise Kürt sorununa yönelik açıklamasıyla ilgili olarak, Erdoğan ihanet içindedir demiş.
 
***
 
Elimde yeni üç tane kitap var.
Birinci kitap: Hattı Müdafaa, soyadı gibi Genç bir yazar. Nihat Genç. Gazete ve dergilerde çıkmış uzun yazılarını toplayıp kitap haline getirmişler. Deneme türünden yazılar.
Kitabın arka kapağında, değişik uzunlukta paragraflar var. 
“İnsanlık onuru halkın yanında durmak, halkı aramaktır.” 
“Toplar yenilir, ordular yenilir, nükleer bombalar yenilir. Yenilmeyen tek şey inançtır.”
“Nihat Genç, edebiyatımızda en çok sansüre uğrayan yazardır.”
Bir ay kadar önce, yanılmıyorsam Ermeni Meselesinde, Türk resmi tezini daha doğrusu katliam (soykırım) yaptık diyenlere karşı çıktığı için Radikal Gazetesinden ayrılmak zorunda kaldı.
“Nihat Genç tavizsiz üslubuyla Anadolu topraklarında en çok okunan yazar oldu.”
Birinci kitap: Şevket Süreyya Aydemir’in meşhur ‘Suyu Arayan Adam’ (12.Basım)
  “Daha derinlere in, daha derinlere! Daha derinlere indi ve suyu buldu.”
“Birinci Dünya Harbinde savaşa katılan ve sonra Büyük Turanı kurmak yolunda Kafkas, Hazer ülkelerine koşan bir Türk gencinin hikayesidir. Şevket Süreyya’nın hikâyesi”
Üçüncü kitap: Apo, dava ve en yakın arkadaşlarından Şemdin Sakık yazmış. Araları açık ki Apo’nun insan değil bir canavar olduğunu anlatan biyografi türünden  bir kitap. Kapağında 2. Baskı yazılı ama 1.Baskı ne zaman yapılmış üzerinde 1 ncinin baskı tarihi yok. Neyse o ayrı bir bahis. Kitap Diyarbakır Ceza evinde yazılmış. Kitabin arka kapağında,
“Beş yıldır bulunduğumuz hücrede yazmadık ve konuşmadık. Bizden çaldığı dişlerle bizi boğazlamaya devam ettiği halde, sabrımızı olgunlaştırıp, kandırdığı insanların bir parça da olsa onu tanımalarını bekledik.
Apo kişiliği sadece örgüt elemanlarının ya da güvenlik kuvvetlerinin ölümüne değil, sıradan insanların, çocukların, kadınların ölümlerine de sevinirdi.
Apo kişiliği, tek yürüyüş kolunda bulunmadı. Tek bir gece yürüyüşü yapmadı. TEK bir dağ tırmanmadı. Tek bir adamının nasıl vurulup acılar içinde kıvrandığına tanık olmadı. Ne susuzluk çekti ne de açlık. Ne yaralıların iniltilerine ne de yorgunların çöküşüne tanık oldu.
Mao, tarihte benzersiz ‘Uzun Yürüyüş’ ü gerçekleştirirken, Apo kişiliği ancak kaçışların altına imza attı.
Fidel Castro, sahip olduğu iki yüz adamın önden göndererek, “Siz gidin bana yer açın, ben de arkanızdan geleceğim” deyip geride durmadı.
Apo bir politik dolandırıcıdır.”
   
30.8.2005-Dörtyol
 
Büyük Zafer’in 83.Yıl dönümü kutlanıyor. Televizyon açık. Yurdun dört bir yanından gelen yurttaşlar, Anıtkabiri ziyaret ediyorlar.  Bu anda  İsmet Paşa’nın kızı Özden Toker Hanım konuşuyor. İsmet Paşa’da Anıtkabir’de yatıyor.
Büyük Zafer aynı zamanda Cumhuriyetin, laik Türk Devleti’nin temellerinin atıldığı bir mana ve önem taşımaktadır.
Mustafa Kemal ve arkadaşları, eşi tarihte pek rastlanmayan bir şeyi başardılar. Müstevli devletleri işgal ettikleri yerleşim yerlerinden çıkartılmış, onlar adına son Türk’ün gücünü de kırmak görevini yüklenen Yunan Orduları, Bursa dahil batı bölgelerinden çıkartıldı. 9 Eylül’de Türk Ordusu İzmir’e girerek, bu anlarda fiilen İstiklal Savaşı’nın bittiği ve kazanıldığı tarih. Üçüncü dünya ülkeleri bir başka ifadeyle sömürülen, ezilen, mazlum milletler için Türk İstiklal Savaşı bir kurtuluş ümidi oldu. Nitekim bağımsızlığını kazanan bir çok ülke Mustafa Kemal Paşa’nın kendileri için de bir kılavuz olduğunu itiraf etmişlerdir.
Ama içerideki ve dışarıdaki hasımlarımız Türk Cumhuriyetini yıkmak için o günde bugünde mücadele etmeye devam ediyorlar. Düşünebilene, düşünebilecek kadar bilgi sahibi olupta hal ve ahval bilen için kirlerden arınmanın bir yolu ve pınarı olabilir.
***
 
31.8.2005-Dörtyol     
 
Bu akşam Miraç Kandili. Dün 30 Ağustos Zafer bayramıydı. 83 sene önce üç aylar hangi aylara tekabül etti?  Miraç hangi ayda idi. Bunların hesabı yapılabiliniyor. Ama Dörtyol’da sahildeki evde, bunları tek başıma, eldeki imkânlarla  bunu bile bilmem mümkün değil. 
Özün özü ruhlarımız ve bedenlerimizi kirlerden arındırabilmek için 30 Ağustos Zaferi bütün mana ve şümulü ile bir temiz su olmaz mı?. Düşünebilene, düşünebilecek kadar bilgi sahibi olup ta hâl ve ahval bilen için kirlerden arınmanın bir yolu ve pınarı olabilir.
***
O halde bugün Yüce Yaradan’a sığınmalı. Resulün sünnetine uyarak, tövbeler edip, bağışlanmak için ‘Miraç’ bulunmaz bir gün ve gece. Ramazana giden istasyonların en önemlisi ve kutsalı.İnşallah değerlendirebiliriz.   
***
Ecevit’le bir sohbet
28 Ağustos tarihli Akşam Gazetesi Muhabirlerinden Ercan Yavuz’la bir sohbet yapmış. Başbakan Tayyip Erdoğan için,” Sinir içinde. Bugüne kadar karikatürlere bile tahammül edemeyen bir lider görülmemiştir. Dış politikada deli dolu birtakım laflar ediyor. Entelektüel bir birikiminin olmadığını biliyorum. Diyarbakır’da konuştukları bunun göstergesi.”
Erkan Mumcu için, “Ciddiye almıyorum.” değerlendirmesini yapmış.
DYP’nin başında ki Mehmet Ağar hakkındaki düşüncesi ise “Derin devletle ilişkisi var.”
MHP için de “henüz iktidarda yerini bulabilmiş bir parti değil. Bu nedenle MHP’yi bilemiyorum.
“CHP ile bir yere varılamaz. O yüzden bizim onlarla bir araya gelmemiz mümkün değildir. Geçmişte birlikte çalıştık, çok çatıştık. CHP ile birleşmeyi siyasi hayatım boyunca hiç düşünmedim. CHP, tek partili dönemin sonucunda ortaya çıktı. Bazı değişiklikler oldu ama niteliği hiç değişmedi. CHP hiçbir dönemde ciddi bir sol parti olmadı. Toprak ağalarının katkısı ile kurulmuş bir parti sol parti olamaz. Etnik unsurları, mezhep unsurlarını öne çıkaran bir parti sol parti olamaz. Onlarla birlikte biz solculuk yapamazdık. CHP, Türkiye solunun önünü tıkayan bir partidir. 12 Eylül darbesi olmasaydı da CHP ile yolumuza devam edemezdik. Yeni bir bölünme daha olurdu. Bu kez biz ayrılıp yolumuza devam ederdik.”
12 Eylül’de CHP’nin Genel Başkanı Bülent Ecevit’ti. Yıllarca CHP Genel Başkalığını yapan ve bu sıfatı ile Başbakan olan sayın Ecevit’ti. Ömrünün son döneminde Atatürk ve İnönü’den sonra CHP’nin Genel Başkanı olduğunu da umursamadan nasıl konuşuyor.
Rahmetli Osman Bölükbaşı “İsmet Paşa’dan birkaç kere dinledim. Bu Genel Sekreterim olan Bülent Ecevit’ten korkmaya başladım. Çünkü bu adamın iktidar için istismar etmeyeceği hiçbir değer yoktur.” diye söylermiş. 
***
Geçenlerde rüyadan uyanmış gibi, “Vahideddin hain değildir.” dedi zamanında Bölükbaşı’nın Ecevit’le ilgili olarak İsmet Paşa’dan dinlediklerini hatırıma getirdi.
Ne kadar doğru laflar etse de Bölükbaşı’nın söyledikleri aklıma düştükçe Ecevit’in konuşması benim nezdimde ağırlığını kaybediyor.
Akşam Gazetesinde Türkiye’nin içine düşürüldüğü durumlardan dolayı ifade ettiği kaygılara ve yaptığı tespitlere katılıyorum. Ama demekten de kendimi alamıyorum.
Bülent Ecevit, Türkiye’nin hızla bölünme sürecine girdiğini sürdü. Yaklaşık 60 yıldan bu yana Türkiye’nin bugün olduğu kadar kritik bir dönemden geçmediğini vurgulayan Ecevit, ABD ve AKP’nin Türkiye’yi hızlı bir bölünmeye doğru götürdüğünü anlattı. Ecevit, “Korkarım Türkiye’yi bölecekler. Bu yönde bir gidişat var. Irak’ta fiili bir Kürt devleti kuruldu. Sırada Türkiye’den toprak almak var” dedi
“Türk siyaseti çok büyük bir açmaz içinde. İktidar ve asker bu boşluğu doldurabilecek gibi görünmüyor. Türkiye oldukça vahim bir tablo ile karşı karşıya. 
Bazı kesimlerin Türkiye’nin zora girdiği dönemlerde askerden medet umduklarını belirten Ecevit, bu yaklaşımın yanlış olduğunun 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle ortaya çıktığını söyledi.   
“Türkiye’nin bugün bölünme tehdidiyle karşı karşıya kalmasından birinci derecede AB ülkeleri sorumludur.” diyen Ecevit, içine düştüğümüz durumdan kendisi ve bir zamanlar hararetle savunduğu ‘Ortanın Solu’ politikalarının rolünü unutmuş gibi görünüyor. Devrimci Doğu Kültür Ocakları paralelinde yaptığı politikaları unutmamız mümkün değildir.
Ülke’nin bölünmesini asker durduracak olsa bile, iktidara, yönetime gelmesine karşı çıkanlar, demokrasiyi nasıl savunacaklarını, devletin bölünmez bütünlüğünü nasıl koruyacaklarını açıklamalıdırlar.
 
3.9.2005-Dörtyol
    
Dün akşam gece saat 23.00 sularında yağmur başladı. Sabaha kadar yağdı. Gökler gürüldüyor, şimşekler çakıyordu. Bahar yağmurları gibiydi. Kış yağmuru da diyebiliriz. Temmuz, ağustos, eylül aylarında bu bölgede, Akdeniz’in doğu ucunda Toros eteklerinde, Amanos dağlarında yağmur çok seyrek yağar. Herkesin suya hasret kaldığı günlerde ben ‘Suyu Arayan Adamı’ okurken bütün özlemlere rahmet olacak yağmurun yağması ne güzeldir.
***
Çok yıllar önce, Dörtyol’un sıcaktan kavrulduğu, sisli, puslu sıcakların Amanos dağlarına, şehrin, bağların, bahçelerin, tarlaların bastığı günlerden bir gün Muhtemelen ağustosun son günleri veya eylülün başı. İlçeye Milli Eğitim Bakanlığı Müfettiş gelir. Bölgedeki Öğretmenevlerinin denetimi de programlarında var.
Bedirhan Yıldırım İlçe Milli Eğitim Müdürü, Emin Çan’da Öğretmenevi müdürü. Çok kıt imkanlar içinde  bir Öğretmenevi yaptırırlar. Öğretmenevinin yapılışı ayrı bir macera. Bu macerayı bilen eski öğretmenler hala o hikayeleri anlatır, gülerler. 
Öğretmenevinin otel kısmında üç-beş yatak var. Birkaç oda. Müşterek WC’ler ve banyo. Alt kat ve bahçe lokal hizmeti veriyor. Müşterilerin fazla olduğu günlerde kebap vs. yapılıyordu.
***
Müfettişler ilçede tabii olarak Öğretmenevlerinde misafir edilirler. Müfettişlerin geldikleri günün gecesi sabaha doğru beklenilmeyen bir yağmur yağar ki, sokakları, caddeleri sel suları kaplar. Göz gözü göremez, kimse başını uzatıp dışarıya çıkamaz.
Emin Can, sabah namazını eda etmek için uyandığında, sokağı suların bastığını görünce “Eyvah!” diye öyle bir bağırmış ki, eşi yataktan fırlayarak, “Hayrola Emin! Kötü bir şey mi oldu?” demiş. Emin Can, “Bre Hanım, kötü ne demek. Kıyamet koptu! Kıyamet!” deyince kadıncağızın az olan aklı temelli çıkayazmış.
Emin, başıma gelenler, diye bir yandan hayıflanıyor, bir yandan üstünü giyiniyormuş. Olup bitenlere bir türlü anlam veremeyen hanımı, durmaksızın “Emin Can, ne oldu, söylesene!.” diyormuş.
Emin heyecanını biraz teskin edince, “Hanım görmüyor musun ?. Yağmur Dörtyol’u götürüyor.” demiş. Eşi, “Götürürse götürsün! Nereye götürüyor? Bizim ev yerinde duruyor ya!  Deli herif bu yağmurda dışarı çıkılır mı? Otur oturduğun yerde” diye kocasına kızışıyormuş.
“Ah !” demiş Can, “Bazen cahillik ne güzel şeydir!. Hanım üç tane Bakanlık Müfettişi geldi. Onları Öğretmenevinde misafir ettik. Yattıkları odanın damı akıyordu. Bu yağmur olduğu gibi üstlerine inmiştir. Bunlar beni Öğretmenevinin önünde darağacı kurup asarlar, idamdan kurtulmak için bir an önce öğretmenevine yetişmeliyim” demiş.
Kadıncağız, ne bilsin Bakanlık Müfettişini. “Darağacı”, “İdam”,”asmak” sözlerine de iyice telaşlanmış, korkuya düşmüş. Emin de  eşinin telaşını, korkusunu artırdıkça artırmış. 
Kapıdan çıkarken de “Hanım, hakkını helal et, dönemesem çocuklara iyi bak, onları benim için bir kere öp” demiş.
Dışarıda yağmur alabildiğine yağarken, içeride de Emin’in eşinin gözyaşları sel olup akmaya başlamış.
Emin anlatıyor ki, şemsiyeyi açıp dışarı çıkmamla birlikte, fırtınalı yağan yağmur şemsiyeyi başıma geçirdi. O yağmurda ve bu saatte araba bulmak, taksiye binmekte mümkün değil. Çaresiz koşarak evden Öğretmenevine gidecektim. Öğlede yaptım. Mesafe de bayağı uzak. O şiddetli yağmur altında mesafe uzadıkça uzuyor.
Ben Öğretmenevine geldiğimde gördüğüm manzara müthişti. Gördüklerimin karşısında korkmaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu. 
En kıdemli müfettiş pijamalarının paçalarını dizlerine kadar toplamış, valizini başının üstüne almış, merdivenin üst basamağında sel sularından kurtulmaya çalışıyor.
Emin bir iki basamak çıkınca üst katın tamamen sularla dolduğunu ve taşarak aşağıya indiğini görünce birden bire en önde inen müfettişin ayaklarına kapanarak.
“Efendim, verin ellerinizi ayaklarınızı öpeyim” diye bağırmaya başladım. Müfettişler şaşırdılar. İçlerinden biri, “Müdür Bey, el öpmeyi bırak da, bir an önce  bu selden bizi ve eşyalarımızı kurtarmaya bakın”  “Yok!.” diyormuş Emin, “Vallahi de billahi de eliniz de, ayağınızı da öpeceğim. Sizin her biriniz evliyasınız. Aylardır Dörtyollular yağmur bekliyorlar. Kaç sefer yağmur duasına çıkıldı. Kurbanlar kesildi, adaklar adandı, bir damla yağmur yağmadı. Kuyulardan sular çekildi, dereler kurudu. Siz rahmetle, bereketle geldiniz, elinizi de ayağınız da öpmek şart oldu.”
Yağmur bu arada hızını azaltmış, yavaşlamıştı. İnsanın görmesine, düşünmesine, bir karar vermesine fırsat tanımıştı diyor Emin. Müfettiş Beyleri Öğretmenevinin bitişiğindeki Kız Meslek Lisesi Müdüresinin odasına bin bir güçlükle ve tedbirle yerleştirdim. Bakanlık Müfettişlerini don paça vaziyetinde kimsenin görmesini hele hanım öğretmenlerin hiç görmesini istemiyordum.
Emin anlatmaya devam ediyor;
Müfettişleri Müdüre Hanımın odasına yerleştirdik, ıslanan elbise ve çamaşırlarının kuruması için elektrik sobasını yaktırdık. Güzel bir sabah kahvaltısı hazırlattık. Kahvaltı yapıp akılları başlarına geldiklerini hissedince Müfettişlere dedim ki “Bana müsaade ederseniz belediyeye gidip geleceğim. Çok sürmez en fazla yarım saat içinde geri dönerim dedim. Önce olur dediler. Sonra Belediyede ne işin var diye sordular.”
Bende “Belediye de şahsi bir işim olmadığını, sizin gelişinizi belediye hoparlöründen şehre duyurmak istiyorum” dedim. Bunun üzerine Müfettişler “ Buna neden lüzum gördün?” diye sordular. 
“Efendim, deminde arz ettiğim gibi üç aydır Dörtyol susuzluktan Kerbela ’ya dönmüştü. Yağması için ne dualar edildi, ne namazlar kırıldı. Ne kurbanlar kesildi, ne adaklar adandı.  Nice türbeler ziyaret edildi. Ağzı dualı, nefesi kuvvetli zatlarla birlikte yapılan yakarışların hiç biri fayda vermedi.
Ne uğurlu ayaklarınız, ne aydınlık gönlünüz varmış. Gelişinizle birlikte göklerde rahmet kapıları açıldı. Bağı, bahçeyi, tarlayı tapanı suya doyurdu. Siz buraya müfettiş olarak gelmiş değilsiniz, sizin her biriniz yedi evliya kuvvetindesiniz. Onun için sizin gibi Mübarek Zatların ilçeye gelişini halkımız duymalı ve sizleri ziyaret edip, ellerinizi öpmelidir.” Dedim.
“Aman Emin Bey! İşi bu kadar büyütmeye gerek yok.”   Dediler üçü bir ağızdan.
Tabii onlar izin vermeyince belediyeden ilan yapmak mümkün olmadı diye anlattı Emin.
Ben “Eeee …Sonra ne oldu” diyince. İstedikleri defterleri, dosyaları, belgeleri Müdire Hanım’ın odasına getirdik. Öğleye kadar bakıp incelediler, notlar aldılar. Akşama doğru Hassa’ya gitmek için Dörtyol’dan ayrıldılar.
Olup biteni gidip İlçe Milli Eğitim Müdürü Bedirhan Bey’e anlattım. Beni bazen gülerek, bazen hayretle dinledi, dinledi!... İnşallah başımıza bir iş gelmez temennisinde bulundu.
Eve döndüğümde eşimi meraktan çatlar buldum. “Şükür, şükür Emin Can. Deli herif!. Eve sağ salim döndün ya!.. “dedi. 
Döndüm, dönmesine de olup bitenlerin bir muhasebesini kendi kendime yapınca, telaşa kapılıp, İlçe Milli Eğitim Müdürü’nün temennisini bende kendi kendime tekrar ettim. “İnşallah başımıza bir iş gelmez”
Bir gün sonra gittikleri ilçeden Başmüfettiş Bey’i  telefonla bulup;
“Efendim bir emriniz var mı, sağlığınız yerinde mi, kendinizi rahatsız hissediyorsanız hemen bir ambulansla, doktorla gelip sizi alalım” dedim. Başmüfettiş Bey, kibar, nazik ve babacan bir eda içinde; “Emin Bey, evladım, bu ince düşüncenden dolayı sana teşekkür ederiz. Hamdolsun sağlığımız yerinde, kimseye de ihtiyacımız yok” dedi.
Bölgemizde henüz denetimler bitmemiş, müfettişler Hatay ilindeki programlarına devam ediyorlardı. Aradan bir hafta on gün gibi bir zaman geçmiş veya geçmemişti ki, ilçelerden birinin Öğretmenevinin Müdürü Dörtyol’a çıka geldi. 
Bana “Emin Hocam, senden kurs almaya geldim” dedi. Bu arkadaşımız Öğretmenevine birkaç ay önce tayin edilmişti. Henüz çiçeği burnunda bir müdürdü.
Bakanlık Müfettişleri, meslek hayatında ilk defa öğretmenevi müdürlüğüne getirilmiş olan bu arkadaşa, “Mademki müdürlüğe yeni atanmışsın, seni denetlemek için sana bir zaman tanıyalım. Sen de bu arada Dörtyol Öğretmenevine git. Müdürlüğün nasıl yapıldığını Emin Bey’den öğren” demişler.
 
 

You have no rights to post comments

An itibariyle ziyaretci sayısı:

63 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi