GALİP ERDEM AĞABEYLE HATIRALARIM

Geçen haftadan devam ediyor  -7-

GALİP ERDEM AĞABEYLE HATIRALARIM

 

     Necdet Özkaya

12.3.2006 günlü zaman gazetesinde Galip Erdem’le alakalı bir yazı yayınlandı. Adı “Galip Erdem” yazan Mümtaz’er Türköne. Yazarı tanırım, çok samimi olmasak bile 8-10 sene kadar önce zaman zaman bir arada olduğumuz günler olmuştur. Bir vakitler birkaç akademisyen arkadaşı ile birlikte Tansu Çiller’in Başbakanlığı dönemlerinde ona danışmanlık yapıyorlardı.

Ülkücü gelenekten gelen Mümtaz’er Türköne yazdığı siyasi yazılarından anlıyorum ki MHP’den ziyade AKP’nin görüşlerini benimsemişe benziyor. İnsanoğlu bu değişir mi değişir. Kimine göre “değişme” nin adı döneklik, kimine göre de “gelişme” dir. Ülkücü kökenden gelip de gelişenlerin başında Milliyet yazarlarından Taha Akyol gelmektedir. Mümtaz Bey, galiba Taha Bey’in yolunda gidenlerden. Epey de yol almış. Galip Erdem hayatta olsa, kendisiyle ilgili çok güzel bir yazı yazan Mümtaz’er’deki bu değişme ve gelişmeyle ilgili olarak acaba nasıl davranır ve nasıl düşünürdü.

Mümtaz’er Türköne,…” o günlerden bu günlere intibak eden güzel şeyler ve güzel yüzler çok azaldı. Aralarında, çölde serap gibi karşınıza çıkmış ve kana kana su içtiğiniz pınarlar gibi duran dostluklar ve hiç unutulmayacak bir yüz var: Galip Erdem”

Gerçekten Galip Erdem, unutulacak “yüz” değildi. Büyüklü, küçüklü özellikle Ankara’daki Ülkücülerin genel olarak milliyetçilerin Galip Erdem’i her zaman hatırlamaları kadar tabii olan bir şey yoktu.

Mümtaz’er Türköne, Ayvaz Gökdemir’in lise yıllarında öğrencisi olmuş. Minnet duyduğu içini Ayvaz beyin elini öptüğünü yazısında beyan eden yazar, Ayvaz beyin Galip Erdem’in elini öptüğünü görünce çok şaşırdığını yazıyor.

Yazarın aklında Galip Erdem’le ilgili olarak güzel ve tipik sözleri ve davranışları kalmış:”En derin hürmetlerimi sunarım abicim!”

Galibi Tarikatının Şeyhi: Galip Erdem, müritleri tarafından ıslah edilmeye çalışılan tek tarikat ve tek şeyh!

Mümtaz’er Türköne,”mangalda kül bırakmayan büyüklerimiz, 12 Eylül fırtınasında ortadan kaybolduklarında, o adeta tek başına savaşın içinde girdi”.

Türköne’nin “kaybolan büyükler” diye nitelendirdiği kimlerdir, bilmiyorum. 12 Eylül ve sonrasında Galip Erdem’in Mamak Askeri cezaevine düşen MHP’liler için başta Türkeş ve siyasi kadrosu olmak üzere, bütün ülkücülerle insanüstü bir gayretle nasıl ilgilendiğini hepimiz biliyoruz. Yalnız tek başına değildi. En az onun kadar fedakârlık gösteren bir başka isim daha vardı. Av. Şeref Yılmaz. Bürosu, bürodaki arkadaşları MHP ve ülkücüler davasının kahraman savunmacılarıydı. Mümtaz’er bunu niçin yazmadı yorumluyamıyorum.

Yazarın da belirttiği gibi, Galip Erdem, “20 li yaşlarını cezaevinde geçiren bazı belada imdadına yetişti, Avukat oldu, arkadaş oldu, kardeş oldu. Dar zamanların, umutsuz durumların çaresi oldu. Sıkıntılar sona erdi, o yeniden köşesine çekildi.

O yıllarda Galip Erdem, tam bir ülkücü ağabey gibi davrandı. Bir tevazu abidesi, bir fedakârlık numunesi oldu. Galip Erdem, kaç yıl sürdü bilmiyorum. Mamak zedeler ve aileleri için adadı. Gecesi, gündüzü hep onlarla doluydu.

Ömrü boyunca, kimseden bir yardım talep etmeyen Galip Erdem, Mamakzedeler için ayağına erinmeden, nefsini yenerek, hatta zaman zaman zorla da olsa onlar için yardım (mektup)lar toplamakla geçti. Her şeyi göze alarak kimlerin kimlerin ayaklarına gittiğinin bizler canlı şahitleriyiz.

Köşesine çekildiğinde gönlünün kırık olduğunu da hep beraber biliyoruz. Niçin küsmüştü, kimlere dargındı? Çok kişi bu soruların cevabını biliyor. Av. Şeref Yılmaz bunların başında geliyor. Hatta o kadar çok kırılmıştı ki, bütün ısrarlara, taleplere, bilhassa Yücel Hacaloğlu ile İbrahim Metin’in çaba ve gayretlerine rağmen yazı da yazmadı. Hayalleri yıkılmış, duyguları incinmişti.

Mümtaz Türköne;

“…..Oyuna geldik mi? Evet geldik. Bugün, oyuna getirenlerin o günlerde hep nefretten, şiddetten, kandan, ölümden bahsettiklerini hatırlıyorum. Galip Erden sevgiden, sevmekten, yaşamaktan, güzelliklerden bahsedenlerdendi” diyor. Doğru bir tespit.

Ülkücülerin çok büyük çoğunluğu bu tespit ve değerlendirmelere katılmaktadır.

Hatta MHP lideri Devlet Bahçeli sık sık ülkücülerin tahriklere kapılmamalarını istemektedir. Sokaklara dökülmeden, şiddete başvurmadan iktidar olmanın yolunu aramaktadır.

Geçen yıl Osmaniye Zorkun yaylası şenliklerinde, gençlere dönerek, “sabırlı olun, kendinizi yetiştirmeye çalışın, sizi burnunuzu kanatmadan iktidar yapacağım” sözünü verdi.

12 Eylül ve sonrası uygulamalar, ülkücülerin hafızalarından aradan geçen uzun yıllara rağmen silinmemiş, silineceğe de benzemiyor. Çünkü gördükleri işkenceler ve zulümler unutulacak gibi değildi.

Galip Erdem arkasında kendisini seven, unutmayan, unutmayacak olan çok dost ve arkadaş bırakarak bu dünyadan göçtü, gitti. Süleyman Kürkçü, Mahir, Erol, Hasan Lokman Akkaşoğlu bu yılki törenlerin yapılmasını sağladılar. Okunan Kur’an, ilahiler, zaman zaman hocaların Galip Ağabeyle ilgili yaptığı konuşmalardan sonra Fatihalar okunarak onun aziz ruhuna bağışlandı.

Sami Efendi Camii’nin yemekhanesinde yemeklerimizi yedik. Masrafını adı geçen arkadaşlar karşılamışlar.

Öğle ve ikindi namazlarını adı geçen camide kıldık. Cenab-ı Hak Galip Erdem başta olmak üzere darülbekaya göç edenlerimizin cümlesine rahmet olsun.

 *****

Galip Ağabeyle dostluğumuz, arkadaşlığımız edep ve terbiye sınırlarını aşmadan teklifsiz tekellüfsüzdür. Senli benliydi. Bütün ülkücü evlerde, Galip Erdem ailenin hep bir ferdi ve büyüğü olarak hüsnü kabul gördü. O da evlerde kendisini çok rahat hissetti. Hatta yemek seçmedeki titizliğini hanımlar hoşgörüyle karşıladılar, onu memnun etmek için çok büyük gayret gösterdiler.

Hangi eve, hangi gün gideceği bir takvime bağlanmış, ev sahibi hanımla yemek konusunda dahi anlaşmalar yapılmıştı. Çocukların yaşlarına göre Galip amcalarının cebinde her zaman bir şeyler bulunurdu. Ama bu genellikle çikolata olurdu. Onun için Galip amcanın eve geleceği günü çocuklar özlemle beklerlerdi.

Ama ara sıra bu ziyaretlerin istisnası olurdu. Beklenmedik zamanlarda kapınız çalınır, karşınıza birden bire Galip Erdem çıkıverirdi. Şaşırtma yapmak onun çok sık sık başvurduğu oyunlardan biriydi. Arkadaşlarını şaşırtmaktan, şakalaşmaktan çok hoşlanıyordu.

Demirlibahçe’e oturduğumuz yıllardı. Soğuk bir kış günü akşam kanlığı çökmüştü. Evin en sıcak odasında küçük olmasına rağmen oturmayı tercih ediyorduk. Elçin’le Gökçen buldukları köşede oturmuş derslerine çalışırken, anneleriyle ablaları Gülçin akşam yemeğini hazırlamak için mutfaktaydılar. Ben de herhalde kısılmış sesiyle televizyon seyrediyordum. Kapının telaşlı telaşlı çalındığını fark edince, ev halkı birbirinin yüzüne merakla baktıktan sonra biri kapıyı açmak için gitti. Kimin gittiğini hatırlamıyorum. Netameli günlerdi o günler. Dar vakitte çalınan kapılar, ileri saatlerde çalan telefonlar, insanları hep korkuturdu. Onun için kapılarda çifte kilitler, zincirler vardı. Açılması bile bir zaman alırdı.

Gözetleme deliğinden bakılır, kapının dışındakinin kim olduğu tespite çalışılırdı. Yüksek sesle “kim o?” diye sorulur, emniyet testleri yapıldıktan sonra kapı açılır, gelenin ismi yüksek sesle tekrar edilirdi ki içeridekiler kimin geldiğini anlasınlar.

Kapıyı açan bağırdı: Galip amca.

Hepimiz birden kapıya üşüştük. Çünkü Galip ağabey, bir sürpriz yapmış, habersiz gelmişti. Bizim ev yemekli, yemeksiz habersiz misafir ağırlamaya alışık olduğu için hiç şaşırmadık.

Misafiri oturduğumuz odaya buyur ettik. Kalorifer peteğinin önüne yere serilmiş bir minder vardı. Genellikle oraya ben otururdum. Tam karşıda televizyon vardı. Tam da Galip ağabeye göre bir yer.

O da yalnız kaldığımız bir anda, bana “bu soğuk günde niye geldiğimi hiç merak etmiyor musun?” diye sordu.

“-Hoş geldiniz, başımızın üstünde yeriniz var. Merak etsek bile misafire geliş sebebini sormak terbiyemize aykırıdır” dedim.

“-Sana çok kızgınım dedi. Seni ciddi anlamda uyarmak için geldim” diye cevap verdi.

“-Hayrola” dedim. Seni kızdırmak için bir hata yaptığımı sanmıyorum.

“-Oooo! Dedi. Hem öyle bir kızgınım ki, hem öyle büyük bir hatan var ki… demez mi? Bunun üzerine,

“-Allah! Allah!” demekten kendimi alamadım.

“-Sen” dedi:

“-Adalet ablama eziyet etmekten utanmıyor musun? (Evin hanımının yaşı küçük olsun, büyük olsun.. abla diye hitap etmek G.Erdem’in vazgeçemediği alışkanlıklarından biriydi) diye sordu.

“-Nasıl bir eziyet yapıyormuşum?” diye cevap verdim. “Anlat da öğreneyim” dedim.

“-Sizin apartman kaç kat, siz kaçıncı katta oturuyorsunuz?”

Soruyla öfkesi arasında bağ kuramadığım için, sorunun alakasızlığını anlatmamak için tuhaf bir şekilde yüzüne bakarak cevap verdim.

“-Yoldan sayarsak dört, bahçe kapısından sayarsak beş kattır. Biz en üst katta oturuyoruz” dedim.

“-Her gün en az iki kere Adalet ablam bu beş katı inip kömür ve odun alıp yukarı çıkartıyor. Sobayı yakıyor. Sen ne kömür, ne odun taşıyorsun. Erkeğin “kazak” olması hoşuma gitmeye gider de senin yaptığın çok fazla” deyince, ben gülmeye başladım. Anladım ki birisi Galip ağabeyi çok fena işletmiş.

Gülmem onu biraz daha öfkelendirdi. “Bir de sıkılmadan gülüyorsun” dedi.

“Ağabey” dedim. “Arkanın nereye dayandığını biliyor musun?” diye sordum. Başını çevirip dayandığı yerin bir kalorifer radyatörü olduğunu görünce afalladı. Bir an ne diyeceğini şaşırdı. Biraz daha şaşırtmak için “ bu evde hiç soba var mı? Bir bak dedim” Sobayla ısınmadığımıza göre kömürü, odunu almamıza, onları depolamamıza gerek kalır mı?” diye sordum.

Cevap vermedi. Başını sağa, sola sallayarak, benim duyacağın bir sesle:

“-Alçak Süleyman! Dedi. İşletildiğini anlayınca mahcup olmuştu. Mahcupluğunun devam etmemesi için ben konuyu değiştirmiştim,

Galip ağabeyi işleten, karakış günü bizim eve tez elden gönderenin, S.Kürkçü olduğunu anlamıştım.

                                                                                                          16.05.2006

Galip Erdem’le ilgili hatıralarımı yazmaya devam etmek niyetimdeyim. Araya başka bir konuda rapor yazmak girince ara vermek durumunda kaldım. Yeniden başlamak için zaman, zemin ve fırsat kollarken bugün güzel bir tesadüf oldu:

Nevzat Köseoğlu bugün eve telefon etti. Karşılıklı hal hatır sorduktan sonra “Kültür Bakanlığına rahmetli Arif Nihat Asya ile ilgili bir kitap hazırlayacaklarını söyledi. Benden de Arif Nihat’ı tanıyan, Adana’da öğrencisi, arkadaşı olanlarla konuşmamı, onların merhum şairimiz ve hocamızla ilgili olarak hatıralarını yazıp göndermelerini istedi.

Bu konuşma beni 1975 tarihinin Ocak ayına götürdü. Henüz Adana’daydık. Atatürk Ortaokulunda öğretmendim. Kanal yolunda rahmetli arkadaşımız Nuri Deliçay’ın evinde kirada oturuyorduk. Beş Ocak akşamıydı. Ankara’dan misafirlerimiz vardı. Rahmetli Galip Erdem yanılmıyorsam diğeri de Süleyman Kürkçü’ydü. Üçüncü kişiyi hatırlayamıyorum.

Yemek sonrasında televizyonda haberleri dinliyorduk. Haberler arasında Arif Nihat Asya’nın vefat ettiğini öğrendik. Hepimiz çok üzülmüştük, ama Galip Erdem daha çok üzülmüştü. Çünkü yakın dostlukları ve münasebetleri vardı. A.Nihat Asya’yı rahmetle andıktan sonra, Galip Erdem bana yarın akşama “arkadaşları dernekte toplayalım. Onlara Arif Nihat’ı anlatıp ruhunu şad edelim” dedi.

O yıllarda Adana Kültür Derneği çok faaldi. Çok güzel hizmetler veriyordu. Adana Üniversiteli ve liseli milliyetçi gençler Dernek’teki proğramlara  katılıyor, aralarında gerçek anlamda arkadaşlıklar kuruluyor, fikri seviyesi yüksek gençlerin yetişmesi için yönetici arkadaşlarımız büyük gayretler gösteriyor, fedakârlıklar yapıyorlardı.

Bir gün sonra “Bayrak şairi” Arif Nihat’ı anmak için akşam dernekte toplandık. Döşeme Mahallesindeki dernek binasını gönüldaşlarımız, ülküdaşlarımız hıncı hınç doldurmuştu.

Konferansı adı: Arif Nihat Asya

Konuşması     : Galip Erdem’di.

Adana, Arif Nihat Asya’nın hayatında çok önemli yeri olan bir şehirdir. Arif Nihat’ı milletvekili olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Çukurovalı’lar gönderdi. Adana’da toplam 16 yıl, 8 ay, 13 gün öğretmenlik yapmış. Adanalı Arif Nihat’ı, Arif Nihat da Adanalıyı çok sevmiş, çok benimsemişti. Kendisi Adana’yı, Adanalıyı  şöyle anlatmıştır.

“Çukurova beni yoğurmuştu. Çukurova’nın sıcaklığı ve Toroslar şairi gönlümü beslemiştir. Çukurova insanı şiir doludur, sihir doludur. Çünkü Adana’da padişah olmadan da taht sahibi olmak mümkündür” diyordu.

5 Ocak, Adana’nın kurtuluş günüdür. Beş Ocak Marşı’nı Arif Nihat yazdı. Her yıl Kurtuluş Bayramında Hoca’nın şiiri Adana’da törenlerde okunur. Hoca 5 Ocak 1975 de vefat etti. 5 Ocaklar Hoca’nın hayatında önemli tarihler olmuştur.

                                                                       ****

Galip Erdem ağabeyi ben takdim ettim. O ufacık boyu ile kürsüye çıkmak için yürürken, arka sıralarda oturanlardan biri, bu ufak tefek adama bakarak, Hoca’nın (Necdet Özkaya) deminden beri anlattığı Galip Erdem bu mu?dedi.

Önemi anlatılan Galip Erdem ile görünen Galip Erdem arasında bir oransızlık vardı.

Galip Erdem, Arif Nihat Asya’yı takriben iki saat konuştu. Konuşma bitmiş, konuşmacı yerine oturmak üzereyken; Durmuş Tanyeli arkadaşımız ayağa kalkarak Galip Erdem’e teşekkür ettikten sonra, “rahmetlinin bir tarafını eksik bıraktınız” dedi. Galip Erdem şairin hangi tarafını eksik bıraktığını sordu: Durmuş Tanyeli de cevap verdi. Dedi ki, “Arif Nihat, benim çok yakın arkadaşımdı. Onunla her akşam …..meyhanesinde buluşur güzel güzel rakı içerdik” dedi.

Bu sözler salonda önce sessizliğe, sonra homurtulara sebep oldu. Dinleyicilerin bir kısmı, “bunları söylemene ne gerek vardı?” diyerek itiraz ettiler.

Durmuş Bey, alkollü olarak toplantıya gelmiş olacak ki, geri adım atmamak için inat etti, direndi.

Mademki Arif Nihat için toplandık, onu her yönü ile tanımak ve tanıtmak hakkımızdır dedi.

Galip Erdem’in görmezden gelip anlatmadığı bir yönü de Durmuş Beyin ifadesiyle ortaya çıkmıştı.

 

You have no rights to post comments

An itibariyle ziyaretci sayısı:

254 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi