BEDİRHANLAR VE İSYANLARI

Geçen hafatadan devam -6-                           

 BEDİRHANLAR VE İSYANLARI

 Dr.Mahmut Rişvanoğlu

Yahudi asıllı Kürt aşiretlerinin önemli bir kesimini oluşturan Bedirhanlar (Kripto Yahudiler) ve Pakraduniler (Yahudi asıllı Ermeniler). (A.Akgül, s: 448).

Cizre tarihinde önemli bir yer tutmaktadır. 1840’daki liderleri “Emir Bedirhan” hakkında o tarihlerdeki Diyarbakır valisi Vechi Paşa ile Bağdad Valisi Necip Paşa’nın ortak olarak Sadrazamlık (Başbakanlık) makamına gönderdikleri 13 Cemaziye Evvel 1258 (18 Nisan 1842) tarihli yazılarında Bedirhan Bey’den ‘Aşikar-i Redif’ (Redif; yedek demektir) Alayının Miralaylarından (Albaylarından) olarak belirtilmiş ve yine aynı tarihlerde Musul valisi Mehmet Paşa’nın bir yazısında ise “Cizre ve Bohtan” bölgesinin “mütesellimi” (vergi toplayanı) olarak bahsedilmektedir. (Başbakanlık Arşivi, ‘İrade Defterleri Maliye/1264, I0I33, 2. Lef., Zikreden Nazım Sevğen, “Doğu ve Güneydoğu’da Türk Beylikleri”, Ank. 1982, s: 61).

Bedirhan Bey, bu sülaleden gelme Abdullah Bey’in oğludur. Cizre bölgesinde otorite temin etmiş, adli işlere, askerlik işlerine ve vergi toplama işlerini yürütecek kadrosunu kurmuş olan Bedirhan Bey, burada hayatının 9 yılını geçirmiştir.

1838’de Cizre bölgesine gelen Alman askeri müşavir Yzb. Moltke (Daha sonraları mareşal olan Alman subayıdır), 15 Haziran 1838 tarihli, hükümete sunduğu mektupta, “Kürtler iki şeyden; vergilerle askerlik hizmetinden şikayet etmektedirler. Evvelce Kürt aşiretleri hiç vergi vermezlerdi. Birbirleriyle savaşmaktan dolayı tarlaları harap, köyleri yok olmuş, herkesin kendi evinden başka dayanacak ve sığınacak bir yerleri hemen hemen kalmamıştır. Halkın “derebeylerin” elinden kurtulması mümkün değildi… Vergi toplama işi, mütesellimlere verilmiştir (Mütesellim’in bir manası da, Tanzimattan evvel vali ve mutasarrıfların üzerinde bulunan sancak ve kazaların (ilçelerin) idaresine memur edilenler hakkında kullanılan bir tabirdir. M.R.). Bunlar, halkı devlete isyan ettirecek kadar vergileri adaletsizce almaktaydılar…” (Türkiye Mektuplar, Moltke).

Tanzimatın getirdiği yeni yenilikler içinde özellikle “mülki ve yerel yönetim” yapılanmasındaki değişikliklerdi. Eyalet valiliği yerine il valilikleri, sancaklar yerine kazalara kaymakamlık haline getirilmesi ile eskiden sancak beyliklerini yöneten feodal beyler, bu yeni yönetim biçimindeki yapılanmalar ile bağımsız yöneticiliklerini ve otoritesini kaybetmekte, merkezi idareye bağlanmak zorunluluğu ortaya çıkmıştı. Buna bağlı olarak, il ve ilçelere (kazalara) ve de sancakların, kazaların ve nahiye ile köylerin bağlantıları yeniden düzenlenmiştir.

Nitekim, bu idari yapılanmanın bir örneği olarak da Bedirhan Bey’in yönettiği Cizre bölgesinin ‘Bohtan ve Hacı-Behram’ bölgesi Musul valiliğine bağlanmış, geri kalan Cizre ve Midyat ve sair yerler de Diyarbekir valiliğine bağlanmış. 1838’e kadar Osmanlı devleti’ne bağlılığını sürdüren Bedirhan Bey, kendi kontrolü ve hakimiyeti altındaki yerlerin valiliklere bağlanması karşısında, aşiretler ve bölge üzerindeki eski gücünü ve siyasi otoritesinin zayıflanmasından korkarak, 1842’den itibaren Osmanlı hükümetine karşı kuşku içine düşmüştür.

Cizre’nin-Cizre burada coğrafi bir bölge olarak da anılmaktadır-içinde Bohtan bölgesi de dahildir-ve Hacı-Behram havalisinin Musul vilayetine bağlanmasını Bedirhan bey karşı çıkar. Bu ara Musul valisi Mehmet Paşa ile de araları açıktı. Bu yerlerin Diyarbakır’a bağlanmasını kabul ediyordu. Bu yeni idari yapılanmanın düzeltilmesi için Diyarbakır (Diyarbekir), Bagdad valiliklerine, Ordu komutanlıklarına ve bunlar aracılığıyla İstanbul arasında bir sürü yazışmalar oldu.

Eski siyasi otoritesini ve feodal beyliğin gücünü tekrar elde edebilmesi için Bedirhan Bey bu yeni yapılanmasının tekrar eski haline dönüştürülmesi için çabalıyor ve bir yandan da Osmanlı Devleti’ne karşı kızgınlığını göstermekteydi.

Bu arada Bedirhan Bey’e karşı bir husumeti olduğu bilinen Musul Valisi Mehmet Paşa’nın 29 Muharrem 1258 (hicri) (miladı 1842) tarihli yazısında, Dahiliye Nazırlığına (İçişleri Bakanlığı(na), “Van’daki çatışmanın” sebebi olarak Bedirhan Beyi göstermekteydi.

Bu arada aynı tarihlerde, Diyarbakır/Diyarbekir valisi Vecihi Bey, Bedirhan Bey’in ileride bir olay çıkarmasın diye güzel sözlerle onu teskin ediyor ve yine de icap eden tedbirleri de almaya devam ediyordu.

Padişah Sultan Abdülmecit, Cizre kasabasının Musul’dan ayrılıp Bedirhan Bey’in istediği gibi-bir kül halinde-Diyarbekir’e bağlanmasını uygun görmesine rağmen yine de Bedirhan Bey bundan da memnun olmamıştır.

Bedirhan Bey, Diyarbakır, Musul, Erzurum ile İstanbul arasındaki yapılan bu işle ilgili bütün yazışmalardan beklediği neticeyi alamamasından dolayı üzgünlüğünü ve Osmanlı Hükümeti’nin dikkatini kendi üzerine çekmek maksadı ile olsa gerek, Hakkari (Çölemerik)’nin dağlık bölgesinde oturan “Nastüri Hıristiyanların” üzerine 1843 yılında bir harekete teşebbüs etmiştir.

Nasturi Hıristiyanları, “Çölemerik, Tiyar, Valto, Tuhup, Tal, Diz, Baz ve Gevar”, “Yüksekova da ise Gilo” adlı büyük-küçük sekiz aşiret ve bunlara bağlı kabilelerden ibarettirler. Bunların bir kısmı Hıristiyanlaşmış Kürtlerden ve Araplardan oluşmuştur.

Nasturi Tiyar aşireti, nüfusunun çokluğuna ve mevkine güvenerek 1843’de buradaki Müslüman Kürt topluluğuna meydan okumaya ve tecavüzlerde bulunmuştur. Hatta Müslüman Kürtler’in bir kısmını da kılıçtan geçirmişlerdir. Bir Müslüman köyü olan ‘Sersepi’ de iki Şeyhi öldürmüşlerdir. Bu durum Bedirhan Bey’e bildirilince, Nastüriler üzerine hareket geçmiştir.

Çatışmanın sonucu olarak her iki tarafında köyleri yakılıp yıkılmış, pek çok insan ölmüştür. Bu hengamede Nastüri Patriği ‘Marşemin’ kaçarak Musulda İngiliz Konsolosluğuna sığınmıştır.

Bu arada Bedirhan Bey, bölgede hükümranlığım ilan edip adına hutbe okutmaya başlamıştır.

Musul’daki İngiliz ve Fransız konsolosları da, Bedirhan Bey’in Nastürilere yönelik baskın ve meydana gelen Hıristiyan ölümlerinden dolayı, kendi hükümetleri kanalıyla Osmanlı hükümetine baskı yaptırarak, Bedirhan Bey’in haledilmesi hususunda devamla yazılar gönderiyorlardı.

Bu olaylar karşısında Osmanlı Hükümeti Bedirhan Bey karşı askeri tedbirlere başvurmak zorunluğu çerçevesinde hazırlıklara girişir. Bedirhan Bey bu askeri hazırlıkları duyunca, endişe içinde olarak, İngiltere’nin Bağdad’taki konsolosu’na yakınlarından ‘Şeyh Yusuf’ vasıtasıyla başvurarak, bundan böyle Nastürilerle iyi geçineceğini, onlara karışmayacağı’ gibi sözler vermiş.

Karşılıklı yazışmalar, sözler ve vaadlere rağmen-İngiliz ve Fransızların baskısı ile de-maalesef çatışma çıkmıştır.

1846’da Cizre’ye doğru giden Ferik Ömer Paşa komutasındaki Osmanlı askeri kuvvetleri, Bedirhan Bey’in aşiret güçlerini yenmiştir. Bu çarpışmada Bedirhan Bey’in kayınperde ‘Vanlı Han Mahmut’ muharebe meydanından Van’a doğru kaçmıştır (19 Recep 1263/Miladi 1846).

Bu olaydan sonra, Bedirhan Bey’le kayınpederi Han Mahmut ve Han Abdal arasında anlaşmazlıklar çıkmıştır. Çatışmadan sonra etrafındaki pek çok Müslüman Kürt kabileleri devlet kuvvetlerine bağlanmıştır kendi istekleriyle.

Han-Mahmut, Van’a geldiğine burada yine isyan bayrağını çekmiştir. Zaten 1839’dan beri Han Mahmut’un geleceği şüpheli ve tehlikeli bir aşiret reisi olarak biliniyordu Osmanlı Hükümeti tarafından.

Ferik Ahmet Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri, Musul yolu ile Van üzerine sevk edilmiş, Han Mahmut II Şubat (1846)’da teslim olmuştur. Van’daki isyanda bu şekilde bastırılmıştır.

Bu arada bir kaleye sığınan Bedirhan Bey’le teslim olması için mühlet verilmiş ise de kendisini teslim almak isteyen Ferik Ahmet Paşa’ya “mühlete hacet yoktu, geleceğiniz varsa göreceğiniz de vardır, benim ‘Orak’ adında sağlam ve kuvvetli kalem var. Siz değil, üç kral bile gelse buraya zaptedemezler” diye meydan okur.

Güçlü Osmanlı kuvvetleri karşısında, yedi düvele bile dayanacağını söyleyen Emir Bedirhan, 15 Şubat 1263 (miladı olarak 1864’de) ailesi efradı ve yanındaki 4-5 yüz kişilik kuvvetleriyle teslim olur.

Osmanlı Hükümeti, Anadolu Ordusu Müşürü Osman Paşa’dan, teslim olan Han Mahmut ve damadı Bedirhan Bey ile yakın akrabalarının İstanbul’a naklini bildirir.

Bedirhan Beyle, Han-Mahmut ve aileleri, en yakın akrabaları 30 Şaban 1263 (1846’da) İstanbul’a sevkedilir. İstanbul’a gelen Bedirhan Bey ile kayınpederi Han-Mahmut ve ailelerinin isterlerse bir kısmının İstanbul’da kalabileceğini bildirilir. Kalmak istemeyenlerden, Bedirhan Bey, Girit adasının Kandiye şehrine, Han-Mahmut ise aileleri ve yakın diğer akrabalarıyla bir gemiyle önce ‘Varna’ya (Bulgaristan) oradanda Rusçuk’a nakledilerek mecburi ikamete tabi tutulurlar.

Bedirhan Bey ve Han-Mahmut Osmanlı devletine isyan edip pek çok masum insanların kanlarının akmasına sebebiyet vermelerine rağmen, Padişah, iskan oldukları yerin mülki amirlerine ferman göndererek, Bedirhan ve Mahmut Han’a 10 bin kuruşa kadar maaşa bağlanırlar. Bu olaydan sonra Cizre ve Bohtan bölgesinde huzur ve güven sağlanır ve akabinde Tanzilat’ın getirdiği yeni idari ve mülki yapılanmaya hız verilir.

Giritte On yıl geçiren Bedirhan Bey, bu arada bir kısım emlak ve araziler almış, kendisine bir mevki sağlamıştır. Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’ın Hatırat’ında (M. Reşit Paşa, ‘Bir Tük Diplomatının Evrak-i Siyasi Yeri’, III. Cüz), Abdülmecid’in Girit ziyaretinde Bedirhan Beyi huzuruna kabul etmiş ve iltifatlarda bulunduğunu yazar.

On yıl sonra Girit’ten, padişahın onayı ile İstanbul’a gelen Bedirhan Bey, burada yedi yıl kalmıştır. Daha sonra, 1867’de Şam’a nakledilmiştir. 1970’e Şam’da vefat etmiştir. Ölümünden sonra geriye; 63 kişilik bir aile kalmıştır; 4 eşi, 60 odalığı, 21 oğlu, 21 kızı, 10 torunu kalır.

Bedirhan Bey’in oğullarından Ali Şamil Bey, 1906’da Paşa Rütbesi ile Üsküdar bölge komutanı muavinliğinde, Hüseyin bey, 1913’e Kırşehir Mutasarrıflığına, Hüseyin Kenan Paşa adıyla, Necip Bedirhan Bey de Hums (Suriye’de) Mutasarrıflığına Necip Paşa olarak görmekteyiz. Böylece Yahudi asıllı bu Kürtleri devlet kademelerine yerleşirler.

Ali Şamil Bedirhan Paşa, 1906’da Şehiremini (Belediye reisi) olarak bulunan ‘Rıdvan Paşa’nın öldürülmesi olayında parmağı olduğu, yapılan araştırmalar sonucu açığa çıkınca, II. Abdülhamit Han, Ali Şamil Bedirhan Paşa ile akrabası süvari kaymakamı Yarbar Bedirhan, Piyade Kaymakamı Cemil ve piyade Bnb. Sait Beyler’in askerlikten atılmaları hakkında ferman buyurmuştur. II. Abdülhamit, ayrıca akrabalık gibi yakından-uzaktan Ali Şamil Bedirhan Paşa ile alakalı bulunanların hepsinin tespitini ve gözetim altında tutulmasını emretmiştir.

Ali Şamil Bedirhan, Trablusgarba sürülmüş ve burada ölmüştür. 1908’den sonra yani II. Meşrutiyet’in ilanından sonra naaşı İstanbul’a getirilip Karacaahmet mezarlığındaki aile mezarlığına defnedilmiştir.

Bedirhan Bey’in isyanının aslında gerçek anlamda bir siyasi Kürtçülük açısından Kürdistan kurulması hususunda bir başkaldırı değil, sadece Tanzimat ile birlikte yerel yönetimlerin ve mülki idarelerin yeniden yapılandırılmaya gidilmesi ile ‘feodal düzenlerinin ve derebeylik sistemlerinin ortadan kaldırılmaya çalışılması sonucu bölge derebeylerinin bölge ve aşiretler üzerindeki siyasi ve mülki otoritelerinin ortadan kalkması ve hakimiyetlerinin azalmasının verdiği korku ile yapılan umutsuz bir baş kaldırıdır.

Bedirhan Bey’in çocuklarından “Kamuran Ali Bedirhan, Mikdat Mithat Bedirhan, Celadet ve Cemil Beyler ve torunu Halil Bedirhan, II. Meşrutiyet, Birinci Dünya Savaşı İstiklal savaşı ve sonrası emperyalizmin Türkiye’yi parçalamak ve 17 bölgeye bölme projesinin bir yağı olan ‘siyasi, bölücü-Kürtçülük” hareketinin en önemli temsilcileri olmuşlardır.

Siyasi Kürtçülük ile ilgili ilk Kürtçe gazete, 1889’da Kürt Yahudisi Mithat Bedirhan tarafından Mısır’da yayınlanmıştır (V. Minorsky, ‘Kürtçülük’, Komal yayın., İst- Ocak, 1979, s: 43).

Celadet Emin Bedirhan, Şeyh Abdülkadir gibi ilk siyasi Kürtçülükle uğraşan “Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti”nin kurucularındandır. Akrabası olan Abdurrahman Bedirhan aynı dönemlerde “Kürt Nesri Maarif Cemiyeti”nin Çemberlitaş (İst) da kurduğu okulu yönetiyordu.

Süreyya Bedirhan Mısır’da “Kürt Bağımsızlık Komitesi”i kurdu ve matbaasında siyasi Kürtçülükle ilgili yazılar yayınlıyordu.

30 Ekim 1918’e imzalanan ‘Mondros Mütareke’nden hemen sonra 17 Aralık 1918’de İngilizler’in desteğiyle “Kürt Teali Cemiyeti” kurulur. Bu cemiyetin gayesi, sözde Büyük Kürdistan ve Büyük Ermenistan kurmaktı. O tarihlerde iktidardaki ‘Adem-i Merkeziyetçi’ (Merkezi idarenin ve yönetimin ortadan kaldırılması yerel parlamenter sisteminin kurulması) liberal ‘Hürriyet ve İhtilaf Partisi’ de bunu destekliyordu.

Bu destekleme mutabakatı metninin altında “Damat Ferit Paşa Devşirmesi”nin hükümeti adına Osmanlı’nın son Şeyhüslamı olarak Mustafa Sabri ile Konya Mebusu Zeynel Abidin’in Kürt Teali Cemiyeti adına da Şeyh Abdülkadir’in imzaları vardı.

Kürt Teali Cemiyeti’nin yönetim kurulu içinde Bedirhanlardan ‘Kamuran Ali, Emin Ali Bedirhan da vardı. Emin Ali Bedirhan; Celadet, Süreyya ve Kamuran Ali Bedirhan’ın babalarıdır.

Emin Ali Bedirhan ve üç oğlu Birinci Dünya Savaşı yıllarında İngilizler’in hizmetinde bulunmuşlardır. Süreyya Bedirhan Kahire’deki İngiliz istihbarat teşkilatının maaşlı memurları arasındaydı (Bilal Şimşir, ‘Kürtçülük’, 1787-1923, C.I., Ank-2007, s: 253).

Siyasi -bölücü Kürtçülük faaliyetlerinin önemli temsilcisi sayılan Halil Bedirhan’ın İngiliz Yüksek Komiseri’ne yapmış olduğu şu teklif, Yahudi asıllı bir Kürt’e yakışır bir anlam içermektedir; “Biz Türkler’in hakimiyetinden ayrılıp, İngilizlerin mandasına girmek istiyoruz (gerçek bir Müslüman gavurun himayesi altına girmeyi asla isteme MR). Büyük Britanya bize yardım ederse, bizde İngilizlerin düşmanı olan Türkiye, Rusya ve Irak arasında onun tampon bölgesi oluruz. Ermeni ve diğer Hıristiyan (Süryani ve Nastüri M.R) topluluklarıyla işbirliği yaparız.” (M. Kemal Öke, Kürdistan Sorunu”, İst-12 Yayıncılık, 1993).

Dr. Rıza, Süreyya Bedirhan’ın kişiliği hakkında önemli bilgiler vermektedir:

“…Bu esnada Bedirhanzadeler (Bedirhanoğulları)’dan İzmir’den gelen Süreyya, Kürdistan adında Kürt İstiklali ve Türkiye’nin parçalanması için “Türkçe-Kürtçe” bir gazete çıkarırdı. Bu adam ayrıca casusluk maaşı da alırdı. Miralay Sadık ve Gümülcineli İsmail ile birlikte İngilizler adına çalışırlardı. Gözüne kestirdiği paralı kişilerden bir nevi haraç alırdı. Vermeyenleri İngilizler’e jurnal edeceğini söyler onları korkuturdu. Haraç vermeyenleri bu şekilde tefkiv ettirip hapse attırırdı sonra da onu hapisten çıkarmak için yine para alırdı… ‘Dr. Rıza Nur, “Türk Tarihi”, C.11-12, İst. 1981, s: 121-122).

Emin Ali ve oğlu Celaleddin Bedirhan’ın İngiliz Yüksek Komiserliğine görevli Mr, Ryan’ı ziyaretinde; “Kürtleri Kuvay-i Milliye’ye” karşı ayaklandırmak için Yunanlılarla ilişki kurduklarını, 25 Mayıs 1921’de İngiliz Yüksek Komiseri “Rumbalol” tarafından Lord Curzon’a gönderilen şifre’de bahsedilmektedir (Zeki Sarıhan, ‘Kurtuluş Savaşı Günlüğü’, C.III, Ank- 1993, s: 545).

Kamuran Ali Bedirhan, 1940’lı ve 1950’li yıllarda İsrail adına ajanlık yapmıştır. 1940’de Paris’e yerleşip, siyasi Kürtçülüğün Avrupa temsilciliğini de yapan Kamuran Ali Derhan, 1948’de İsrail Dışişleri Bakanlığı’nın Ortadoğu İşleri Dairesi’ne sunduğu bir raporda; “İsrail’in, Suriye, Lübnan ve Türkiye’deki azınlıkları isyana teşvik ederek bu ülkeleri kaosa sürükleyebileceğinin altını çizmiştir. Raporun’da ‘Dürziler, Maruni, Suryani ve Nastüri Hıristiyanları ve de Kürtler’in-özellikle Yahudi asıllı Kürtler’in İsrail’in, Suriye, Lübnan ve Türkiye’deki azınlıkları isyana teşvik ederek bu ülkeleri kaosa sürükleyebileceğinin altını çizmiştir. Raporu’nda ‘Dürziler, Maruni, Suryani ve Nastüri Hıristiyanları ve de Kürtler’in-özellikle Yahudi asıllı Kürtler’in-İsrail’in doğal müttefikleri olacağını özellikle belirtiyor. 1964 yılında O zamanda İsrail’in Savunma Bakan Yardımcısı olan Şimon Peres, Kamuran Bedirhan’ın 1948’deki bu önerilerine uyarak Barzaniler başta olmak üzere bu kesimlerle irtibata geçtiler. Peşmerge güçler İsrail tarafından eğitilmeye başlanr (Bknz. Ian Black öe Benny Morris, ‘İsrail’s Secret’ Wars. s: 65).

Paris’e yerleştikten sonra Polonyalı bir Yahudi kadınla evlenen Kamuran Ali Bedirhan, ölümünden önce Fransız yazar “Chris Kutschera” ile yaptığı bir konuşmasında; “Kürdistan Teali Cemiyeti’nin önde gelenlerinin bir ayakları Kürdistan ile ilgili örgütler içinde ve bir ayakları da, İslamcı Osmanlı yönetimindeydi, Bakan olmak için sıraya girmişlerdi” der. 1978 yılında Paris’te ölür.

Rusya’da “Dekabristler” (Aralıkcılar) adıyla bir “devrimci” örgüt kurulmuştur. Batı’dan 1789 Fransız İhtilalı ile -x gelen- “Hürriyet”, “Adalet” ve “Eşitlik” gibi düşünceleri benimseyip, Rusya’da da aynı düzenin kurulması için gizlice çalışıyorlardı.

1 Aralık 1825’de Çar I. Aleksandr’in esrarlı bir şekilde ani ölümü çarlığı karıştırmıştı. Bundan istifade etmek isteyen ‘Dekarbristler’, I. Nilokay’ın Çarlık tahtına çıkacağı gün Petersburs’da isyan çıkardılar. Kendileri bu işin sonunun zaferle biteceğini tahmin etmişlerdi ise de bekledikleri yardımlar ve destek olmayınca kaybettiler. Çar, bunların yakaladıklarının bir kısmını idam ettirir, bir kısmını Sibirya ve Kafkasya’ya sürer bir kısmı da kaçarlar.

Kaçanlardan bir bahriyeli subay Osmanlı’ya sığınır ve Müslüman olarak Rus İbrahim Paşa adını alır. Rus İbrahim Paşa, “Zor” derebeyi Ali Paşa’nın kızıyla evlendirilir. Zor Ali Paşa’da sonradan Müslüman olmuş bir yabancı soylu. Zor Ali Paşa’nın hanımı ise Bedirhanların kızıydı. Yani Rus İbrahim Paşa’nın kaynanası Kürt Yahudisi Bedirhanlardandı.

Rus İbrahim Paşa’nın üç oğlu olur; “Hüseyin Hüsnü (Paşa), Ömer ve İbrahim Rüştü (Paşa), Hüseyin Hüsnü Paşa, 31 Mart ayaklanmasını bastırmak için gelen ‘Hareket Ordusu’nun ilk komutanıydı. Orduyu Yeşilköy’e kadar getirir buradanda komutayı 3. Ordu komutanı Mahmut Şevket Paşa alır Kurmay Başkanı’da Enver Binbaşıdır.

Hüseyin Hüsnü Paşa, aslen Prusyalı olan Karl Detrois adlı, okukul gemisinden boğaza atlayıp Osmanlıya sığınan ve Müslüman olan sonradan Paşa olan Mehmet Ali Paşa’nın kızı Hayriye hanımla evlenir. Bu evlilikten oğlan oğlu Binb Tahsin, Sultan Reşat’ın yaveri ve Türkiye’deki sosyalist hareketin önemli temsilcisi olan ‘Mehmet Ali Aybar’ında babasıdır.

Rus İbrahim Paşa’nın ikinci oğlu İbrahim Rüştü Paşa ise II. Abdülhamit’in başyaveri idi ve aynı zamanda Menderes hükümeti zamanındaki eski Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu’nun da babasıydı.

Diğer oğlu Ömer Bey’de Bedirhanlardan bir hanımla evlenmişti.

Manzara şu; M. Ali Aybar ile Fatih Rüştü Zorlu’nun büyük dedeleri Rus İbrahim Paşa M. Ali Aybar’ın dedesi Hüseyin Hüsnü Paşa ile Fatih Rüştü Zorlu’nun babası İbrahim Rüştü Paşaların anneleri Bedirhan aşiretindendi.

Rauf Orbay’ın kızı kardeşi Bedirhanlara gelin gitmiştir. Bedirhanlardan Vasfi Çınar, M. Kemal Atatürk zamanında iki sefer Milli Eğitim Bakanlığı yapmış bir Bedirhan mensubudur. Bedirhanlardan olan tarihçi Cemal Kutay, kızı Süreyya İnci tanınmış Yahudi-bir zamanlar- fotoğrafçısı Moris Maçora’yla evlenmiştir. Cemal Kutay da, bir zamanlar “Teşkilat-ı Mahsusa” (Özel Teşkilat) adlı Osmanlı istihbarat örgütünün başkalarından Eşref Kuşçubaşı’nın damadıdır.

Eski Dışişleri Bakanı Oktay Gönensoy, Başbakan Tayyip Erdoğan’ının danışmanlarından Cüneyd Zapsu, eski Kürtçülerden Musa Anter, Cenap Sahabettin de Kürt Yahudisi Bedirhanlardandırlar.

Yahudi asıllı yani ‘çakma’ Kürt aşiretlerinden Barzani’ler, Bedirhanlar ve Babanlar/Babanzadeler, birbirlerine akrabalık bağlarıyla bağlıydılar; siyasette, bürokraside, medya’da ticari hayatta ve üniversite öğretim-yönetim çevrelerinde, bu ailelerin bağlılıkları sürüp gitmiştir.

Osmanlıda gerçek anlamda, siyasi Kürtçülüğü-bölücülüğün ve Kürtlük teorisinin önderleri olarak başta Bedirhan ve baban aileleri olmuştur. Daha sonra bu fitne kervanına Barzaniler katılmıştır. Bu kuşaktan gelen bölücülük ve Kürtçülük cereyanları bunların kuşakları tarafından günümüze taşınmıştır. Kuzey Irak’ta ‘Yahudi Kürdistan’ devletinin temellerini ilk olarak gündeme getiren bu ‘Çakma Kürt’; Yahudi asıllı Kürt aşiretleri tarafından olmuştur.

Libya’ya Teşkilat-ı Mahsusa’nın elemanı olarak İtalya’ya karşı savaşmaya giden Ömer Fevzi Mardini, burada ‘Asuri’ tarikatı ile tanışır ve müridi olur. Türkiye’ye döndüğünde bu tarikatı kurar. Şerif Mardin’in amcasıydı. 1930’larda ölen Nakşi Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi’Nin müridiydi. Üzeyir Gari’de aynı şeyhin müridi idi. Kadıköy’de “İlahiyat Kültür Telifleri” adı altında bir dernek kurar. Amerikan güdümündeki İsviçreli Evengelist papaz Frank Suchman ile tanışır ve onun daveti üzerine 1949 yılında bu misyonerin İsviçre’deki şatosunda 1949 Şubat-Mart aylarında ağırlanır. Burada “Dinler arası diyalog” toplantısı yapılır. “İslamiyet ve Ehli kitap (gayri-müslimler) ailesi-konulu bildiri sunulur.

Hakkında kısa bilgi verdiğimiz eski bir istihbaratçı ve asker olan Arusi Şeyhi Ömer Fevzi Mardin’inin müridlerinden birisi şeyh Mustafa Aziz Çınar idi. Bu zat; Bedirhanlardan olup, Bedirhan Bey’in torunudur. Babası Murat Remzi Çınar, taşrada polislik yapmış, İstanbul’a geldiğinde devlet kademelerinde-aşiretinin bürokrasideki kimseler vasıtasıyla-hızla yükselmiştir. 1906 yılında Bedirhan Şamil Paşa, İstanbul şehiremini (belediye reisi) Rıdvan Paşa’yı öldürdüğü için II. Abdülhamit Han tarafından ailesiyle birlikte Trablusgarb’a sürgün edilmiştir.

Kürt Yahudisi bu Mustafa Aziz Çınar’ın kızı Abdurrahman Zapsu ile evlenir. Abdurrahman Zapsu, 1918 ile 1922 yılları arasında faaliyette bulunmuş olan “Darûl-Hikmet’ül İslamiye” yani İslam akademisi niteliğinde kurumdan mezun idi. Siyasi Kürtçü örgüt olan Kürt Teali Cemiyeti” ile “Kürt Hoybun” Cemiyeti’nin kurucusu oldu. Saidi Norsi’nin (Kürdinin) en yakın dostu idi. İkisinin de ortak avukatı ise sosyalist Selahettin Hılav’ın babası Av. Mehmet Mihri Hilav idi.

Abdurrahman Zapsu, kendisi Kürt Yahudisi Bedirhanlardan bir hanımla evlenmişti. Kızını da azılı komünist Yahudi asıllı Kürtlerden Musa Anter’e vermiştir. M. Anter’in hanımı, Cüneyd Zapsu’nun halası olmaktadır.

Abdurrahman Zapsu’nun oğlu Mustafa Pertev, ilk dizel motoru Türkiye’de üreten-Massey Ferguson traktörlerini-üreten-“Uzel Makine”nın sahibi İbrahim Bey’in kızı Gaye’yle evlendi. İki oğulları olur, birisi Aziz Zapsu, diğeri de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanı Cüneyd Zapsu.

Dindar geçinen; İslam tarihi ile ilgili kitaplar yazan Abdurrahman Zapsu, kızını bir ateist kominist Yahudi asıllı Kürtçüye vermeyi uygun görüyor ve bunun yanında kızlarını rahibelerin ders verdiği “Dame de Sion’a” gönderior. Çok ilginç ne kadar karışık bir manzara!

Devşirme ve dönmeler tarihine baktığımız zaman; genellikle Osmanlı’dan beri kendilerini saklamak için tarikatlar ve tekkeler için sızmışlardır. Öyleki tarikatın halifesi ve şeyhi makamına kadar yükselenleri görüyoruz. Hatta Şeyhülislam olanlar bile vardır.

Cumhuriyet ile beraber bunların bir kısmı da 3 Mason, kominist sosyalist, rotary, Lyon gibi örgüt ve tarikatlar ile Atatürkçülük-Kemalizm maskesi altında da varlıklarını devam ettirmişlerdir ve hala bu şekilde de devam etmektedir.

Dini tarikatlar içinde; mesela batı’da ‘Sabetaylar/Yahudi dönmeleri”, görünüşte Müslüman görünenlerin en çok girdikleri tarikatlar Mevlevi, Bektaşi, Melami ve de Nakşibendiliktir. Barzani, Bedirhan ve Babanzade (Baban) aşiretleri’nin ileri gelenlerinin de bir kısmının özellikle Nakşibendilik tarikatının önde gelenleri olmuştur.

Batılı Hıristiyan emperyalistlerin bize zorla imzalattıkları ‘Sevr’ ölüm fermanını savunan ve fakat bağımsızlığımızın belgesi olan Lozan antlaşmasına karşı çıkan siyasi Kürtçü, bölücülerin önemli bir kesimini oluşturan sözde siyasi İslamcılık şemsiyesi altına gizlenmiş din adamı kılığındaki Yahudi asıllı “Çakma Kürt” molları/melaları, en çok girdikleri tarikat Nakşibendiliğin Halidi koludur.

Bir fikir vermesi ve bilgilenmek hususunda biraz bu Nakşibendi tarikatından bahsedelim:

 

DEVAM EDECEK

 

You have no rights to post comments

An itibariyle ziyaretci sayısı:

50 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi