“TOROSLAR, SOROSLARI YENECEK!”

“TOROSLAR, SOROSLARI YENECEK!”

Necdet ÖZKAYA

15 Nisan 2007-Ankara

Ankara dün tarihi bir gün yaşadı. Tandoğan, Anıtkabir böylesi büyük bir kalabalığı çok senelerden beri görmemişti. Hürriyet gazetesi sür manşetinde şu değerlendirmeyi büyük ve iri puntolarla vermiş: “EN GÜÇLÜ İTİRAZ” bu manşetin altında ay yıldızlı yürüyüşü gösteren bir resim ve onun altında: “Türkiye tarihinin en büyük mitingi dün Ankara’da gerçekleştirildi. Yüz binler Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına itirazını dile getirdi”

Türkiye arka arkaya siyasi ve askeri sayılacak üç önemli olayı, üç gün içinde yaşadı. Birinci gün, Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, ikinci gün Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer konuştu. Dünkü tarihi miting, bu iki önemli konuşmanın yarım bıraktığı tabloyu tamamlayan çok büyük ve önemli bir parçasıydı.

Yeniçağ’ın başlığı daha da anlamlıydı: Kadınlar iktidara el koydu. Ankara’ya damgalarını vururken, Kurtuluş Savaşından bu yana İlk kez bu kadar öfkeli ve tepkiliydiler. Milyonlar Başkent’te aktı. AB. ABD’ye lanet yağdı.”

Nihat Genç’in yazısına dayanarak Oktay Ekşi (Hürriyet G.15.4.2007) mitinge katılanlarla ilgili olarak yazısında,” katılanların % 60 – 70’i kadındı” diyor. Hemen hepsinin eğitimli ve meslek sahibi insanlar izlenimini verdiklerini, yaş ortalamalarının 40 ile 60 tahmin ettiğini söylüyor. Tüm kitle içindeki gençlerin % 25 kadar olduğunu vurguluyordu.

Kadınların üstlendiği her şey bizce önemlidir. Nitekim her fırsatta söyleriz:

“Kadınların üstlendiği hiçbir mücadele yenilgiyle bitmez.” 

Birçok üniversite rektörleri, öğretim üyeleriyle birlikte cübbeleri sırtlarında yürüyüşe katıldılar. Ses sanatkârları, film yıldızları ve tiyatro sanatçıları da yürüyenler arasındaydı.

Yeniçağ’ın birinci sayfasında ünlü tiyatro sanatçısı Ayten Gökçer bir elinde bayrak, diğer elinde Atatürk’ün kalpaklı bir posteriyle yer almıştı.

Kurtuluş Savaşında yavrusunun yerine cepheye taşıdığı top mermisini yağmurdan koruyan kadınların posterleri.

Yürüyüşe katılamayanlar pencerelerden, balkonlardan yarı bellerine kadar sarkarak bayraklarla yürüyüşe katılanları alkışlıyorlardı.

Ben de eşimle birlikte yürüyüşe katıldım. Mühim ve ilgi çekici gözlemlerimiz oldu. Bazı konuşmaları duyduk, bir hayli güldük. Yürüyüşe katılan kadınlardan bir kaçı, evlerine bayrak asmadıkları halde balkonlarından yürüyüşü izleyenleri uyarıyorlardı:

“Hanım, hanım!” yüksek sesle, adeta bağırarak “lütfen bakar mısınız” dedi. Hanım balkondan eğilip aşağıya bakınca;

“Ayıp değil mi?  Gençlik Caddesinde oturuyorsunuz, daireniz Anıtkabir’e karşı balkonunuza çarşaf sermişsiniz. Bayrak asmamışsınız.” Diye uyarıcı bir konuşma yaptı.

Bu konuşmayı duyan eşim Adalet Hanım uyaran kadına;

“Sizi tebrik ederim” dedi.

Her zaman alışveriş ettiğimiz kasap, sokağa çıkmış yürüyüşü seyrediyordu. Selamlaştık, O da dükkânına bayrak asmamıştı. Bizim ikazımızla astı. Adalet Hanım, et almak için kasapta kalınca ben eve yürümek maksadıyla ayrıldım. Gençlik Caddesindeki kebapçılar, pastaneler gün boyunca tıklım tıklım doldu boşaldı. Seyyar satıcılar insanlara yiyecek ve içecek yetiştirmek için zorlanıyorlardı. Bayrak satıcıları hallerinden memnundular.

Tezgâhtaki pastacı, müşterisine soruyor,

“Tandoğan nasıl, çok kalabalık mı?”

“İğne atsan, yere düşmez” diyor. Satıcı;

“İyi! İyi!” diyor.

Bu iyi hangi anlama geliyor acaba? Müşterinin arkası geleceği için mi, yoksa AKP yi protesto edenlerin sayısının fazlalığıyla ilgili mi? Belki her ikisini de ifade ediyordu.

Sabah gazetesi haberi değerlendirmede biraz kıskanç davranmış. Haber birinci sayfada iki sütun üzerinde resimli olarak verilmiş. TMSF kanalı ile hükümete bağlı. Hükümet gazetesi demek doğru olur.

“Yüz binler Ata’ya koştu.” Sabahın başlığı. Niye koştu acaba? Gazetenin cevabı “Cumhuriyete sahip çıkmak” için Ankara ‘da yüz binlerin katıldığı bir miting yapıldı. Cumhuriyet’e niçin ve kime karşı sahip çıkılacak? Sadece Cumhuriyete değil elbet. Başta laiklik olmak üzere Cumhuriyetin bütün niteliklerine sahip çıkılmaktadır. İktidara karşı Cumhuriyeti korumak insanın tuhafına gidiyor. Ama Cumhurbaşkanı, Harp Akademilerinde yaptığı konuşmada, bu vurguyu yapıyor ve bu hususları hiçbir şüpheye meydan vermeyecek biçimde dile getiriyor. Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer;

“Türkiye’de siyasal rejim, Cumhuriyet kurulduğundan beri hiçbir dönemde günümüzde olduğu kadar tehlikeyle karşı karşıya kalmamıştır.”

“Cumhuriyetin temel değerleri ilk kez açıkça tartışma konusu yapılmaktadır. İç ve dış güçler bu konuda aynı amaç doğrultusunda çıkar birliği içinde hareket etmektedir.”

Siyasi rejimin en önemli ve en yakın tehdidi, bu rejimin nimetleri ve imkânlarıyla iktidara gelmiş olan siyasi iktidardır.

***

Cumhuriyet’ten Mustafa Balbay;

“Tandoğan alanı bir buluşma ve ayrışma yeriydi.”

“Buluşma yeriydi; laik, demokratik, hukuk devletinden, üniter yapıdan, Atatürk devrimlerinden yana olanlar Tandoğan’da buluştu. İşin sağı solu yoktu. Türkiye vardı, laiklik vardı, demokrasi vardı.

Ayrışma yeriydi; yukarıda sıraladığımız bütün değerleri yok sayanlar, küçümseyenler Ankara’ya akan o muhteşem ırmağın dışında kaldılar.

AKP ve medyası mitinge katılmanın az olması için her türlü densizliği yaptı.

27 yıllık meslek yaşamımda ilk kez mitinge katılan değil, katılmayan örgütlerin listesinin yer aldığı haberleri okudum.

Buna rağmen;

Her kentten, her meslekten, her yaştan insanlar miting alanını doldurmuşlardı.”

Işın Kansu (Cumhuriyet15.4.2007),

“…. dün yalnızca Tandoğan meydanı değil, Tandoğan’a açılan tüm caddeler insan seliydi.” Bu manzaraya biz de eşimle şahit olduk. “Anıtkabirin içi derseniz ap ayrı bir miting alanıydı. Anıtkabir komutanlığı dün ziyaretçi sayısının 370 bini aştığını duyurdu. Mitingde iki kilometre uzunluğunda bir Türk bayrağı taşındı.“

“….aslında buna bir mitingde denmez. Saatler süren bir akın. Gür bir nehir gibi. Bu nehir saatlerce atkıda aktı. Hem de aşağıdan yukarıya doğru. Tandoğan’dan Kanattepe’ye yani Anıtkabir’in bulunduğu tepeye….”

Balbaya göre, “Sabah saatlerinde yüz binler, öğleyin bir milyon” insan miting meydanında ve yollardaydı.

Gözlerimle gördüm. Bu miting gürül gürül bir halk hareketiydi.

“Türkiye’de başta TRT olmak üzere pek çok kanalın ilgi göstermediği  “Cumhuriyet Mitingi” haberleri uluslararası haber ajanslarından AP, Reutres ve AFP tarafından başından itibaren abonelerine duyurdu. BCC, TRT ’den duyarlı çıktı.

KESK’e bağlı Haber-Sen Genel Sekreteri Mehmet Demir, yaptığı yazılı açıklamada “TRT yönetiminin, miting alanı ve Anıtkabir’e üç naklen yayın aracı konuşlandırmasına, beş muhabir ve oniki kameraman görevlendirilmesine karşın sabahın erken saatlerinden itibaren Tandoğan meydanında toplanmaya başlayan yüz binlerce insanı görmedi.” “…ayrıca Cumhuriyet Savcılarını göreve çağırıyoruz.” Demiş yazılı açıklamasında.

Mitingde gördüklerim, mitingle İle ilgili resimleri, yazıları ve haberleri okudukça aklım, hafızam ve hatıralarım, Adana’daki dost sohbetlerinde ve muhabbetlerindeydi.

Rahmetli Süleyman Ramazanoğlu’nun benzetmeleri aklıma geldi.

Olup biten olaylar karşısında sessiz sedasız bakan Milletimiz bizi hayal kırıklığına uğratırdı. Ümitsizliğe kapıldığımızı görünce Ramazanoğlu,

“Bizim Milletimiz Pozantı’nın tor öküzüne benzer. Bazen altında ateş yaksanız ayağa kalkmaz, kalkarsa bir daha zapt edemezsiniz.” derdi.

Dünkü mitinginin büyüklüğünü, ihtişamını, canlılığını, sükunetini, tevazuunu görünce millet sahiden ayağa kalktı diye umutlandım. Bir de hayıflandım.

Milliyetçi olarak bilinen siyasi partiler ve kuruluşların hiçbiri mitingde yoktu. Yaşar Okuyan Hür Parti genel başkanı olarak cesaretle mitinge katılmıştı. Atatürk’ü, Atatürkçülüğü yine başkalarına bırakmak niyetinde miydiler?

Gelelim esas ve gerçek olan soruya, bu kitleleri kim, hangi teşkilat bir baş ve bir çatı altında toplayacak?

“Toroslar, Sorosları Yenecek!” mitingde dövizlerden biriydi. Slogan güzel, ama hangi siyasi kanal bu suları toplayacak, göl yapacak, deniz yapacak? Bu denizden Toroslar ‘a su akıtacak?

Son günlerde sevindiğim bir başka hadise, Acar Okan’ın gurbetten sılaya dönüşüdür. İstanbul’a gittiğinden bu yana sesi soluğu çıkmayan, yıllardır kendisini unutturmaya çalışan arkadaşımızı Ayvaz Bey’in kızı Zerrin’in nişanında teşehhüt miktarı da olsa görüştük.

Türk Yurdunun Nisan 2007 sayısında “Milli Tepkiler Ve Yükselen Milliyetçilik” isimli bir yazısı çıkmış. Buna da sevindim. Zira Acar Okan ın tefekkür gücünü ve bilgi yükünü, muhakeme kabiliyetini çok yakından bildiğim için kendisinden yeteri kadar istifade edilmediğinin üzüntüsü içindeydim. Ümit ederim ki bu yazısı ile birlikte Okan için yeniden bir diriliş dönemi açılmış olur.

Yazısında çok önemli gördüğüm şu tespite bakınız;

“Milli tepkiler, sistematik bir fikri alt yapıya dayanmıyorsa milliyetçilik sayılmaz, tepkiden ibaret kalır. Tepkiler, öfkeler, kinler kontrol edilmezse iş cinayetlere, çetelere, linçlere kadar uzanır. Bunların milliyetçiliğe nispet edilmesi doğru da değildir, mümkün de değildir.”

Tehditlerden ve korkulardan doğan hareketler, kendisini doğuran tehdit ve korkular ortadan kalkınca, kendisi de sadece bir hatıra olarak kalır.

 

16 Nisan 2007-Ankara

 

Aradan Pazar günü geçmesine rağmen gazetelerde hala cumartesi günkü mitingle ilgili olarak haberler, yorumlar ve fıkralar var. Öyle sanıyorum ki 14 Nisan mitinginin yankıları bir müddet daha siyasi hayatımızda yankılanmaya devam edecektir.

Kimi gazeteler “14 Nisan 2007, Türkiye için bir dönemeç olarak hatırlanacaktır” derken kimisi de “14 Nisan bir milattır” demekten kendisini alıkoyamamıştır.

Bir kısım çevreler, basın yayın organları ve kalemleri “Cumhuriyet Mitingi”ni demokrasi karşıtı olarak nitelendirmekte ve en yumuşak ifadeyle “….laiklik diyerek demokrasiden de feragat edilemez” edilecek olursa, çağdaş ve aydın olma iddiasını yitirir.

Kimse Cumhuriyete karşı çıkmıyor. Münakaşa edilen Cumhuriyetin nitelikleri, onların içinde de tartışılan en önemli konu laiklik. Kıyamet, bu anayasa ilkesinin yorumlanmasından ve uygulanmasından kopmaktadır. Cumhurbaşkanının Harp Akademisi’nde yaptığı konuşma, ülkede bir kamplaşma, kutuplaşma hatta bir çatışmaya dönüşmenin başlangıcı olabilir. Milletin %65’ i Sezer’in yaptığı tespitlerin doğruluğunu kabul ederken, %35’lik kesim bunlara inanmamaktadır. İnanmayanların başında Başbakan Tayyip Erdoğan ve Başbakan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül gelmektedir.

Deniz Baykal ise şunları söylüyor;

“14 Nisanda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a uzlaşma mesajı verdik.”

“….Geçtiğimiz günlerde anayasal kurumlar ayrı ayrı mesajlarını verdiler. Üniversiteler, Türk Silahlı Kuvvetleri, yargı ve Sayın Cumhurbaşkanı bizim iki yıldan beri söylediklerimizi benimseyip ve doğruladılar.”

“….Nihayet Millet’de 14 Nisanda Tandoğan’da mesajını verdi. Halkta bu kurumlar gibi düşündüğünü gösterdi.” 

Mitingde bir döviz vardı: “Ordu Millet el ele.” Baykal’ın yaşında olan herkesin rahatlıkla hatırlayabileceği gibi 27 Mayıs öncesinde üniversite gençliğin yürüyüşlerde vazgeçemediği slogandı. Baykal anlatırken herhalde o günleri ve bu sloganı mutlaka hatırlamıştır.

CHP + YARGI + TSK + ÜNİVERSİTE

27 Mayısta olduğu gibi. Ortaklık bu gün de devam ediyor, yalnız bir farkla. 27 Mayıs öncesi Cumhurbaşkanı bu ortaklıkta yoktu. Bu gün bu ortaklık içinde Sayın Cumhurbaşkanı devletin başı olarak yer almıştır.”     

Baykal’a göre Başbakan Erdoğan ve AKP’nin 14 nisandan sonra hiçbir şey   olmamış gibi davranmaları, halkın mesajını yok saymaları mümkün değil.

Taha Akyol Cumhurbaşkanının konuşmasını demokratik bulmayarak şöyle yazmış: “Türkiye gibi toplumlarda (cümle bozuk Türkiye bir Ülke adıdır) tüm yurttaşların taraf olması gereken devlet ideolojisi savunulamaz. Bu totaliter bir anlayıştır.” (Milliyet 16.4.2007) 

Başbakan, İstanbul Belediye Başkanı İken “Elhamdülillah şeriatçıyız.”, “İstanbul ’un imamıyım”, “Cumhurbaşkanının imam hatipli olacağı günler yakındır.”, “Demokrasi amaç değil, ancak bir araçtır.”, “En üst belirleyici İslam’ın ilkeleridir. Her şey ona göre belirlenir.”,  “Ya Müslüman olacaksın ya laik.”

Başbakan ve yakınları bu sözleri inkar etmiyorlar, ancak bütün kadrosuyla birlikte gömleklerini çıkararak, değiştiğini söylüyorlar.

Ama geçen günlerin birinde Başbakan laikliği savunanlara karşı “Hitler’de laikti.” diyerek bir garip savunma yaptı.

Başbakan, AKP ve yandaşları artık eskisi gibi düşünmüyorlar. “Demokrasiyi araç değil, amaçtır.” diyorlar. Ama Milletin büyük bir kısmı buna inanmıyor.

Başbakan’ın geçmişinde bir başka konuşma, bu günlerde sık sık gazete sütunlarında yer alıyor.

“Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor, halk isterse elbette gidecek. 10 Kasım’larda sap gibi ayakta duruyoruz.”

***

Yabancı gazete ve ajanslar 14 Nisan mitingini değerlendirirken genellikle şu tespitleri yapmışlar:

“Türk toplumundaki derinden bölünme.”, “Şimdi iki ayrı Türkiye var.”, “Türkler sokağa döküldü.”

Evet Türkiye derinden derinden bölünüyor. Dikine ve derinliğine ikiye ayrılıyor. Laik olanlar ve olmayanlar.

Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması ihtimali, millet arasında ciddi bir çatışma konusu oldu. Milletin bir kesimi, (nispetini tam ve kesin olarak belirlemek mümkün değildir) ancak şunu söylemek de bir sakınca görmüyorum. Milletin %50’sinden fazlası Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasını istemektedir.

Neoliberal ve küresel sermayeciler Erdoğan’ın adaylığına karşı çıkmak, darbe tahriki anlamına gelmeyeceğini ifade etmektedirler.

TBMM başkanı Arınç’ın “Dindar bir Cumhurbaşkanı tanımlaması bir başka çekişmeye, tartışmaya vesile oldu. 14 Nisan mitingi “Dindar birinin Cumhurbaşkanı olmasına bir tepkidir.” Yorumu yanlıştır. “Erdoğanın Cumhurbaşkanı seçilmesi halinde, ortaya çıkacak olan siyasi üçgenin, büyük rahatsızlıklara ve gerginliklere, endişelere ve korkulara yol açacaktır.” Düşüncelerine hak vermektedir.

Bundan önceki cumhurbaşkanları, mesela rahmetli Özal, mesela Süleyman Demirel dindar değil miydi? Sorusu gündeme geldi. Bu gün deniz Baykal, yaptığı konuşma da bunu açık açık ortaya koydu.

Özal’da, Demirel’de dindar Cumhurbaşkanları idi. En azından makam araçlarıyla gerek Başbakan, gerekse Cumhurbaşkanı oldukları dönemde Cuma namazları için camiye giderlerdi. Ramazanda oruç tutar, köşkte iftar yemekleri verirlerdi. Ben birkaç ramazan Demirel’in döneminde köşke iftara gittim ve cemaatle teravih namazı kıldım.

Meclis Başkanı’nın dindar sıfatını kullanması ister istemez ladini yani dinli olmamayı akla getiriyor. Eski deyimiyle mefhum-u muhalifi; Dinsizlik. Bunun adı bölücülüktür.

“İki ayrı Türkiye var” diyenleri doğrulayan bir tanımlamadır. AKP’nin döneminden önce de Türkiye, muhafazakâr partiler tarafından idare edildi. Ülke Özal ve Demirel döneminde dindar ve dindar olmayan diye bir kamplaşma olmadı.

Toplumun büyük çoğunluğu, AKP’nin gizli gündemi ve takiyeciliği hususunda endişe duymaktadır.

“Tayyip Erdoğan Türkiye’yi iyi yönetemedi. Milleti kamplara böldü” diyor Baykal ve devam ediyor:

“Biz AKP’den kimsenin Cumhurbaşkanı olmayacağını hiç söylemedik.”

CHP grup başkan vekili Ali Topuz, “Arınç ’ın boyunu aşan konuşmalar” yaptığını söyleyerek “Sayın Arınç kimin dindar, kimin dindar olmadığını nerden biliyor? Allahın vekili mi?” diye soruyor ve Arınç’a itiraz ediyor. Cumhurbaşkanı ile ilgili olarak anayasada yazılı ilkeler arasında dindarlığın olmadığını belirtiyor.

Arslan Bulut, bu günkü yazısında (Yeniçağ,17 Nisan 2007)

“Tandoğan mesajını iyi algılayanlar;

ü  Tandoğan mitingini en iyi ABD anladı.

ü  ABD’nin Türkiye’deki medyası anladı.

Mitingde İslam’ın özüne yönelik bir söz işaret ve yazı yoktu. ABD İslam’ına karşı çıkılıyordu. ABD imamı diye birini tarif ediyorlardı. Bu başkan Tayip Erdoğan’dı.

Bir ders de diyor Arslan Bulut: “Biz sokağa inmeyeceğiz” diyenler almıştır. Bu söz MHP’ye atılan çok önemli bir taştır.

İktidar çevreleri “it ürür kervan yürür!” diyorlar. Yüz binleri it yerine koymak, yanlıştır. Hatalıdır.

Senelerden beri Türkiye’de bir başka soru hep gündemdedir:

Türkiye İran olur mu?

Olur ama…….

Olmaz ama …….

Bu konu etrafında tartışmalar bugün eskiye oranla daha da arttı.

Mustafa Balbay’ın Cumhuriyet’teki yazısı bu konuya ayrılmış. Yazı ibretle okunmalı ve dersler çıkartılmalıdır.

Bu dersleri, Ertuğrul Özkök, Hasan Cemal gibi eski solcular, yeni liberaller çıkarmalıdır.

“İslamcılarla solcular, İran Şahına karşı ortak bir cephe kurdular.

İran Komünist Partisi (Tudeh) Yönetimi, Mollalara iki isim taktı: ilerici din adamları, devrimci İslami”

2. Cumhuriyetçiler diye de tanınan bizim ikinci takımda AKP’ye aynen bu sıfatları yakıştırmaktadırlar.

 

You have no rights to post comments

An itibariyle ziyaretci sayısı:

33 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi