Anasayfa
BAK POSTACI GELİYOR - Burcu BOLAKAN
"Bak Postacı Geliyor” mümtaz bir kalemin bizlere kazandırdığı mükemmel bir eser olma özelliği taşıyor. Günümüz dünyasında unutulan hatta neredeyse hatıralardan silinmek üzere olan bazı değerlerimiz vardı bizim. Mektuplaşmak da bunlardan biriydi. Şimdilerde mektuplaşmanın yerine sosyal medya hesaplarını kullanıyoruz.
Ve o eski günleri ise sadece tatlı, buruk bir tebessümle hatırlayabiliyoruz. Mektuplar yazarın kaleminden âdeta su gibi akıp giden berrak ve pek güzel Türkçe ile konuyu öyle güzel anlatmış ki okuyucusuna; duygulanmamak elde değil. Bazı kısımlarda çok hislendiğimi söyleme lüzumu görüyorum. Eser aynı zamanda bir akademik çalışma olma özelliğini taşıyor; içindeki gerek mektup örnekleri ve gerek Türk edebiyatı gerekse dünya edebiyatından verilen kısa hayat hikâyeleri ciddi bir araştırma niteliği taşıyor.
Çok etkilendiğim bazı kısımlardan bahsetmek istiyorum şimdi:
Kitabın içinde kimler yok ki. Yakından tanıdığımız bazı isimler olmakla birlikte gerektiği kadar kıymeti bilinememiş ve eski kitap sayfaları arasında kaybolup gitmiş isimlerle de karşılaşabiliyoruz.
Kitabın içinden alıntılanan kısımlar:
Hüseyin Nihal Atsız‘ın ve akabinde Bedriye Atsız‘ın tutuklanmasının ardından evde dört buçuk yaşında bir çocuk tek başına bırakılır. Ve işte o çocuk büyüdüğünde o günü anlatır bir yazısında. ”Bir ikindi üzeri sivil polislerin annemi almaya geldiklerini hayâl meyâl hatırlıyorum… Ben olanı biteni pek kavrayabilmiş değildim. Kavrayabildiğim, annemi apar-topar bir siyah otomobile bindirip götürdükleri, onun giderken bana bakıp gülümseyerek bir öpücük yollaması, bir anda yapayalnız kalmış bulunmam…”
Orhan Veli‘nin Nahit Hanım’ı bir sır gibi saklıyor iken kendini ele vermesi ve açığa çıkan mektup: ”Emin ol dünyada hiçbir şeyden zevk almıyorum. Bütün bu tatsız günler içinde yalnız seni arıyorum. Bir müddet de böyle devam edeyim…”
Mustafa Kemal Atatürk‘ün Mısır’a vardıktan sonra Salih Bozok‘a yazdığı mektuptan anlıyoruz ki bu yüce insan harp sırasında dahi ödenmesi gereken borcunu hatırlıyor ve bu borcun maaşından karşılanmasını, geri kalan kısmının ise annesine gönderilmesini istiyor. Ve daima ileriyi, ufkun ötesini gören Mustafa Kemal, arkadaşlarının ne âlemde olduğunu sorduktan sonra onlara özellikle Endülüs tarihinin son sayfalarını okumalarını öğütlüyor. Burası gerçekten oldukça düşündürücü öyle değil mi?
Rus edebiyatında sevilen bir yazar olan Dostoyevski’nin sözlerine şimdi de gelin okuyalım. ‘’Haliç ve İstanbul bizim olacaktır, bir kere kendiliğinden gerçekleşecek bu. Özellikle zamanı geldiği içindir; eğer şu an zamanı henüz gelmemişse de gerçekten çok yakındır, belirtileri bunu gösteriyor…’’
Tarihle ilgili çok ilginç ve artık bu kadarı da çok fazla dedirten olaylardan bahsediliyor. Ancak oralardan alıntı yapmayacağım. Çünkü kitabın alınıp okunması taraftarıyım. Şunu söyleyebilirim ki Osmanlı Devleti’nin özellikle son zamanlarında, devlet kademelerinde çalışan paşaların dahi azınlık tebaanın baskısı altında olduğunun, ülkelerin ve onlar adına çalışan yabancı bürokratların yaptığı ezici ve yıkıcı tavırlarının ardında çaresiz kalan devlet adamlarını ve aydınları görüyoruz.
O kadar güzel bilgiler var ki; gerçekten insan elinden bırakamıyor kitabı. Bir kere dupduru bir Türkçe ve anlaşılır bir dil; üstelik naif ve incelikli bir kalemin izleri sahifeler üzerine dokunmuş; o his yüreğinizi ısıtıyor. Bazen duygulandım, bazen güldüm. Örneğin Ahmet Haşim’i ben çok severim ve çok hassas bir insan olduğunu da biliyorum. Onun yurt dışı seyahati sırasında yazdıkları beni bir hayli gülümsetti. Ve şairimize biraz acımakla birlikte aynı zamanda hissi olarak da fazlasıyla hassas buldum.
Şukufe Nihal, Enis Behiç Koryürek, Tahir Alangu, ve tabii ki Ömer Seyfettin, Halide Nusret Zorlutuna, Ahmet Kutsi Tecer, Necdet Sancar, Tevfik Fikret, Yahya Kemal, Puşkin, Lermantov… Pek çok isim ve bu isimlerin yakın arkadaşlıkları, aşkları, aşklarına yazdıkları mektuplar, kardeşlerine yazdıkları mektuplar, arkadaşlarına yazdıkları mektuplar…
Nazım Hikmet, Cemil Meriç ve sevdası ki beni şaşırttı. Cemil Meriç’in aşkına yazdığı mektuplarının derlendiği Jurnal-2’yi muhakkak alacağım…
Ahmet Mithat… Ve bu insanların Türklük için, edebiyatımızın gelişmesi için nasıl çalıştıkları öyle güzel anlatılıyor ki. Ahmet Mithat Efendi, okunmak üzere ne çok eser üretmiştir. Okumaya ve yazamaya ne çok kıymet vermiş bir büyük üstattır.
Acı çeken, hapishaneye düşen, haksızlığa uğrayan insanlar; kaldıkları işkence odaları, kapalı kapılar ardından sevdiklerine yazılan mektuplar… Büyük sevdalar ve ne duygulu anlatımlar…
Sabahattin Ali’nin, Behçet Necatigil’in mektupları…
Bak Postacı Geliyor adlı kıymetli eser üzerine saatlerce konuşulabilir…
Kitabın çok okunması dileğiyle. Umarım hak ettiği değeri bulur…