Helsinki Mektupları - 5 -

Helsinki Mektupları-5-

Muhittin ERSUNGUR

Bu mektubuma, Helsinki Universitesi’nde görevlendirilmem nasıl hasıl oldu oradan başlamak istiyorum. 2014 yılı Şubat ayında Milli Eğitim Bakanlığı Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü bir genelge yayınladı ve T.C. Büyükelçilikleri / Başkonsoloslukları nezdindeki Türk Kültür Merkezlerinde veya yabancı üniversitelerin Türkoloji kürsülerinde görevlendirilmek üzere bir sınav yapılacağını duyurdu. Durumum şartlara uygundu. Gerekli belgeleri hazırlayıp, üniversitem aracılığı ile sınava girmek için başvurumu yaptım. 2 Nisan 2014 tarihinde Ankara’da sınava girdim. Yaklaşık bir ay sonra da sınav sonuçları Çukurova Üniversitesi Rektörlüğü Akademik Büro’ya MEB tarafından bildirildi. Sonuç olumlu idi. Sıra, görev yerimin hangi ülke olacağı ve hangi üniversitede görevlendirileceğimi beklemeye gelmişti.

Çok fazla uzatmadan sonuca varmak gerekirse, Helsinki Üniversitesi’nde Türkçe okutmanlığı görevi teklif edildi ve ben de kabul ettim. Yaklaşık bir hafta sonra Üniversitede Türkçe’nin bağlı olduğu bölüm başkanı Prof. Juha Janhunen, telefonla beni aradı. 15 dakika süren bir konuşmadan sonra, Helsinki Üniversitesi’nde benimle çalışmaktan memnuniyet duyacaklarını söyledi ve sözlü olarak davet ettiğini, resmi davet yazısının da gerekli makamlara derhal gönderileceğini belirtti. Aynı gün öğleden sonra da elektronik posta ile resmi davetinin bir nüshası bana da ulaştırıldı.

Helsinki yolculuğu hazırlıklarının ne aşamada olduğundan bahsetmek istiyorum biraz da. Çiğdem Hanım 23 yıl 4 ay çalıştığı Mili Eğitim Bakanlığı’ndaki öğretmenlik görevinden emekli oldu. Çok uzun yıllar çalıştığı ÇEAŞ Anadolu Lisesi’nden, meslektaşlarından ve özellikle de öğrencilerinden ayrılmak kolay olmadı. Küçük kızım Didemnaz’a gelince, Çukurova Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Almanca öğretmenliği bölümümü bırakıp Helsinki’ye gelecek ve yükseköğrenimine yeniden burada başlayacak. Aslında hemen belirtmeliyim ki, bu yurtdışı görevini istememin nedenlerinden biri de Didemnaz’ın yurtdışında üniversite öğrenimine devam etmesi. Didemnaz, Almanca öğretmenliği bölümüne çok da isteyerek gitmedi, hatta üniversite sınavına İngilizceden hazırlanmakta da çok istekli değildi. Onun istediği ya sinema-televizyon ya da iletişim ile ilgili olan bölümlerdi. Biz de anne ve baba olarak doğrusu, mezun olduğunda daha iyi bir şekilde iş bulabileceği bir bölüm okumasını istiyorduk. Bana göre, belli başlı bazı üniversiterden mezun olmak ya da çok az sayıda önemli bölümlerden mezun olmak dışında Türkiye’de iş bulma konusunda idealler yıllar önce yok olmuştu. Eğer Didemnaz kendi istediği bölümlerden birinde okusaydı, bu defa da mezun olduğunda iş bulma konusunda sıkıntı yaşayacaktık. Bu nedenle de İngilizce öğretmenliğinde okumasını istedik. Ancak, üniversite giriş sınavında aldığı puanla birkaç üniversitenin İngiliz Dili Edebiyatı bölümlerinde okuyabilirdi ama bu kez de biz Adana’da yanımızda okumasını istedik ve kendisi istemediği halde, Almanca öğretmenliği bölümünü tercih ettik. Şimdi düşünüyorum da, belki de en başında hata yaptık. Ama Didemnaz rahatına fazla düşkün bir çocuk ve asla sıkıntıya gelemiyor. Didemnaz’ın yurtdışında üniversite öğrenimine devam etmesini bir bakıma, kendi tercih edeceği bir bölümde okuması için de istiyorum. İnternetten Finlandiya’da üniversite eğitimi ile ilgili araştırmalarıma devam ediyorum ama yine de konu ile ilgili olarak her şey Helsinki’ye vardıktan sonra netleşecek gibi görünüyor. Bir yıl Fince hazırlıktan sonra, istediği bir bölümde okumasına müdahale etmemekte kararlıyım. Bu defa kendisine bırakacağım.

İşlemlerin devam etmesi için MEB Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’nden gelecek olan resmi evrakları bekliyoruz, bir yandan da Didemnaz için gerekli belgeleri hazırlamaya çalışıyoruz. Belgeler, İngilizceye yeminli tercüman tarafından çevrilmeli ve noter onaylı olmalı, ayrıca valilikten bu evrakların arka sayfasında uluslararası geçerliliği olan ‘Apostille’  damgası olmalı.

            Yukarıda saydığım tüm evrakları en ince ayrıntısına kadar inceleyip tamamladıktan sonra, hazırlıkların bitmesi için geriye çok fazla bir şeyimiz kalmamıştı. Günler yavaş yavaş geçiyor, Finlandiya yolculuğu yaklaşıyor, ha gittim, ha gidiyorum derken bir de baktım uçak Helsinki Vantaa hava limanına doğru alçalmaya başlamıştı bile.

Helsinki’ye geldiğimin ilk günleri, şehri keşfetmeye başlamak ile gecti. Hatta ilk gün 1 Eylül 2014 Pazartesi günü, Helsinki Büyükelçiliğimiz tarafından verilen 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın davetine katılmak oldu.

Biraz geriye dönecek olsursak, yani gelmeden once, Adana’dan Helsinki  Büyükelçiliğimizi arayıp, geleceğim konusunda yetkilileri bilgilendirmek istemiştim. (Milli Eğitim Bakanlığı Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü, konu ile ilgili olarak Dış İşleri Bakanlığı aracılığı ile bu konuda Helsinki Büyükelçiliğimizi bilgilendirmişti. Ama ben de hem nezaketen arayıp bilgi vermek hem de varışım ve hava limanında karşılanmam konusunu teyid etmek istedim.) Büyükelçiliğimizden Elçi Müsteşarımız Sayın Erdem Mutaf Bey ile görüştüm ve kendileri gelişim konusunda haberdar olduklarını ve hava limanında karşılanacağımı, geldiğim gün de Büyükelçilik konutunda 30 Ağustos daveti olduğunu söyledi ve sözlü olarak beni davet etti. Ayrıca davetiyemin de beni karşılayacak olan görevlilerde olduğunu söyledi. Bu nazik davranışı ve konuşmalarından, ses tonundan Erdem Bey’in nasıl bir insan olduğu konusunda kafamda bir şekil oluştu diyebilirim. İlerleyen süreler içersinde mutlaka kendisi hakkinda bilgiler aktaracağım. Ama hemen belirtmek isterim ki Erdem Bey ile şahsen tanıştığımda da, telefon konuşmamızdaki  ilk izlenimlerim konusunda yanılmadığımı gördüm.

Helsinki’de ilk güne dönecek olur isek, heyecanlı olduğumu söylemeliyim. Her ne kadar bir çok yabanci ülkede bulunmuş ve yaşamış isem de yine de farklı bir ortamda bulunmanın, yeni insanlarla tanışmanın  ve faklı bir kültürü tanıyacak olmanın heyecanı vardı.  Pasaport kontrolü ve valiz alımından sonra çıkışa doğru yürümeye başladım. Aslında Finlandiya’nın garip bir atmosferi  olduğu o dakikalarda kendini belli etmeye başlamıştı. İnanılmaz bir sakinlik, dinginlik vardı. İlk anda her şey sanki yavaş çekim bir film gibiydi. Hava limanından dışarı çıktığımda, içerideki sakinlik burada da devam ediyordu. Sanırım şimdiye kadar herhalde Amerika ve Avrupada 30’a yakın uluslararası hava limanında bulundum, hiç böyle sakin, karşılayan bölümü çok az sayıda insan olan bir hava limanı görmedim.  Abartmıyorum, beni karşılamaya gelen iki büyükelçilik görevlisinin dışında, Helsinki uluslararası hava limanında iki elin parmaklarının sayısını geçmeyecek kadar insan vardı.

Helsinki Büyükelçiliğimizde görevli Ertuğrul Bey ile birlikte, stajyer Leyla Hanım beni karşıladılar. Hava limanı ile şehir merkezi arası bir vasıta ile yaklaşık 30 dakika idi. Yolda giderken, Ertuğrul Bey’e, acilen bir ütüye ihtiyacim olduğunu ve yol üstünde alabilecegimiz bir  yer olup olmadığını sordum. Hemen büyük bir alış-veriş merkezine girdik ve bir ütü aldım, çünkü akşam büyükelçilik konutunda 30 Ağustos daveti vardı ve kıyafetlerimin valizde ne halde olduğunu tahmin edebilirsiniz.

Çoğu insan için kıyafetleri önemlidir ve giyime düşkündürler. Ama benimkisi bir başka düşkünlüktü. Oldu bitti, kıyafetlerim konusunda hassastım. Hala da öyleyim. Gençliğimden beri, gömleklerimi, pantolanlarımı, ceketlerimi kendim ütülerim. Rahmetli anneme de ütületmezdim. İlla ki ben ütüleyecektim. Bir başkasının ütülediği eşyam asla hoşuma gitmezdi. Bu konuda işimi hep garantilemeliydim.  Bir de unutmadan söyliyeyim, hazır kıyafet satın almazdım. Elbiselerim, pantolanlarım, gömleklerim sipariş üzerine dikilirdi. Giyim konusundaki bu derin hassasiyetim, ilgim ve alakam lise yıllarında tanıştığım bir arkadaşımın aile işlerinin kumaşcılık olmasına ve aynı zamanda terzilik yapmalarına dayanmaktadır.  Giyim kuşam benim için o kadar önemliydi ki, ortaokul yıllarında harçlığımı ve lise yıllarında hafta sonları bir ulusal gazetenin Adana bürosunda çalıştığımda elime geçen parayı, üniversite yıllarında ise İncirlik hava üssünün buluduğu bölgedeki turistik eşya mağazasında kazandığım haftalığımın çoğunu kıyafetlerime harcadığımi iyi hatırlıyorum. Bir defasında -hep hatırımdadır- üniversitede öğrenci iken öğrenci kredisi almıştım. O dönemde üç ayda bir veriliyordu kredi. Ve ilk kez alanlar ise ilk üç krediyi birden alıyordu. Bu da dokuz aylık bir süre idi. O yıl üç kredimin tamamını  bir takım elbiseye yatırmıştım. En kaliteli kumaştan gökmavisi, kendinden çizgili bir takım elbiselik alıp, en iyi terziye diktirmiştim, içine de ipekten krem rengi bir gömleklik alıp onu da yine iyi bir terziye diktirmiştim. Takım elbisenin hayatımda her zaman ayrı bir yeri olmuştur.

(Konu yine aldı başını gitti.) Arkadaşlarımız beni, Helsinki’de kalacağım eve bıraktılar. (Kaldığım ev ile ilgi daha sonra detaylı biligi aktaracağım.) Daha sonra da, büyükelçilik konutunun yerini gösterdiler. Evimin iki sokak arkasında, yakında bir yerdeydi.  Tekrar eve döndüm. Davet saati yaklaşıyordu. Giyeceğim kıyafetleri hazırladım, güzelce ütüledim, hazırlandım ve 30 Ağustos Zafer Bayramı için verilen davete katılmak için büyükelçilik konutunun yolunu tuttum. Sonra?

Sonrası altıncı mektupta…

DEVAM EDECEK

You have no rights to post comments

An itibariyle ziyaretci sayısı:

45 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi