PARANIN MİLLİYETİ VAR MI?

PARANIN MİLLİYETİ VAR MI?

Necdet ÖZKAYA

1.8.2005  Dörtyol

Dörtyol’ da vaktimi mümkün olduğu kadar değerlendirerek geçirmeye çalışıyorum. Okuyorum, yazıyorum, konuşuyorum. Sohbetler ediyorum. Zaman zaman hatıralarımı yazıyorum. Ülkenin ve dünyanın güncel olaylarıyla ilgileniyorum. Meseleler üzerine kafa yoruyorum.

Ailevi meselelerimizde zaman zaman vaktimi almıyor değil. Bazen birinci meselemiz oluyor. Ama halimize şükrediyoruz. İrem ve Koray yanımızdalar. Onlar bizim için ilk göz ağrıları. Zaman zaman bizi üzüyor  olsalar bile, sevgileri öfkemizi bastırıyor. Anneleri Gülçin dün gece Ankara’ya döndü. Sabah 07.00 de Ankara’ya salimen ulaştığını telefonla bildirdi.

***

Hava genellikle bulutlu, ara sıra yağmur yağıyor. Deniz çok dalgalı, denize giremiyoruz. Sitenin havuzuna da  bu sene henüz girmedim. Nem oranı yüksek olan hava aynı zamanda sıcak.

İki gündür Ankara’dan (Bakanlık) ölüm haberleri alıyorum. İki gün önce Hüseyin Acar’ın vefat haberini almıştım. Müsteşar yardımcılığından emekli olmuştu. Eski Personel Genel Müdürüydü. DSP onu Genel Müdürlüğe atamıştı. Aramızda bir husumet yoktu, ama dostlukta yoktu. Allah rahmet etsin.

Dün akşam yemekten sonra İsmail Bey’in Hanımını aradık, “İsmail Bey’in henüz ölmediğini, ama bitkisel hayata girdiğini, doktorların ümitsiz olduğunu.” söyledi.

Bugünde eski Sağlık Dairesi Başkanımız İsmail Karataş’ın vefat ettiğini öğrendik. Keriman Hanım telefonla söyledi. Ne garip! Uzun süren ağır bir hastalıktan iyileşerek ayağa kalkmıştı. Geçen Mayıs ayında kızının düğünü olmuştu.

Düzgün, güvenilir, yardımsever bir arkadaştı. İşini iyi bilen bir bürokrattı. Aile boyu bir hastalıkları vardı. Kanser değildi, ama ciğer zarları kalınlaşıyordu. Kardeşleri de aynı hastalıktan öldü. Dün İstanbul’da hasta olan ablasının da vefat ettiğini sevgili Karataş’ın hanımı telefonda söyledi. Allah hepsine rahmet etsin.

***

2.8.2005-Dörtyol

Yağmurun sesiyle uyandım. Şiddetli bir yağmur sahili dövüp duruyordu. Ağustos sıcağında Akdeniz’in en doğru ucunda  yağmur, arada birde olsa mevsime rağmen yağıyor. Gök gürültüsü ile birlikte yağan yağmur, ilkbaharı hatırlatıyor. Denizde dalgalar adam boyu.

Balkonda bulunan çamaşırları, sedirin üstündeki minderi ıslanmaktan kurtarmak için içeri aldıktan sonra, balkondan bahçeye yukarıdan bir göz attım. Gördüm ki masa ve iskemlelerin yerleri değiştirilmiş. Hayırdır inşallah dedim ve aşağıya indim. Dış kapı kapalı ama kilitli değil. Mutfağın penceresi yarı açık, sineklikler de Tuhaf bir şey. Su damaca sının yeri değişmiş. Acaba ben uyuduktan sonra Adalet Hanım bir şey için aşağıya inip bahçeye mi çıktı diye düşündüm. Sonra bunun mantıksız olduğuna kanaat getirdim. Suyun yeri dolaptan bir şey almak için değişebilir.  Ama bahçede koca masayı bulunduğu yerden kaldırıp bir başka yere koymaya gücü yetmez ve gereği de yoktur.

Vakit çok erken olduğu için namazdan sonra tekrar uyumak için yatağa girdim. Bir müddet uzandım ama uyuyamadığımdan giyinip bahçeye çıkınca, evin arkasında küçük el çantamın açılıp içindeki musluğun başına serpildiğini fark ettim. Dehşet ve hayret içinde kaldım. Eve hırsız girdiğini anlamak kahin olmaya gerek yoktu.

Adaleti uyandırdım. Saat 08.00’e yaklaşıyordu. Para ve kredi kartlarımın bulunduğu cüzdanlara ve çantalara eve giren veya girenler dokunmamıştı. Ama bana ait cep telefonu koyduğum yerde yoktu. Belli ki onu götürmüşlerdi. El çantası içinde para ve kredi kartı aramışlar bulamayınca dışarıya içindekileri boşaltmışlardı.

Telefonu gece yatmadan kapatmıştım. Şifresini bilmedikleri için büyük bir ihtimalle kullanamayacaklardı. Ama kullanabilirler endişesiyle GSM operatörüne bildirerek geçici olarak servis dışına çıkardık.

Bir ara polise veya jandarmaya haber vermeyi düşündük, Ama İrem’le Koray’ın korkacaklarını, gece uyumakta sıkıntıya düşecekleri endişesiyle vazgeçtik. Dörtyol’a inince C.Savcısına uğrayıp konuyu Bayram Bey’le birlikte anlattık. Savcıya yazılı başvuru yaptığımız takdirde, olay mahallinde araştırma ve keşif yaptırmak zorunda olduğu için eve jandarmanın gelmesini torunlarımızın korkmamaları için isteğimizi resmileştirmedik.

Dörtyol’a giderken saatimi takmak için kitaplığa baktığımda yerinde bulamadım. Anlaşıldı ki el çantasını alırken, saati de beraberinde götürmüş. Eski bir saatti. Ama rahmetli Milli Eğitim Bakanı Avni Akyol Bey’in hatırasıydı. Hırsız adam “hatıra”, “manevi değer” düşünmüyordu.

Şimdilik ucuz kurtulmuştuk. İnşallah böyle üzüntü verici bir olay bir daha yaşanmaz.  

***

Hava hırsını alamadı, sabahki yağmura rağmen öfkesi dinmedi. Öğleden sonra saat 17.00 de gökler bir defa daha hışımla “yer”in üstüne geldi. Gökler gürlüyor, rüzgarlı yağmur yağdıkça yağıyor. Hava yağmura rağmen sıcak, şiddetli yağmurun altında sitenin çocukları havuza koştular. İçlerinde İrem’le Koray da var.

Çocukları ne zaman gamdan, kederden uzak oynadıklarını görsem, rahmetli annemin bir özlemini hep hatırlarım; Hiçbir şeyi umursamadan neşeli bir şekilde oynayan çocukların başında bir de ben olabilsem derdi. Olunabilinir mi ?  Ne mümkün.

Biz her şeyden azade olarak çocukluğumuzu yaşayamadık mı ? Yaşamaz olur muyuz. Yaşadık, oyuncak sayısının ve türünün azlığına rağmen yaşadık. Mahallenin güvenilen sokaklarında, bahçelerinde yazın geceler dahil, ne oyunlar oynadık, ne oyunlar!

Çaputtan veya kıldan yapılmış toplarla top oynadık. Uzun eşek, birdirbir, köşe kapmaca, saklambaç oynadığımız oyunların en heyecanlılarıydı. Aşık ve bilye oyunları, bugünkü şehir çocuklarının herhalde hiç görmedikleri, görme ihtimallerinin zayıf olduğu oyunlar olacak. Uçurtma uçurmak çocukluğumuzun güzel eğlencelerinden biriydi. Hele şeytan uçurtması yapılması kolay ve ucuz olan oyuncaktı. Kamış çıtalarla renkli kağıtlarla,çok köşeli uçurtmaları rahmetli babam yapardı. Yapıştırıcı olarak ya hamur yada çiriş kullanırdı. Rahmetlinin eli çok yatkındı. Zanaatkâr değil, memur olmuştu. Devrin gözde mesleği.Hiç olmazsa aç ve yoksul kalınmayacaktı.

Topaç (fırfıra, fırıldak) ve çember çevirmek bir başka büyük zevkti. Yumurta tokuşturma, yoğurt yeme, çuvalla yarışmalar resmi bayram törenlerinin vazgeçilmez gösterilerindendi.

3.8.2005-Dörtyol

Gazetelerde Kıbrıs ve AB.ağırlığını koruyarak gündemi işgal etmeğe devam ediyor. Bugün bir başka önemli haber daha var: Erdemir ve İsdemir genel müdürleri Kerim Dervişoğlu ve Atamer Giyici istifa etti. Basının ortak kanaati  “özelleştirmeden rahatsız oldukları için istifa etmişler.”

OİB yetkililerinin “Biz Erdemir’in değerini artırmak için uğraşıyoruz. Başarılı bir özelleştirme için çaba sarf ediyoruz. Ama iki yönetici özelleştirmeye karşı tavırlarıyla buna engel oluyorlar.” Dedikleri basında yer alıyor.

Erdemir’in değerini bu iki başarılı genel müdür ve kadrosunun düşürdüğünü ileri sürmek insafsızlığın resmidir. Zira Erdemir’i çelik sanayinde saygın bir yere getirdiler. Dünya çelik sektöründe ilk beşte yer alan şirketlere göre karlılık ve performansta çok iyi görünüyordu.

Saç ticaretinden sağlanan rantla geçinenlere karşı bayrak açtı. Bu savaş iktidar partisi mensuplarını rahatsız etti. Bir başka rahatsızlık ise ANAP döneminde işe alınan kalitesiz işçilere uygulanan eğitim proğramlarıdır.

Rahatsızlık veren bir başka olay ise bizzat Başbakan’ın Erdemir ve İsdemirle ilgili sözleri oldu. Erdoğan “İskenderun Demirçelik’e gittim, her yer pislik içinde.” Demesi üzerine Genel Müdür Atamer Giyici ’nin basın yolu ile Başbakan’a cevap vermesidir.

4.8.2005-Dörtyol

Yabancı siyasi irade ve yabancı sermaye Türkiye’yi Cumhuriyet öncesi kapitülasyon dönemine yeniden götürmektedirler.

Maliye Bakanlığı, yabancı sigara üreticilerinin isteklerine uygun fiyat ve vergi düzenlemeleri yapmaktadırlar.

“AB ilerleme Raporunda” sigara konusunda sigara konusunda devletimize talimat verdi. “Sigara şirketlerinin isteklerini yerine getirmezseniz sizi AB’ne almayız” (Rapor.Sayfa 102) Bu talimat Başbakan’ı ve Maliye Bakanı’nı hizaya getirmeye yetti.

Tekelin ölüm fermanı olan düzenlemeler birkaç gün önce yapıldı. Buna göre;

Şark (Türk) tipi tütün kullanmak özendirilmeyecek. İsteyen istediği kadar  ithai Amerikan tipi tütün kullanabilecek.

Sigaraya (maktu) sabit vergi konuldu. Böylece Tekel’in yerli tütün kullanarak ucuz sigara satma şansı kalmadı.

Yerli tütün kullanarak ve ucuz sigara üreterek Tekel’in ölüm fermanı imzalandı.

Tekel yerli tütün ile ürettiği Bafra ve Bitlis marka sigaraları için düşük vergi ödüyor. Bu sigaralar 55 kuruşa satılabiliyordu. Bundan sonra şark tütünü, Amerikan tütünü kullanımı dikkate alınmadan sigara paketi başına en az 1.20 YTL. Vergi ödeneceğinden Tekel bu sigaraları 1.50 YTL. ‘ye satacak ve zararına satacak.

Böylece Tekel’in tekelliğine son verilmiş oldu. Çünkü tütün ve sigara pazarında Tekel’in hem payı azalıyor hem de Tekel’in ekonomik değeri küçültülmüş oluyor.

Özelleştirmenin gündeme geldiği günlerde Tekel’in Pazar payı %80’lerdeydi.Bu günlerde bu pay %40’lara düştü.   Philip Morris’in pazar payı %40 oldu. Kalan %20’yi ise diğer yabancı şirketler paylaşıyor.

Sümerbank’ı tarihe döndük, işini bitirdik diyen Maliye Bakanı Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığını sembolü olan kuruluşların ölüm fermanını imzalarken, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bağımsızlık ipinide çektiğinin farkında mı ?.

Yabancı sermaye, kamu ve özel sermaye’yi silip atıyor. Küreselleşen ekonomi, güçlü grupların elinde vahşileşerek büyüyor. 

Özelleştirmeye karşı çıkanları Başbakan Erdoğan hemen her fırsatta azarlamakta ve onları suçlamaktadır. Güzel kokulu, çiğnenmesi kolay bir sakız bulmuş, çiğnendikçe tadını çıkartmış olacak ki, ağzından hiç düşürmemektedir.

“Bunlar artık çağın gerisinde kaldı.Parayı veren gelsin alsın.” Diyerek işin içinden çıktığını sanıyor.

“Vatan Hainliği” nin tartışıldığı bu günlerde Erdoğan olup bitenlerin acaba farkında mıdır?  Yazılıp çizilenleri okumakta mıdır.  Vahideddin’e insanların büyük bir bölümü niye hain diyor.

“Parayı veren gelip alır, sermayenin yerlisi, yabancısı olmaz.” Vahideddin müstevlinin milliyetine değil, gücüne bakmak taraftarıydı. Onun için İngiliz himayesini istiyordu. Sonunda İngilizlere sığınmasının sebebi budur. Patronun büyüğünü, güçlüsünü seçmişti. Konstantiniye’yi Fatih’e karşı savunan Bizans Hükümdarı kadar olamamıştı.  

***

Özelleştirmenin öncülüğünü yapan dünyada, farklı gelişmeler oluyor. ABD.de Fransa’da da stratejik işletmelerin yabancılara satılmasını önlemek için ülkelerde ki siyasi çalışmaları gazetelerden okudukça gene “tersine işler” yapmakta olduğumuzu fark ediyorum.

Amerikan “Pepsi Co” nun dünya ölçeğindeki Fransız su ve süt grubu “Danone” yi satın almaya hazırlandığı söylentisi çıkınca tüm partiler ayaklandı. Konu bir anda “Devlet Sorunu”  haline geldi.

 “Pepsi Co” tepkiler üzerine geri çekildi ama Fransızlar konuyla ilgili olarak duydukları endişeyi kaybetmediler. Endişeleri gidermek için Cumhurbaşkanı Chirac hükümeti topladı ve şunları söyledi: “Geçen hafta bir Fransız işletmesinin bir yabancı grubun denetimine geçmesinin derin kaygısını yaşadık. Stratejik işletmelerimizi korumak için önlem almak zorundayız. Bu sanayi gücümüzün zayıflamaması çok önemlidir.” derken Fransız Başbakanı ise “Fransa’yı ve Fransız olan her şeyi savunmak zorundayız.” demek suretiyle Fransızlığı nasıl koruyacaklarının ilkelerini belirtiyordu.

Türkiye’de de Başbakan  “ Yabancı sermaye parayı bastırıp istediği şirketi satın alabilir.” Diyor. Çünkü Başbakanımız çağdaşlıkta Fransa Cumhurbaşkanı ve Başbakanından daha ileridedir! Bütün vatandaşlarımız bundan dolayı övünebilirler!.

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak mümkün olmamaktır. Ama hepimiz çevremizde konuyla ilgili  olarak en ufak bir bilgiye sahip olmadan ahkâm kesen insanlar tanırız. Onların durumuna düşmemek için o mevzu ile ilgili bir çok  araştırma ve inceleme yaparım. Medyada konuyla ilgili çıkan haberleri, köşe yazıları varsa onları okurum. En az yedi sekiz gazeteyi günlük olarak takip ederim. İlgimi çeken yazıları kesip saklarım. 1960’lı yıllardan beri böyle bir alışkanlığım var. Yaptığım arşivi kırk beş yıl boyunca sağlıklı olarak muhafaza ederek getiremedim. Ama gene kitaplığımda hatırı sayılır, bir çok konuya kaynaklık edecek zengin bir “kupür arşivi” vardır.

Sağlığım ve ömrüm el verirse bu arşivden yararlanıp birkaç kitap çıkartabilirim. Kısmet olmazsa kızlarım yararlanabilirler. Çünkü tahsilleri buna elverişlidir. Gerçi akademik çalışmaları dolayısıyla içlerinde en yatkını Elçin’dir. Babalarından kendilerine mütevazi bir evin çapını aşan bir kütüphane kalacak Ümit ve temenni ederim ki kendileri, eşleri, çocukları yararlanır ve işin hakkını verirler. Olmaz ise durumu kardeşlerimle konuşmaları uygun olur.

Konuyu  kitaptan açınca birden bire aklıma Adana’dan Ankara’ya gelişimiz geldi. Eşyalarımız kamyona yükleniyordu. Yükleyicilere kardeşlerim ve birkaç arkadaş yardım ediyordu. Aralarında Oğuz, Necati, Hayati ve rahmetli kardeşim Yavuz’ da vardı. Arkadaşlardan Terzi İsmet Usta’yı hatırlıyorum, Ne sadık bir dost, ne sadık bir arkadaştır. Şakaları ve nükteleriyle bir dönem Adana’nın aranan isimlerinden olmuştur. Milliyetçi-Ülkücü Üniversiteli gençlerin Adana’da uğrak yerlerinden birisi İsmet Usta’nın Terzi Dükkânı’dır. Çok kere gençler birbirleriyle görüşmeleri için bu dükkânı randevu yeri olarak verirlerdi.

O dükkânda güzel şakalar ve sohbetler yapılırdı. İnşallah yazmaya, anlatmaya imkân bulurum.

4.8.2005-Dörtyol

Erdemir ve İsdemir’in başarılı genel müdürlerinin istifa etmelerinin yankıları devam ediyor. Dün Akşam Gazetesinden kestiğim bir haberin kupürünü bugün yeniden okudum.

Çelik-iş Sendikası İskenderun Şube Başkanı Cengiz Gül A.A muhabirine yaptığı açıklamada “İstifaların ardında uluslararası yabancı sermayesinin dayatmalarının bulunduğunu söyledi.

Son dönemde çelik sektörünün gelişiminde uluslararası sermaye rahatsızlık duydu. Her iki genel müdürde kurumlarında başarılı çalışmalarıyla kâr rekoru kırdı. 

Genel müdürlere önce yatırımı durdurun dediler. Bunu yaptıramayınca istifa etmek zorunda bıraktırdılar.”

Başarılı bu yüksek dereceli yöneticilerin, istifa etmeleri Türkiye’de yabancı sermayenin gücünü gösteren bir başka önemli olay oldu.

***

7.8.2005-Dörtyol

Türk Haber Televizyonu, MHP 16.Erciyes Zafer Kurultayı’nın son gününde Sayın Devlet Bahçeli’nin konuşmasını canlı olarak verdi. Bahçeli’nin konuşması kırk beş saat sürdü.  Konuşmanın tek bir kanaldan da olsa kesilmeden verilmesini şahsen sevinmeme vesile oldu. Medya imkanlarını kullanmamaktan dolayı MHP sesini Türkiye çapında duyuramamaktan dolayı, benim gibi milyonlarca ülkücünün canı sıkılmaktadır.

Erciyes Kurultayları’nın MHP’nin siyasi hayatında önemli bir yer tuttuğu çok açık olarak bellidir. Yurdun dört bir köşesinden kalkıp kurultay tarihinden çok önce on binlerce Ülkücünün cebinden masraf yaparak Erciyes’in Tekir Yaylasında gelmesi öyle sanıldığı kadar kolay değildir. Orda günlerce çadırlarda kalmanın ne kadar zor olduğunu ancak çadır hayatını bilenler bilir.

Rahmetli Türkeş bu geleneği başlatmıştı. Eski Türk Oğuz Beylerinin her yıl yaz aylarında toplattıkları “Kurultay’lara” benzetilerek yapılmıştı. Devam ediyor. On altı yıl kolay değil. Bir kısım kimselere göre Kurultay eski heyecanını ve manasını kaybetmiş. Hatta dünkü Yeniçağ’da (6.8.2005) bir köşe yazarının yazdığına göre, Kurultay vizyon ve misyonunu kaybederek bir panayıra dönüşmüş. Ülkücü bezirganlar, Kurultayı  bir kar kapısı yapmışlar. Yavuz Selim böyle yazmış. Maalesef gittikçe sayıları artan bir rantiyeci grup ülkücü hareketin içinde de var. Hatta kategorik bir ayrıma göre;

·         Ülkücüler,

·         Ülkücü geçinenler,

·         Ülkücülükten geçinenler..

***

Devlet Bahçeli uzun konuşmasında önemli tespitler ve vurgular yaptı.:

§  Erken seçim yapılacaktır.

§  Yapılacak ilk seçimde MHP tek başına iktidara gelecektir.

§  MHP iktidarında AKP’den vurgunun ve talanın hesabı sorulacak, iç ve dış politikada ki ihanetlerin hesabını Türk adaletine vereceklerdir. AKP Kıbrıs Türkü’nü ölüme terk etmiş, Kerkük’ü Kürtlere hediye etmiştir.

§  Yalan, dolan, talan politikasını devam ettirilebilmek için elinde bir tek AB’ne girme hayali var.

§  Bölücüler siyasi af çıkartmış, onlarda yeniden silahlanarak hergün yeni bir cinayet işlemektedirler.

§  Bölücü başı, cani ve katil APO’nun yeniden yargılanması AKP iktidarında gündeme getirilmiştir.

§  Teslimiyetçi AKP Türkiye’nin kuşatılmasına sebep olmuştur.

§  MHP kuşatmayı kıracak, kuşatma güçlerini dağıtacak yegane siyasi harekettir.

§  Biz yaşadığımız sürece, Ülke sahipsiz değildir.

§  Ülkücüler tahriklere kapılmasın, tuzağa düşmesinler. Ülkemizin en zor dönemlerinde birini yaşıyoruz. Hedefte biz varız. Milletimizin düşmanları Ülkücüleri, Türkiye sevdalılarını saf dışına atmak için her türlü hileye başvuracaklarını unutmayalım. Ve onların oyunlarını boşa çıkartalım. 

Yansımalar

7.8.2005

Sümerbank’ı tarihten silen hükümetin proğramında Erdemir’le, İsdemir var. Bunlarla birlikte sıra limanların satılmasına gelecek. Mersin Limanının özelleştirme süreci  4.8.2005 günü başlamıştır. Dün akşam İskenderun’a ailece yemek yemeğe gittik. Akşamın karanlığında ben seçememiştim. İrem okumuş: “Liman halkın malıdır, satılamaz.” Afişleri duvarlara asılmış. Demek oluyor ki İskenderun Limanı da satılmak için sıra bekliyor. İsdemir özelleştiği zaman onunla ilgili liman ve iskelelerde devlet malı olmaktan çıkacaktır.

***

Tarihler 30 Ekim 1958 gösterdiğinde, yani imzalanan Mondros Mütarekesinden sonra İtilaf Devletleri’nin ilk yaptığı işlerden birisi limanları işgal etmekti. İlk işgal uygulaması Mersin Limanında başladı. Onu İzmir Limanı’nın işgali takip etmişti. 87 yıl sonra ilk özelleştirilen limanın Mersin Limanı olması tesadüf mü acaba ?

Sümerbank’ı tarihten silen zihniyet “Tiko paraya her şeyi satarım” diyor. “Parayı veren düdüğü çalar.” Paranın milliyeti olmadığı için satın alanında milliyeti, bu hükümeti hiç ilgilendirmiyor.

Türkiye bir tuhaf oldu. Zaten tuhaf olmasaydı bu kadar tuhaf hükümetler kurulamazdı. Elbette paranın milliyeti vardır. Üzerindeki rumuzlar ve imzalar o paranın milliyetini gösteriyor. Bunlar paranın dinide olmaz, imanı da diyebilmektedirler. Hem de Müslümanlığına toz kondurmayanlar bunları söylüyor. Paranın dini imanı yoksa helâli de haramı da yok demektir. Paranın dini yoksa zekat verme mecburiyeti ortadan kalkmış olmaz mı? Fıtır ve sadaka nasıl ödenecek? Faizi haram kabul eden hukuk anlayışını nasıl izah edeceğiz.

 

 

 

 
 

You have no rights to post comments

An itibariyle ziyaretci sayısı:

156 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi