TARİHİ İYİ BİLMEK İYİ OKUMAK VE DERS ALMAK-15

Tarihi İyi Bilmek İyi Okumak ve Ders Almak-15

Zaman zaman yeri geldikçe AVRUPA’ da, yaşanan ve özellikle, ekonomik ve teknolojik alanlarda yaşanan gelişmelere göz atmaya çalıştık. Bu sürecin Avrupalı halkların gerek bireysel gerekse toplumsal gelişmelerine ki; her şeyden de, düşünsel yetisine getirdiği olumlu yanlarına göz atmaya çalıştık.

Avrupa tarihinde mutlaka kendi doğası içinde gerek epistemolojik gerekse ontolojik açıdan, radikal değişimler / gelişmeler yaşanacaktı. Bunları da ara başlıklar halinde yeri geldikçe kısa / özet olarak vermeye ve anlatmaya çalıştık.

 Mesela KEŞİFLER – İCATLAR, REFORM – RÖNESANS, KÂĞIT-BARUT- MATBAA, SANAYİ DEVRİMİ - FRANSIZ İHTİLALİ – NAPOLYON SAVAŞLARI – WESTFALİA – VİYANA – KOLONİZASYON, SÖMÜRGECİLİK, EMPERYALİZM.

Yukarda birkaç ara başlık altında toplamaya çalıştığımız birer kelimelik alt başlıkları, bir bütün insanlık ve uygarlık tarihi açısından düşününce, neredeyse MODERN İNSAN’ ın, gerek bireysel gerekse toplumsal gelişim aşamalarını görmüş ve en azından toplamış oluruz.

Tarih ilmi asla durağan, yalnız geçmişi yaşananları dile getiren, yansıtan bir uğraş, dal değildir.

Tarih ilmi yaşayan canlı organizma gibidir, iyi okunacak, irdelenecek olursa: insanlık için ders alınacak sayısız örneklerle dolu, gerçek anlamda deneyim dersanesi gibidir. Hatta bazı tarih felsefesi veya sosyolojisi ile uğraşanlara göre de LABORATUVAR’ dır.

Şimdi izin verirseniz, 1878 BERLİN ‘e tekrar bir daha dönelim. Çünkü bu tarih, o yıldan sonra günümüze kadar evrenimizin şekillenmesinde önemli rol oynayacaktı.

Bu sürecin elbet çeşitli, farklı tarafları ve yanları vardı. Önce yöntem bilimsel anlamda taraflardan başlarsak. Bu sürecin; ALMANYA – İNGİLTERE -OSMANLI VE RUSYA nın oluşturduğu devletlere bakmak, sorunun en önemli yanarından biri değil midir?

Aslında geride kalan bölümlerde sırası ve zamanı geldikçe bu devletleri anlatmaya; tarihsel / siyasal / ekonomik ve uluslararası ilişkiler ağında yerlerini konumlarını incelemeye çalıştık.

Az da olsa başa saralım ALMANYA ‘ yı tekrar ele alalım. KUTSAL ROMA ( Cermen ) İMP.’ nun çekirdek gücü olan ve VİYANA’nın arkasında konumlanarak Osmanlı ilerlemesinde, ona siyasal, moral, askeri ve mali destek veren bir güçtü. Tarihsel arka planı ise ta, TÖTON ŞOVALYELERİ ile başlayan, anti PAGAN ve SLAV “ SÜRÜSÜNE” karşı duruş, HAÇLI SEFERLERİ ile bir süre Avrupa’nın en azından doğusuna egemen oldular. Daha sonra Alman denilecek Cermen Kabileleri, Roma İmparatorluğu ile uzun yıllar sürecek savaşlar yapmışlar, Romalılar Cermen saldırılarını bloke etmek için BARBAR DUVARI öreceklerdi.

ROMA İMP. Daha sonra iki kanata ayrılınca DOĞU – BATI, olarak bu seferde HUN AKININA uğrayacaklardı. Avrupa bu sefer hiç beklemediği bir yönden daha farklı bir saldırıya uğrayacaktı. Bu akın öyle bildiğimiz tanıdığımız askeri – siyasal bir saldırı değil, sıradan halkın yüreğini / aklını hedefleyen HRİSTİYANLIK inancıydı.

Almanya, Almanlar; Avrupa tarihinde veya bir bütün coğrafyasında, Cermen Kabileler arası ilişkilerde, uzun süre hep gölgede kalmış, Orta çağlarda zaman zaman özgün bazı olaylarda ön plana çıksa da, bir yandan, İspanyol ve Fransız asıl da önemlisi “kuzen” VİYANA’ hem sıkı denetiminde hem de baskısı altında kalmıştı / kalacaktı.

Almanlar için, belki DİN / MEZHEP savaşları ilk bakışta ve bir de KARA ÖLÜM belası ile ( veba ), az daha bir ALMAN bile kalmayacak kadar zarar görecekti. Dönemin ünlü ressamlarından BRUEGHEL in tabloları, çizimleri ve tematik yaklaşımları, bu dönemin en tipik yansımalarını günümüze yansıtmıyor mu?

Almanya için belki de önemli dönemeç noktalarından biri XVI, yüzyılın ortalarında başlayan, DİN / MEZHEP çekişmeleri, mücadeleleri olmadı mı? MARTİN LUTHER adlı, iyi eğitimli, dininin üzerinde temel okumalarını tamamlamış bir din adamı artık, “ ayyukaya “ çıkmış PAPALIĞIN ve KİLİSENİN din ışı davranışları, paraya ve mala olan düşkünlüklerinden usanarak, KİLİSE ve RAHİPLER den elbette PAPALIK KURUMUNDAN; bazı acele yerine getirilmesi gereken, İYİLEŞTİRMELER / REFORMLAR talep etmeye ve hatta bu taleplerini kendi kilisesinde, kendi cemaatine, ”BÜYÜK HARFLER “le duyurmaya başlamıştı.

KİLİSE ‘nin resmi, halka seslenme, ibadet dili LATİNCE idi. Kutsal kitapları da LATİN HARFLERİ ile yazılmıştı. Zamanın o diliminde bırakın sıradan halkı, beyler, asiler arasında bile okuyabildiğini anlayacak veya düşüncelerini LATİNCE yazacak adam sayısı belki de bir elin parmakları kadardı. LUTHER gerek ibadetin gerekse İncilin ALMANCAYA çevrilmesinden yanaydı. Bu talebini en yüksek perdeden dil getirememekten kendini alıkoyamıyordu.

LÜTHER ‘ in ısrarla üzerine basa basa, şiddetle durduğu hususlardan biri de, KİLİSELERİN ve elbette PAPALIĞIN büyük serveti ve mal varlığıydı. Katolik Kilise bu zenginliğini ve varlığını önce para ve mal ticareti yaparak kazanmış, birbirleri savaşan prenslere, hükümdarlara savaşlarında, kredi, borç para vererek kısaca TEFECİLİK yapmaktaydı. Çok büyük nerede ise sonsuz denecek kadar tarım topraklarına, çiftliklerine sahipti.

Papalığın en büyük para kaynaklarından biride, özellikle üst seviyede asillere-hükümdarlara karşı, çok defa acımasızca kullandığı “ AFOROZ “ gücüydü. Bu cezaya, çarptırılan, bir egemenin ne hallere düştüğü sık görülen olaylardan biriydi. Zaten bu cezaya çarptırılan bir egemen için ülkesinde her türlü MEŞRUIYETİ son buluyordu. Bu krizden çıkmak ve eski statüye sahip olmak, büyük “ KURTULMALIK “ paralarının ROMA’ya akması demekti. Bir başka gelir kaynağı da, KİLİSELERİN, artık bir ileri adım daha atarak, CENNET’ de parsel parsel satışa çıkarmalarıydı. Bu da Papalığa ve Kiliselere yeni bir gelir transferi değil miydi ?(ENDÜLÜJANS )

LUTHER, yanına topladığı halk kitleleri ve kendini çeşitli nedenlerden dolayı destekleyen KUZEYLİ prenslerinde askeri – mali ve siyasal desteğini de sağlayarak: PAPALIK kurumuna, varlığına, otoritesine hem meydan okudu hem de “ eylemli “ bir politikaya, deyim yerinde ve doğruysa START DÜĞMESİNE basacaktı.

Avrupa’da önce ulusların kendi iç yapılarında çıkan DİN / MEZHEP kavga ve mücadeleleri zamanla bir tür evrim geçirerek hem toplumların içinde hem de aralarında siyasal - askeri çatışmalar cepheleşmelere doğru evirilecekti. Onun için bazı araştırmacılar, özellikle Kilise kökenli olanlar, Avrupa tarihini büyük ölçüde MEZHEP SAVAŞI olarak nitelendirirler.

Paris’te yaşanan BARLETEMY gecesi, İngiliz Kralı VIII.HENRY’ nin ANNE BOLEYN aşkı, İngiltere ‘de neredeyse “ sürek avı “ gibi ,yaşanacak olan KATOLİK RAHİP avı, İspanya’nın LE PAY BAS coğrafyasındaki üstünlük egemenlik sürtüşmesi ve savaşları. En önemli olay ise 1588 de MUHTEŞEM ARMADA’ nın İngiliz sahillerinde parçalanarak batması, bu ada ülkesinin, böylece bir İSPANYA – FRANSA ittifakından kurtulması gibi. Sanki yüzyıllar sonra Avrupa’da yaşanacak olan,” UZUN BIÇAKLAR GECESİ “ – “ KRİSTAL GECE” – “TOPLAMA-ÇALIŞMA KAMPLARI “ – NİAHİ ÇÖZÜM “ gibi farklı etnik / din-mezheplerden olan halkların tasfiyesi olaylarının öncü habercileri olmasın?

Luther, Almanya’da kendisini, maddi manevi destekleyen PRENSLERİN sayesinde artık ülkesinde bir güç merkezi olmuştu. Almanya artık iki kuşak gibi, güney - kuzey olarak ikiye ayrılmış. Kuzey LUTHER ‘ci yani PROTESTAN, güney Bavyera ve Viyana ise ROMA KATOLİK inancında yana tercihlerini kullanmışlardı.

Bizim burada bir iki paragraf içinde, özetlemeye çalıştığımız bu süreç, hayli şiddetli savaşlar, işgaller ve bu arada da doğudan “ TÜRKLER GELİYOR “ çığlıkları, ise bu sürecin adeta “ TUZU BİBERİ” olacaktı.

Avrupa adına “ otuz yıl savaşları B “ denen bir zaman süreci yaşayacaktı. Avrupalı bütün halklar, mensup oldukları KİLİSELERİ adına, birbirlerini boğazlayıp, kendilerini bekleyen İSALARINA kavuşturdular. * Bu anlaşmanın en önemli yanın ise, artık o bölgede (Prensin inancına ters düşse de ) farklı gruplarında, mevcut kilise veya dini yapılardan serbestçe faydalanmasıydı.*

Bütün bunlar ancak; sık sık vurguladığımız altını kalın çizgiyle çektiğimiz WESTFAİLA anlaşması ile son bulacaktı. Artık Avrupa’da halkların şekillenmesi siyasal varlıkları, DİN / MEZHEP esaslı olmaktan çıkmış, SOY / DİL gibi yeni sosyolojik değer ve kavramlar üzerine bir düzen kurulacaktı.

Bu düzen, Avrupa halkları açısından radikal / devrimci bir düzen ve anlayış demekti. Bu değişim / dönüşüm, beraberinde mutlaka yeni sorunlar ve anlaşmazlıklar demekti, bu da ister istemez yeni yeni çatışma alanları savaş anlamına gelmez miydi?

Bu hengamede Almanya denilen coğrafya’da VİYANA nın “gölgesinde” bir takım prenslikler oluşmuştu. Bunların üzerinde özellikle kuzeyde İSVEÇ ‘inde kontrolünde çekirdeğinde PRUSYA’ nın da olduğu bir oluşum gerçekleşiyordu.1709 da POLTAVA ‘da İSVEÇ, 1.PETRO ‘ nun karşısında tarihi yenilgi alınca, bu işten en karlı çıkacak olanlar, Ruslardan fazla Prusya merkezli olacaktı.

XVIII. Y. Yılın hemen daha başlarında bulunduğu coğrafya için büyük hırs ve amaçları olan İSVEÇ KRALI CHARLES, Rusların karşısında umulmadık bir yenilgi alması, çok küçük bir maiyeti ile Osmanlı Devletine sığınması, nasıl İsveç için kötü bir yenilgiyse Osmanlı Devleti içinde iyi bir durum / sonuç değildi. Moskova İstanbul üzerinde daha rahat baskı kurabilir, KARADENİZE sokulabilirdi.( ARMAOĞLU – KARAL – ÖZTUNA )

Bu siyasal / askeri gelişmelerin faydasının dokunduğu veya dolaylı olarak olumlu sonuç verdiği bir başka nokta ise ALMANYA özgün olarak PRUSYA üzerinde görülecekti. Çünkü İSVEÇ bulunduğu coğrafyada bir güç olmaya başlayınca, jeopolitik açıdan Almanya ve dolayısıyla Prusya da hedef ülkelerden biriydi. Almanya uzun süreden beri birlik ve blok olma özelliğini kaybetmiş; Prusya tek başına İsveç karşısında” kolay lokma” konumundaydı. Prusya bir açıdan da güneyinden, KATOLİK VİYANA ‘nın çemberi hatta baskısı altındaydı.

XVIII. y yıl Avrupa’da ki, siyasal – ekonomik ve toplumsal büyük sıkıntılar içinde bir önceki yüzyılı yaşamış, neredeyse onlarca yıl sürecek DİN / MEZHEP savaşlarının yorgunluğu ve bezginliği içindeydi. WESTFALİA’ anlaşması ile farklı mezhepler arasındaki çatışmalar sona ermiş, halk ve prenslikler arasındaki inanç farklılıklar çözümlenmiş farklıda olsa diğer inanç sahiplerine özgürce ibadet etme hakkı verilmişti.

Tarihsel sosyoloji açısından soruna bakacak olursak, Avrupa’ da, sanki tarihsel olarak; daha öncede ediğimiz gibi SOY / DİL gibi o yıllar kadar toplumda, yönetimde genel kabul görmeyen bazı ölçütler, incelikler, toplumda egemen değerler olacaktı. Bu ise, bir önceki, çatışma alanı olan DİN / MEZHEP mücadele ve savaşımlarını aratır olacaktı.

Avrupa’ da, çok daha keskin, sert ve acımasız bir dönemin başlangıcı olacaktı. Bu dönem MİLLET / MİLLİYETLER dediğimiz yeni bir süreç ve olgunun gerek bireysel gerekse toplumsal bir süreç demekti. Hatta bazı bu konu üzerinde çalışan, gerçekten değerli eserler veren, bir araştırmacı bu yeni döneme: AŞIRILIKLAR ÇAĞI adını verecek ve arkasından bir seri çalışma ile bu süreci, sanki elektro mikroskop altında işleyecekti.( E. HOBSBAWM )

Bütün bunlar yaşanırken Avrupa’da, gerçekten son derece sessiz ama bir o kadar da etkili olan, bir dönem yaşanacaktı. İlk radikal / devrimci gelişme bir ada ülkesi olan İngiltere’ de yaşanacaktı. Önce iç politik bir kargaşa dönemi yaşanmış Kral infaz edilmiş, adına tarihte CROMWEL denilen bir tür asker şeflik ama güçlü bir PARLEMENTER SİSTEM, ilk görünüşte çelişkili de olsa bir arada varlıklarını sürdüreceklerdi.

XVIII. yılın ortalarından itibaren, İngiltere de SANAYİ DEVRİMİ denecek bir süreç başlayacak: Ekonomi ve Sanayi gerçekten kimsenin ummadığı, tahmin edemediği bir gelişme yaşanacaktı. Özellikle İspanyollardan, çalınan, yağmalanan, GÜMÜŞ – ALTIN gibi değerler tüketime, ithalata değil de, ekonomiye ve de tercihen SANAYİ ‘ ye kaydırılması, yalnız İngiltere için değil bütün dünya için yeni bir dönemin başlangıcı olacaktı: SÖMÜRGELEŞTİRME - KOLONYALİZM

XVIII. yüzyılın uygarlık tarihi açısından ayrı bir yön ve yanı vardır. Gerçek anlamda gerek bireysel gerekse siyasal / toplumsal açılardan, insanlığın bütün olumlu – olumsuz gelişmelerin temeli bu yüzyılda atılacak, XIX y yıl için belki de “ EŞİK “ olacaktı.

İnsanlık XIX – XX y. yıllar içinde gösterdiği / göstereceği bütün teknik – teknolojik alt yapısal gelişme ve ilk adımlarını bu yüzyıllarda atarken aynı şekilde BARBAR saldırıları sonrasında uğradığı veya yitirdiği düşünsel güç ve yeteneklerini, HAÇLI SEFERLERİ - BİZANSIN DÜŞÜŞÜ, orta doğudan nakledilen ANTİKİTE ( Yunan - Roma ) yeniden keşfederek, yaşayacağı ve adına RÖNESANS – REFORM denilecek döneme geçecek, bu gelişme, belli Avrupalı halkları SEKÜLER – LAİK ve AYDINLANMA aşamalarından da geçmesi demek olacaktı.

Bu birkaç cümle içinde özetlemeye çalıştığımız süreç; son derece şiddet esaslı veya şiddet üzerine kurulmuş bir Avrupa demekti.

Bu bağlamda bütün mesele: Toplum * *tarih *din * hukuk * ideoloj, gibi alt başlıklarda topluyabileceğimiz değerler ile * üretim * tüketim * mülkiyet * emek * teknoloji gibi değerlerin bir araya gelip, birbirlerini tamamlamaları veya bir sonuç yaratmaları, EKONOMİ diyeceğimiz, hem bireysel hem de toplumsal bir değerler ve sonrasında da süreç yaratmaları değil midir?

Bütün bu faktörler elbet her zaman “ güllük gülistanlık” bir çerçevede / zeminde bir araya gelmediler. Çünkü bu farklı unsurlar / elemanların bir araya geldiği BİLEŞKE sonuç olarak bir ARTI DEĞER yaratacaktı.

Yaratılan / oluşan bu değerin kimler tarafından, kim tarafından kimler için nasıl bölüşülebileceği, her zaman tarih, politika ve uluslararası sistemin en tekinsiz, üzerinde mücadele edilen alanı değil miydi?

Günümüzde bile üzerinde tarafların hiç anlaşamadığı ve TARİH DÜŞÜNÜNÜN en büyük sorunu olan: TARİH SINIFLARARASI BİR MÜCADELEDİR veya TARİH MİLLETLERARASI BİR MÜCADELEDİR. Bardağın neresinden bakarsanız bakın mutlaka kendinizin bakış açınız, ideolojinize uygun bu sorunsala yanıt bulabilirsiniz.

Adını ister çercevesel ister kavramsal ne koyarsanız koyun, neresinden bakarsanız bakın aldığınız tek yanıt, şu olacaktır.” KURTLUKTA GENEL - EGEMEN YASA. DÜŞENİ YEMEKTİR “( K.TAHİR. KURT KANUNU )

Demek ki genel ve tek doğru, isterseniz sınıf mücadelesi veya milletler arası mücadele deyin. Temel amaç, içerde veya dışarıda elde edilen ARTI DEĞERİN paylaşılması değil mi?

İşte XVIII y.yıl ile devamı olan XIX y.yıl belki, dünyamız ve insanlık açısından bir kuluçka dönemi olarak da kabul edilebilir. Anımsayacağınız üzere bir önceki anlatanımızda, ne demiştik: Bu yüzyıl belli bir grup ülke için ek kaynak, ek fırsat ve imkân demekti. Bu mekanizma ikili bir yapı içerisinde işliyordu. HAM MADDE – PAZAR kısa bir süre sonra da bu ikiliye ucuz işgücü eklenince ( KÖLE ), artık KOLONYALİZM – SÖMÜRGECİLİK ayrımı bile yeterli gelmeyecek, dilimize artık KAPİTALİZM – EMPERYALİZM kelimeleri eklenecekti.

XX. ve hatta XXI. y yılı anlamak için, XVIII ve XIX Y.YILI iki açıdan veya cepheden anlamak şart diye düşünenlerdenim. Çünkü tarih ve politika okuyanların bazı temel meselelerde hem bakış hem de değerlendirme ölçütleri / açıları farklı olabilir. Konunun arka planı derinliği anlaşılmadan, üzerinde gerekli ve her şeyden önemlisi yeterli tartışmalar yapılmadan, bir yaklaşım modeli her zaman eksik demektir.

 

Toplumsal ve beşeri bilimlerin somut, fen bilimlerinden ayrılan en özgün / karakteristik yanı da bizce bu noktada kendini gösterir Fen bilimlerde birçok sav, hipotez görüş gerek matematik gerekse deneysel açılardan gözün görebileceği, kulağın duyabileceği ve burunun koklayabileceği somut veriler ile doludur. Buna karşılık toplumsal bilimlerde böylesine kesin üzerinde tartışma yapmadan kabul edilebilecek, bir ortam veya gelişme olması mümkün değildir. Onun içinde “ eğilim”,” yaklaşım “ gibi “esnek “ özellikler taşıyabilen, geri adım atması veya yana çekilme gibi manevra alanı bırakan, bir modelleme vardır. Buna karşılık kesinlik kazanan durumlar içinde fen bilimlerinden “ ödünç “ alınan bazı yaklaşım veya formülasyonlar alınmıştır.( DUVERGER )

Elimizde genel kabul gören böylesi bir yaklaşım modeli veya açımız varsa o zaman sık sık bahse konu olan; bu yüzyılları, insanları, halkları ülkeler ve devletleri daha sağlıklı ve en azından gerçekçi bir özgün yaklaşıma ele almak mümkün değil midir?

 

Elbette elimizde MANDRAKENİN “ SİHİRLİ SOPASI “ veya TAVŞAN çıkardığı MELON ŞAPKASI yok.

 

XVIII. y. yıl insanlık tarihi açısından; gerçekten son derece önemli olayların başlangıcı oldu sayılır. Öncelikle doğudan gelmekte olan ve Avrupa‘lı halklar ve devletler için her zaman stratejik öncelik olan ( askeri – politik ve diplomatik ) Osmanlı İmparatorluğu artık; PASSİONER GÜÇ olmaktan çıkmış ( 1683 ), buna karşılık Avrupalı halklar arasında adına 100 yıl savaşları denen, DİN / MEZHEP savaşları sona ermiş PRENSLER –PAPALIK ve KRALLAR arasında WESTFALİA da tarafların anlaşacakları bir orta yol bulunmuştu. Bu sürecin belki de bir ölçüde tamamlanması için daha beklemek gerekecekti. ( 1815 VİYANA )

 

Gerçekten bazen hayat TAHTEREVALLİ gibidir. Özellikle uluslar / devletler açısından da düşünecek olursanız, ne demek istediğimi daha rahat anlarsınız. Gerek tarih gerekse uluslararası ilişkilerde zaman zaman dönemsel olarak; ülkeler, devletlerarası çeşitli cephelerde bazen, politik, askeri ve diplomatik ilişkiler de taraflar arasında aynen bu çocuk oyun aparatında olduğu gibi dengeler kurulabilir.

 

Osmanlı Devleti ile çağdaşları olan Balkan ve Orta Avrupa devletleri arasındaki ilk ilişkiler döneminde bu devletler, Osmanlı Devletine çok hafif gelmişler, İSTANBUL bırakın tek olarak bu güçlerin kendine karşı kurdukları bütün ittifakları bile dağıtmıştı. Böylelikle, bu ilişkilerin önceleri yavaşta dengelense bile henüz Avrupalı güçler için kesin sonuç vermiyordu. 1571 de Osmanlı Donanması İNEBAHTI da ağır bir kayıp almışsa da ertesi sene, Osmanlı” yelkenleri atlastan “ tekrardan denize açılıyor ve KIBRIS, VENEDİKLİLERDEN, adeta uyuşturulmadan, sökülen “apseli azı dişi “ gibi sökülecekti.

DEVAM EDECEK

 

You have no rights to post comments

An itibariyle ziyaretci sayısı:

158 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi