“ÇALSIN AMA İŞ YAPSIN!”

“ÇALSIN AMA İŞ YAPSIN!”

Necdet ÖZKAYA

19. 08.2008-Dörtyol

Yıllar önceydi. Bir kaç ilde ara seçim yapılacaktı. Bu iller arasında G. Antep de vardı. Doğruyol’un adayı Ayvaz Gökdemir’di. Ona yardım için Doğruyol’un çok nüfuzlu yetkilileri de G. Antep’e gittiler. Mesela Necmettin Cevheri de bunlardan biriydi. Urfalı olan Cevheri, Antep’te de hatırı sayılan bir politikacı olduğunu bizzat Ayvaz Gökdemir anlatmıştı.

Seçim bitti. Yanılmıyorsam Hasan Celal Güzel milletvekili seçildi. Ayvaz bey aldığı oyun çokluğuna rağmen seçilemedi. Çünkü tek bir milletvekili seçilecekti.

Ayvaz Gökdemir, seçim yenilgisini izah ederken, iktidar partisi olan Anavatan’ın seçmenlerinin çoğunluğunu sağlayan fakir fukara kimseler avanta olarak dağıttığı öteberinin çok önemli rol oynadığını anlatır.

Bir çift kötü terliğe satılan oylarla tecelli eden demokratik halk iradesi demek mümkün mü? Bu idareye demokrasi demek de mümkün değildir. Derdi. Millet adına, rejim adına esef ederdi. Esef ettiği hususlarda rahmetli arkadaşıma o zaman hak vermiştik.

AKP iktidarının milli eğitim bakanlığında çok önemli bir görev de bulunan bürokratı:

“bizim iktidarımızı yıkmaya kimsenin gücü yetmez. Çünkü hırsızlığın, yolsuzluğun bu kadar rahat ve güven içinde yapılması şimdiye kadar hiçbir dönemde görülmedi. Ayrıca zina suçlarında da artış var.

Bir eli balda

Bir eli yağda

Bir eli de bilmem neresinde?

Olan bir iktidarı yıkmak mümkün mü?

Hem yiyor, hem yediriyor.

Hangi aylardayız? Diye soruya arkadaşına,

-Üç aylardayız. Diyor. Öteki,

-aylarını söyle. Diyor.

Cevap; “Recep, şaban, ramazan.”

-Bu isimler sana başka ne hatırlatıyor? Diye üsteliyor arkadaşı. Adam az düşündükçe cevap veriyor:

-Recep başkan, yardımcısı Şaban,

-E dedi öteki..

-E’si mesi yok bir ramazan gelsin. O zaman dağıtılacak bedava lokmaları yiyen millet iftarlarını açsın, ne dinlilerinin ne dinsizlerinin yediği haram lokmaları hatırlar mı?

Sanmıyorum. Çünkü bugüne kadar hatırlamadı. Hatta demokrasi tarihine geçen altın değerinde bir vecizeyi iktibas ettik.

“ÇALSIN AMA İŞ YAPSIN!”

Mazisi tarih kadar eski olan milletimiz görmüş ve tecrübe etmiş ki iş yapmadan çalanları görmüş ve konuşmuş.

Çalsın ama iş yapsın.

Cumhuriyet Gazetesi ön sayfasında kare içine alınan bir haber başlığı (20 Ağustos 2008)

Yolsuzluk 8’e katlandı.

Memleketi soyup soğana çevirenlerden kurtulmak için AKP’yi iktidara getiren millet kararında ısrar ediyor. Çünkü iktidarı birinci adamından ikinci adamına kadar cümlesini dini bütün Müslüman kabul ediyor.

Başı secdeden kalkmayan bir kadronun hırsızlığı olur mu?

Hırsızlık diye isimlendirilen olayların mutlaka şer’i bir açıklaması vardır. Derin alimlerden fetva almışlardır.

Rahmetli arkadaşımla sık sık konuştuğumuz konuların biri de TSK’nın durumu, değişik zamanlarda genelkurmayın takındığı farklı tutumları konuşurduk. Askerin fırsat bulduğu her vesileyle siyasi hayata karışmasının doğru bulmuyorduk. TSK’nın bu davranışları kendisine de zarar veriyordu. Askerin siyasi beyanlarda bulunmasının fırsat gören bir kısım çevreler hemen ellerindeki medya imkânlarını kullanarak ordunun aleyhinde, özellikle komuta kademesinin teşkil eden yüksek komutanların aleyhlerinde kamuoyu oluşturuyorlar.

İçerideki, dışarıdaki “muhalif odaklar” TSK’yı güçsüzleştirip güven duygusunu yitirdikten sonra Türk devletini rahatlıkla parçalayabileceklerini biliyorlar.

Terörle mücadelede silahlı kuvvetleri yalnızlaştırarak onu etkisiz bir konuma ve çaresizliği iterek prestijini, itibarını kaybettirmek gibi açıkça söylenmeyen fakat uygulanan siyasetten anlaşılan bu davranışın millete de büyük zararlar vereceği aşikârdır.

Güçlü ordunun, büyük ölçüde güçlü devlet anlamına geldiğini kabul etmek zorundayız. Türkiye Cumhuriyetinin varlığının teminatı Türk Ordusudur. “Ordu milletimizin çelikleşmiş bir ifadesidir, iradesidir.”

Ona zarar vermenin, bütün milli değerlere zarar vereceği hususunda arkadaşımla fikir birliği içindeydik.

Bu konuları konuştuğumuz bir gün Ayvaz Bey bana;

“ben düşünce itibarıyla militarist, değilim ama silahlı kuvvetlerden çekinmemiş olsalardı, bu adamlar (AKP’yi kastediyordu) çok acayip işler yaparlardı.”demişti.

Vakti zamanında, Mersin’de Öğretmen Okulları Genel Müdürü iken “Ben asker değilim ama asker formasyonuna sahibim ”diyen Ayvaz Gökdemir, son zamanlarında çokça sivilleşmenin savunuculuğunu yapıyordu.

Çanakkale muharebelerinin, zaferinin bu seneki yıldönümüydü. Galip Tamur’la Ayvaz beyi alıp Cuma namazına gitmek için evine doğru gidiyorduk. Yolda Galip’le biraz da anılmakta olan “Gün” dolayısıyla olacak, efsanelerden, evliya hikâyelerinden, menkıbelerinden, destanlardan bahsediyorduk. Arabaya Ayvaz’ın binmesiyle birlikte mevzuya o da dahil oldu. İyi yetişmiş bir edebiyat öğretmeni olan arkadaşımız konunun uzmanı olarak konuşmaya başlayınca sohbet çeşitlendi, zenginleşti.

Türk tarihinde, edebiyatında çok önemli bir yeri, bir anlamı olan Ergenekon ismini bir çeteye ad olarak verilip bir takım kanunsuz işlerle ilgili operasyonlar yapmanın çok yanlış olduğunu belirtmiştir.

Destanlardan, evliya hikâyelerinden söz açılınca, Ayvaz bey,

“Çanakkale, Sakarya, Kore, Kıbrıs harpleriyle ilgili olarak anlatılan hikâyelere şahsen ben inanıyorum ve değer veriyorum.”dedi.

Bunların birçoğu uydurma olabilir, akıl dışı olabilir ama toplum bunları kabullenmiş, benimsemişse, milletin manevi hayatında yer bulmuşsa, bunlara karşı çıkmanın ne gereği var?

Adı Eyüp Ergenekon olan ilköğretim okulu, ismi değiştirilmek şöyle dursun bütünüyle ortadan kaldırılmış. Sebep belli, malum ve meşhur Ergenekon soruşturması sebebiyle okulun adı sanı İstanbul’un eğitim tarihinden siliniyor.

Bir iki cılız tepkinin dışında bir şey yok. Ortada bir terslik var, ilköğretimin, ortaöğretimin birçok sınıfında Türkçe, edebiyat, sosyal bilgiler ve tarih derslerinde işlenen milli destanları, milli eğitimden geçen bu nesiller sahip çıkmıyorlarsa ya ders verenlerde ya ders alanlarda veya her ikisinde büyük noksanlıklar var.

Eğitimin önemini inkâr eden yok. Fakat eğitimin tam anlamıyla yapılabilmesi için yollar muhtelif. Herkes kendisine göre bir yol seçmiş vaziyette.

Ayvaz bey, Erol Güngör’le ilgili incelemesinin bir yerinde,

“Halkın,. Kendi çocuklarını kendine bağlı olarak muhafaza edebilmesi, bu noktada en mühim meseledir ki bu da eğitim sisteminin milli ve demokratik bir bünyede işlemesine bağlıdır.”.

Mantık yerinde tespit doğru ama bir doğru daha var. Ecevit’in milli eğitim bakanları, 80 öncesinde okullardan, kitaplıklardan, hatta resmi kurumlarının bütününden tarihi tabloların asılı bulundukları yerlerden nasıl kaldırılıp depolara attırdıklarını en iyi bilenlerin başında Ayvaz Gökdemir geliyordu. O buhranlı yılların kitabını kendisi yazmıştı. O gün bu sosyalistçe uygulama millet, milliyetçi düşmanlığına dönüşmüştü. Milli devlet, milli tarih, milli edebiyat ve din düşmanlığı. Bu düşmanlığın adını “devrimcilik” koymuşlardı.

Aradan bunca sene geçti iki binli yıllara geldik. Siyasetlerini İslamcılık üzerine kuran bir kadro 2002’nin Kasım’ından beri iktidardadırlar.

Türklük, Türkçülük, milli milliyetçilik ilgili ne varsa, onları tahrip etmek için ellerinden geleni geri koymuyorlar.

Geçenlerde, Milli Eğitim Bakanı, bazı çevrelerin çocuklarımızı milliyetçi veya ulusalcı bir eğitimden geçmesini istiyorlar. Bu çok yanlıştır. Biz çocuklarımızı demokratik ve küreselci bir eğitimden geçirmeye çalışıyoruz.” diyordu.

Bağlı bulunduğu kuruluşu yürütmek ve işletmekle yükümlü olduğu Milli Eğitim <temel <kanunu ve Anayasamız başta bakan olmak üzere bakanlık kadrolarının öğretmenler dahil, milliyetçi olmalarını emretmektedir.

Milli Eğitim Temel Kanunu’nun mesela 2. Maddesine bakacak olursak özetle;

1. Atatürk inkılâp ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek;

İktidar ve onlardan taraf olan çevreler “eğitim”in millisi mi olur demeye çoktan başladılar. 

Ergenekon adını, belalı, kirli, kanlı olaylarla bir arada anmak, Türk tarihine ve manevi değerlerimize karşı bir suç değil midir? Bu anılmaya karşı çıkması gereken ilk kişiler arasında eğitimden sorumlu bakan Hüseyin Çelik’le Kültür Bakanı Ertuğrul Günay değil mi?

Demokratikleşme, küreselleşme politikalarıyla eğitimin “milliliği” her geçen gün biraz daha yitirilecek, Türkçü olarak bu güne kadar ün salmış, hala adı Türk olan bir derneğin başkanı olup bitenleri, “Türk ruh köküne dönüş” olarak nitelendirecek…….garip, acayip, dramatik, hatta trajik komik.

Korkarım ve endişe ederim ki, bu dernek önümüzdeki süreç de Cumhurbaşkanını Bilge Kağan, başbakanı da Oğuz Kağan veya Sultan Alparslan ödülleriyle ödüllendirecektir.

Ergenekon iki dirilişin, varoluşun, ayağa kalkışın adı değil mi? İlki Orta Asya coğrafyasında, ikincisi Anadolu’da cereyan etmedi mi? Türk istiklalinin Türk varlığının sembolü olan Ergenekonu manasını, mahiyetini yozlaştırıp gözden düşürmenin adı Demokrasi ve Şeffaflıktır.

Özcan Yeniçeri, Yeniçağ’da (19,08,2008) Ergenekon’la ilgili olarak yazdığı yazıda;

“Kelimelerin,  deyimlerin, efsanelerin, masalların ve ideallerin yenilgisi aslında halkın yenilgisidir. Bireyler için olduğu kadar toplumlar içinde rüyalar, hayaller, ütopyalar, masallar, mitler, destanlar büyük değer taşır.”

**********

“Türk milleti büyük millettir. Bunun nedeni de büyük destanlar yaratabilmiş yani köklerinden beslenebilmiş bir millet olmasıdır.”

Milletin büyüklüğü hususunda tereddüde düşmemle beraber genellikle büyük ve soylu bir millet olduğuna inanmaktayım. Rahmetli Ayvaz Gökdemir, inanç tazeler gibi; “Devletimizin sağlam temellere dayanmıştır. Her sarsıntıyı mutlaka atlatır.” Derdi. Ümitli olmak, güvenmek ve inanmak bir zorunluluktur.

 

22 Ağustos 2008-Dörtyol

 

Şair Mehmet Çınarlı “Alın Yazısı” şiirinde:

Doğduğumuz memleket bütün taştı, çakıldı;

Sert yoğrulmuş mayamız bizi dik başlı kıldı.

 

Dağ zirveleri gibi yücelikler diledik,

Bataklık kuşlarının bizden gözleri yıldı.

 

Yalana baş sallayıp susmasını bilmedik,

Huysuz, geçimsiz diye şöhretimiz yayıldı.

 

Ne görevi bırakıp çıkar sağladık, ne de

Değerimiz bilindi, çabamız anlaşıldı.

 

Bir çölde yapayalnız eriyip gitmedeyiz,

Sevildik yasaklandı, sevdik günah sayıldı.

 

Ayvaz Gökdemir’le arada bir ihtilafa düştüğümüz konular olurdu. Ben Fenerbahçeliydim. O Galatasaraylıydı. Fenerbahçeli olmamı, Galip Erdem’in tesiriyle zannederdi. Aslı öyle değildi ama Galip Erdem gibi Türkçülüğün büyük isimlerinden birinin Fenerbahçeli olması, olsa olsa bana tercihimin isabetliğini açıklamada kolaylık sağlardı.

Bizden bir önceki milliyetçi kuşağın Fenerbahçeli olmasında rahmetli Nejdet Sancar’ın bu kulüpte top oynamasının büyük etkisi olduğunu düşünüyorum.

Bu konuyu bizim evde seyrettiğimiz bir maç esnasında Galip Erdem’e sormuştum. “Fenerbahçe’nin dışında herhangi bir takım tutan milliyetçilerin çizgilerinde” gülerek biraz “Sapma vardır.” demişti….

Urfa’da bir eğitim semineri var. Bölgenin il ve ilçe milli eğitim müdürleri o seminerde bir araya gelmişler.

İlin milli eğitim müdürü açılış konuşmasını yapıyor. Urfa’nın tarihi, coğrafyası, sosyal ve ekonomik yönleriyle ilgili bilgiler verirken, sözü inanç ve kültür alanına gelince;

“Urfa bir peygamberler, sahabeler, veliler, evliyalar şehridir.” Demiş. Sonra da eğitimdeki sıkıntıları, problemi dile getirip konuşmasını tamamlamış. Ardından Mardin Milli Eğitim Müdürü ayağa kalkarak söz istemiş söz alınca;

“Müdür bey, Urfa’da bu kadar peygamber, veliler varken, eğitimde karşılaştığınız zorlukların, noksanlıklarını anlayamadım.”

Bizim orada bir evliya olsaydı yemin ederim, eğitimde bir tek problemimiz olmazdı, demiş. Kendisine şahitlik etmesi için Adanalı Mustafa Çığ’a dönerek,

“Hemşerim öyle değil mi?” diye sormuş, o da müdürü yalancı çıkartmamak için “Öyledir” diye tastik etmiş.

Bir Türkiye Tablosu

Turgut Özal, 1988 “La Turgure En Europe” adıyla Fransızca olarak Avrupa Birliğine başvuru dilekçesi olarak sunulan bir kitabı kendi imzası ile yayımlattı. İngilizcesi Yahudi asıllı İngiliz Türkolog Geoffer Levi sunum yazısı ile çıkan kitapta Özal,

“Bizi Türk sayarak dışlıyorsunuz bilin ki bizim Türk denecek bir şeyimiz yoktur, uygarlık adına neyimiz varsa hepsini Yunanlılardan aldık. Bizim kültürümüz Yunan kültürüdür. Oğlumun adı olan Efe bile Yunancadır. Avrupa Birliğine girmemiz için kültürel engel yoktur.

Türk kimliği yerine Osmanlı kimliğini öne çıkaran Özal, Osmanlı’da pek çok yöneticinin Türk olmadığını, altını çizerek örneklerle vurguluyor, biz tepemizde Türk olmayan yöneticilerin bulunmasını yadırgayan bir toplum değiliz.

Yadırgamış olsaydık Turgut Özal’ı başbakan ve Cumhurbaşkanı yapar mıydık?

 

26 Ağustos 2008-Dörtyol

 

Malazgirt ve Büyük Taarruzun yıldönümleri Yeniçağ’ın manşeti renkli bir savaş sahnesi, arka fonda M. Kemal Paşa ve diğer komutanlar var. Alta bir dikkat çekici başlık: “KAHPE BATIYI DİZE GETİREN ŞAHLANIŞ”

Kocatepe’den bir destan yazılmaya başladı. 9 Eylül’de İzmir’de noktası konuldu ve imzalandı.

İzmir kurtarıldı.

Kimden Yunan Ordusundan

Kaç yıl önce?

86 yıl önce, 26 Ağustos 1922

Turgut Özal’a bakarsanız çok büyük yanlış yapmışız…… Çünkü ona göre, “ … Bizim Türk diyecek bir şeyimiz yoktur. Uygarlık adına neyimiz varsa, Yunanlılardan aldık. Bizim kültürümüz  Yunan  kültürüdür. Oğlunun adı bile Yunancadır.

Yıllardan açık açık yazılıp konuşulan resmi makamlara rapor olarak sunulan İstanbul Merkezli Yakındoğu Federasyonu ve “Türk-Yunan Federasyonu” gibi iddialar.

Amerikan-İsrail kökenli bu stratejiler, Kurtuluş Savaşı’nın ne büyük bir hata olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan kimselerle konuşup yazmaktadırlar.

Abdurrahman Dilipak, Kadir Mısırlıoğlu gibi Türkiye Cumhuriyetini ve onun kurucusu Mustafa Kemal Paşa’yı düşmandan beter düşman görenlerin sayısı her geçen gün artmaktadır.

Kadir Mısırlıoğlu, “Fesi Türkiye Cumhuriyetine ve devrimlerine isyanı temsil ettiği için takıyorum. Kemal’in devrimleri tersyüz edilmeli. Osmanlı geliyor! “ diyordu. 5 Eylül 1992, Hürriyet

“Türk-Kürt Federasyonu” güncelliğini hiç yitirmiyor.

Osmanlı millet sistemine dönüş!...

Yeni bir kandırmaca, yeni bir intihar yolu. Veya Ortadoğu Birleşik devletleri,

Tek amaç: Türkiye Cumhuriyetini dağıtmak!

Büyük zaferin 86. Yıl dönümünde büyük bir heyecanla kutlayan Yeniçağ Gazetesinin çok değerli yazarı, Aslan Bulut köşesinde, büyük zaferin ve Cumhuriyetin ruhu ile yüzde yüz çelişen bir yazıyı kaleme almış:

“Yeni başkent İstanbul mu, Kudüs mü?”

Bu konuda okuyucularını uyarmak için yazmış.

Milliyetçiler, “Tek devlet, tek millet, tek vatan, !” ilkesine var güçleriyle sahip çıkarken, küreselciler ise, tek dünya devleti, tek Pazar ve tek dünya dini!” ABD-İsrail orjinli bir proje.

Yazarın çok önemli bir tespiti:

“İslâm tarihinde yalancı peygamberler, sapık tarikatlar vardır ama Amerika’daki Yahudi teorisyenlerin, İslâm’da reforma kalkışacağına, burada Türkiye’de elitler vasıtasıyla uygulamak isteğine ilk defa tanık oluyoruz. Bu stratejiyi “kaleyi içten fethetmek” diye de açıklamak mümkün.

 

You have no rights to post comments

An itibariyle ziyaretci sayısı:

85 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi