Helsinki Mektupları -2-

Helsinki Mektupları -2-

Muhittin ERSUNGUR

Hâlâ  Hesinki’ye  gitmek için  çok zaman  var. Aslında  bana  Helsinki’ye   giden  yolun kapısı,  Milli Eğitim Bakanlığının  düzenlediği   yurtdışında  Türkçe okutmanlığı   sınavına    girmemle  açıldı.  Dolayısı ile   buradan  başlamak  istiyorum.

Yadim’deki (Çukurova Üniversitesi, Yabancı Dil Merkezi) odamda, masada öğrencilerimin ödevlerini değerlendirirken içeriye, -Allahın rahmeti üzerine olsun- Ömer Kurt girdi. (Tarih; 2004 yılının Şubat’ı) “MEB, yurt dışındaki üniversitelerde görev yapmak üzere okutmanlık sınavı açmış. Hadi bu sınava girelim.” dedi. Ben daha ne olup bittiğini anlamadan, benim adıma da işlem yaptığını söyledi. Elinde, doldurulması gereken evraklar vardı. Onları birlikte doldurup, rektörlükteki ilgili ofise teslim ettik. Bir süre sonra bizi görüşme yapmak için Ankara’ya çağırdılar. Rahmetli Ömer Kurt, Fransızca Okutmanı Haydar Ulusoy ve ben sınav için Ankara gittik. Sınavın sonucu, bir ay sonra resmi bir yazı ile MEB Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü tarafından rektörlüğe bildirilmişti. Sonuç berbattı. Üçümüz de başarılı olamamıştık. Daha sonraki dönemlerde açılan bir sınavda Ömer Kurt başarılı oldu ve Belarus, Minsk Devlet Üniversitesi’nde Türkçe okutmanı olarak görevlendirildi. MEB’in 2005 yılında açtığı sınava başvuruda bulundum. Sınav tarihi 22 ya da 23 Mayıs idi. Tarihler aklımda belirgin, çünkü sevgili anacığım 19 Mayıs 2005’de hakkın rahmetine kavuşmuştu. Bu nedenle de sınava gidip gitmeme konusunda kararsızdım, çünkü anacığım beş yıl süren bir rahatsızlığından sonra vefat etmişti. Sınava gitmem uygun olur mu olmaz mı diye düşünürken, sınavdan 15-20 saat önce aniden gitmeye karar verdim. Hemen Ankara’ya bir otobüs bileti aldım ve yola koyuldum. Sabah sınava girdim ve öğlen 13’de de Adana’ya giden bir otobüse bindim. Yaklaşık bir ay sonra, sınavda başarılı olduğum resmi bir yazıyla bana bildirildi. 2006 yılının Temmuz ayı başında, MEB Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü, Polonya, Varşova Üniversitesi Doğu Dilleri Enstitüsü Türkoloji Bölümü’nde Türkçe okutmanlığı görevini teklif etti. Durumu öğrenir öğrenmez sevgili eşim Çiğdem’e haber verdim. Sonra da, sonradan manevi olarak kaybettiğim ama o dönemlerdeki iyi bir dostuma haber verdim ve fikrini sordum. Onun ne düşündüğü benim için çok önemliydi. Bu konudan önceleri de, sonraları da sayısız defalar birçok konuda onun fikrine başvurdum ve beyan ettiği fikirlerine de kayıtsız şartsız uydum. 

Aklımdan o zamanlar İngiltere’ye gitmek, Londra Üniversitesi’nde çalışmak geçiyordu. Ama sonradan manevi olarak kaybettiğim dostum, hiç düşünmeden Varşova Üniversitesi teklifini kabul etmemi söyledi. Gerekçesi de İngiltere’de daha önce bulunmuş olmamdı. Düşüncesini makul ve mantıklı bulup, Varşova Üniversitesi teklifini kabul ettiğimi gösteren yazılı cevabı resmi olarak çalıştığım bölüme verdim. Daha sonraları Varşova anılarımı, orada yaşadıklarımı, tanıştığım değerli insanları uzun uzun anlatacağım. Ama hemen belirtmek isterim ki, iyi ki Varşova Üniversitesi teklifini kabul etmişim, iyi ki başka bir ülke veya üniversiteye gitmek için bir yıl fazladan beklememişim.

Bu arada belirteyim ki, bana Helsinki Üniversitesi’nde Türkçe okutmanlığı görevi teklif edilmeden önce, hemen Varşova Üniversitesi ve hatta Krakov’daki Jagiellennon Üniversitesi’ndeki okutmanlık kadrolarının ne durumda olduğu konusunda bilgi aldım. Her iki üniversitede de okutman olmamış olsaydı, Polonya’ya Türkçe okutmanı olarak yeniden gitmeyi isterdim. Ama ne yazık ki, her iki üniversite de kadrolar doluydu. Kısmetimizde Finlandiya’yı görmek ve Helsinki Üniversitesi’nde çalışmak varmış.

Tekrar Varşova Üniversitesi’ne giden yola dönmek istiyorum. İlk olayların nasıl geliştiği, ilk izlenimlerin neler, kimler hakkında nasıl bilgi aldım, çalışacağım bölüm nasıldı. Ülke, şehir, Polonyalılar… Görevi resmi olarak kabul ettikten sonra, aklıma sayamayacağım kadar çok soru geliyordu. Bunların cevabına nasıl ulaşacaktım. Orada beni nasıl bir hayat bekliyordu. Öte yandan, Varşova’ya yalnız gidecektim. Çiğdem, İlim ve Didemnaz’ın okulları vardı. Aslında şimdi düşünüyorum da yaptığım iş çok da akıllıca bir iş değildi. Sevgili eşim Çiğdem’i ve gözümden sakındığım kızlarımı bırakıp bir yıl için de olsa gitmek kolay olmayacaktı. (Önce bir yıl kalacaktım, ama sonradan ikinci yıl da kalmalıydım, çünkü yüksek lisans yapmaya başlamıştım ve bu kez mutlaka bitirmeliydim. Mutlaka bitirmeliydim diyorum, çünkü bu benim bir türlü bitiremediğim kaçıncı yüksek lisans çalışmamdı bilemiyorum. Bu konuda da yine sırası geldiğinde bahsedeceğim.)

Hemen şunu da eklemek istiyorum ki, mektubun bu satırlarını yazarken İstanbul’dan Varşova’ya uçmaktayım. Değerli dostum Öztürk Emiroğlu’nun yoğun çabaları ve emeği ile düzenlenen 3. Uluslararası Türkoloji Kongresi’ne bir bildiri ile katılıyorum. (Bildirimim konusu; Bir Türk Şairinin Polonya ile Bağlantısı). Bu kongre aynı zamanda Türkiye-Polonya diplomatik ilişkilerinin başlangıcının 600. yıl dönümü kapsamında düzenlenen birçok faaliyetin sadece bir tanesidir. (Şu anda, uçakta yiyecek ve içecek servisi başladı. Polonya Havayolları Lot ile uçuyorum ve öğreniyorum ki, son bir yıldır bu hizmeti ücretli yapmışlar. Varşova’ya neredeyse yılda en az iki kez gidiyorum. Ama son iki yıldır Lot ile uçmuyordum. Şaşırdım. Demek ki, Polonya Havayolları ciddi bir ekonomik kriz içerisinde.) Yine konumuza dönmek gerekirse; yaptığım ilk iş, benden önce Varşova Üniversitesi’nde görev yapan okutmanın iletişim bilgilerine erişmek oldu. Önce e-posta ile durumu anlatan bir ileti gönderdim. Şaşırtıcıdır ki, cevabı ancak 15 gün sonra aldım. Gerçekten çok şaşırdım, çünkü bir e-postaya cevap vermek bu kadar uzun süremezdi. Eski usulde mektup göndersem ancak bu kadar zaman alırdı. Her ne ise, aldığım cevap ilginçti. Detaylarına fazla girmek istemiyorum, ama okuduğumda “aman Allahım, ben ne yaptım, nereye gidiyorum… hay Allah…” demekten kendimi alamadım. Anlaşılacağı üzere, yazılanların içinde bir tek olumlu cümle yoktu.  Özellikle de Varşova Üniversitesi’nde birlikte çalışacağım Öztürk Emiroğlu adında, yıllar önce aynı görev ile gelmiş ve daha sonra da üniversitenin kadrosuna geçmiş hoca hakkında yazılanlar idi. Çalışacağım ortam ve kişiler, öyle olumsuz cümlelerle ifade edilmişti ki, neler düşündüğümü aklınızdan dahi geçiremezsiniz. İfade etmeliyim ki, tüm bu olumsuzlukları yazan okutman, 4 yıldır adı geçen üniversitede görev yapmaktaydı. (yurtdışı okutmanlık görevi birer yıl uzatma ile 4 yıla tamamlanır, -gerçi şu anda 5 yıla çıkarıldı.) Adama sormazlar mı, her şey ve herkes bu kadar kötü ve olumsuzdu da, niye Türkiye’ye hemen dönmedin ve 4 yıl boyunca her yıl kalma süreni uzattın? Ben, bu düşünceler içerisinde Varşova’ya gitme hazırlıklarına başladım. “Nasıl olsa bir yıl kalacağım.” diye kendimi teselli ediyordum. Bu arada, Varşova’da beni kim karşılayacaktı. Yurtdışı konusunda deneyimsiz değildim ama yine de düşünmeden edemiyordum. MEB Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü yetkililerinden aldığım bilgiler çerçevesinde, Varşova Büyükelçiliği’nden bir görevli beni karşılayacaktı. Büyükelçilik ile irtibata geçtim ve 28 Eylül 2006 Perşembe günü saat 19.00 da Varşova Frederic Chopin havaalanında olacağımı bildirdim. (Bu noktada araya girmek istiyorum. Varşova’ya gidişim 27 Eylül günü olacaktı. Ama o gün, sevgili eşim Çiğdem’in doğum günüdür. Doğum gününü ailece birlikte geçirip, ertesi gün gittim.)

Uçak Varşova havaalanına indi. Valizimi beklerken, sonradan iyi dostluklarımızın olacağı Erasmus değişim programı çerçevesinde Varşova’ya gelen öğrencilerle tanıştım. Özellikle Süleyman Armağan adından bahsetmeden geçmek istemiyorum. Kalender, dürüst, sağlam, güvenilir ve daha birçok olumlu sıfatı yüreğinde ve yüzünde taşıyan bir Anadolu genci. Daha sonraları defalarca anlatıp güldüğümüz bir olayı, karşılıklı konuşmalarla anlatmadan geçmeyeyim. Önceden kendimi tanıttığım için Süleyman bana ‘hocam’ diye hitap ediyor;

-  Çocuklar sizi kim karşılayacak? Nasıl gideceksiniz okulunuza, ya da kalacağınız yere? (Bu sorum çok samimi ve içtendi, çünkü bu yiğit, saf Anadolu çocuklarının yurtdışına ilk çıkışlarıydı. Herhangi bir zorlukla karşılaşmalarını istemiyordum.)

- Hocam, görevli Polonyalı öğrenciler gelecek. Onlar karşılayıp, kalacağımız yere götürecekler. Peki sizi karşılayan olacak mı?

- Büyükelçiliğimizden bir görevli beni karşılayacak. Benim sorunum olmaz. Yeter ki siz bir sorun ile karşılaşmayın.

Bu konuşmaların ardından ben valizimi aldım ve dışarı çıktım. Etrafa bakındım, bekledim. Ne gelen vardı ne giden beni karşılamak için. Sayısız defalar yurt dışına gittim, acemisi değilim, ama yine de tedirgindim. Bu arada, Süleyman ve arkadaşları ve hatta uçakta birlikte geldiğim yüzlerini tanıdığım herkes birer birer gitti. Neredeyse havaalanında bir ben kaldım. Telaşım artmaktaydı. Sonradan aklıma büyükelçiliği telefon ile aramak geldi. Saat 20.00’a geliyordu. Telefon çalıyordu ama yine de huzursuzdum, çünkü bu vakitte telefona cevap verecek birileri var mıydı? Bu düşünceler içinde iken karşı taraftan, “Türkiye Büyükelçiliği, buyrun.” sesi geldi. Nasıl sevindim anlatamam. Kendimi tanıttım. Beni karşılamaya gelecek olan görevliyi sordum. Telefondaki kişi, elçilikte kimse olmadığını ve bir görüşme yapacağını beş dakika sonra tekrar aramamı söyledi. Bu durum üç-beş kez arama ile devam etti. Sonunda karşımdaki kişi, bir taksiye binmemi ve telefonu da şoföre vermemi söyledi. Dediği gibi yaptım. Yaklaşık 15 dakika sonra, taksi, bahçeli bir binanın önünde durdu. Türkiye’nin Varşova’daki büyükelçilik binasının olduğunu öğrendim. Telefonda konuştuğum görevli beni kapıda karşıladı, taksinin ücretini bana ödetmedi, kendisi ödedi ve içeriye davet etti.

Varşova’ya ilk varışım böyle oldu. Ertesi sabah, elçilikten beni karşılayacak olan idari ataşemizin günleri karıştırdığını, beni bir gün sonra beklediklerini öğrendim. Ataşemiz, ajandasına tarihi doğru yazmış, ama her ne hikmet ise bir gün sonrası ile karıştırmış. Aynı gün elçilikte evrak ve imza işlerini hallettim, öğleden sonra da idari ataşemiz beni Varşova’da kalacağım süre içerisinde ikamet edeceğim lojmana götürdü.

(Burada noktalamak istiyorum. Elim yazmaktan yoruldu. Bu satırları önce kalem ile sonra da bilgisayarda yeniden yazdım.)

Bir sonraki mektubumda, “Helsinki Mektupları”nı yazmak için çıktığım bu yola vesile olan değerli dostum Öztürk Emiroğlu ile ilk karşılaşmamdan bahsederek başlayacağım.

Varşova Frederic Chopin Havaalanına doğru alçalmaya başladık.  24 Haziran 2014

You have no rights to post comments

An itibariyle ziyaretci sayısı:

170 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi