HALİMİZ, AHVALİMİZ VE HIRSIMIZ

Sadi Somuncuoğlu

Dün Yeniçağ yazdı: “Afrasiabank tarafından yayınlanan Yeni Dünya Zenginlik Raporu’na göre, 2018’de Türkiye 4 bin dolar milyonerinin göçüyle dünyada birinci oldu. Türkiye, ülkesini terk eden milyonerler sıralamasında, büyük ekonomiler arasında birinci oldu. Venezuela ise Türkiye’nin ardından ikinci sırada yer aldı. İstanbul, servet kaçışının en çok yaşandığı şehirler sıralamasında Jakarta (Endonezya), Lagos (Nijerya), Londra (İngiltere), Moskova (Rusya), Paris (Fransa) ve Sao Paulo (Brezilya) ile birlikte yer aldı. Türk milyonerlerin ülkeyi terk etme nedenleri, ‘Ülkede muhaliflere ve medyaya uygulanan baskı ile iş dünyasına karşı tutum, yüksek enflasyon ve TL’deki erime’ olarak sıralandı.”

Bu araştırma bizim için, üzülerek ifade edelim ki, çok önemli. Sadece ekonomimiz ve iflasa sürüklenmemiz açısından değil, gerçeğimizi bütünüyle ortaya koyması bakımından da geçerli. Sermaye göçünde Venezuela bile bizden sonra geliyor; doğrusu sarsıldım. Dostumuz Venezuela’nın durumu yürekler acısı. Ya bizim ki? Raporda servet göçünün sebepleri olarak tespit edilenler doğru, ama bizim için yetersiz. Milyon dolarları götürenler, bu serveti nereden ve nasıl kazandılar? Bunların önemli kısmı için maalesef iyi şeyler söyleyemeyiz. Ülke fakirleşirken kendileri zenginleşti. “Şartlara uyduk” diyebilirler. Peki neden sadece siz?

Memleketi yönetenlere sorarsanız “biz, piyasa ekonomisi uyguluyoruz”diyeceklerdir. Piyasa ekonomisinde hukuk, meşru rekabet, açıklık, yatırım, üretim, ihracat ve denetlenme esastır. Eğer bu esaslar yerini dikta rejimlerinde görülen, israfa, gösterişe, vurguna, soyguna, yandaşa, ranta, borçlanmaya, gizliliğe, aldatmaya ve propaganda ile algı yaratmaya terk ederse, başka bir sonuç beklenebilir mi? Kaçınılmaz bu sonuç ekonomiyle beraber, ahlakı da götürür. Ahlak dumura uğrarsa artık; adalet, eğitim, demokrasi, güvenlik, sağlık, huzur gibi kavramlar ve ortamlar anlamını yitirir. Kötü, iyiyi kovar.

Peki, kara gün kararıp gidecek mi? Elbette hayır. Yanlışın da sonu vardır. Öyle anlaşılıyor ki, Türk Milleti gerçekleri görmeye başladı. Gelişmeler bunu gösteriyor. Mülkün sahibi uyanınca, “papaz her gün pilav yemez” misali, bu senaryonun sonu elbette gelecektir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasadaki kimliğine şuurla sahip çıkacak. Milli ve üniter yapısına dönerek hiçbir ayırım gözetmeden bir ve bütün olarak Türk Milleti yoluna devam edecektir.

Sütten ağzı yanan

Erdoğan, “İçinde bulunduğumuz hassas dönemde, siyasetçilerin sorumluluk duygusuyla hareket etmesi önem arz ediyor. İnşallah böyle bir döneme girdiğimize inanıyorum… Dönem kızgın demiri soğutma, kucaklaşma, birlik ve beraberliğimizi yeniden perçinleme dönemidir… Şunu unutmayın; insanoğlu hem cahildir, hem zalimdir ve bir yere kadar menfaatleriyle beraber hep yürür” şeklinde filozofça konuştu. Alışmadığımız bir üslupla karşılaşınca doğrusu, hem hoşumuza gitti, hem de şaşırdık. İstanbul Belediye seçimleriyle ilgili gerginliğin doruğa çıktığı bir sıraya rastlaması da oldukça düşündürücü.

Erdoğan’ın bu sözlerini nasıl anlamalıyız? Acaba, “seçimlerde çok gerildik, çok koştuk. Millet ittifakına ‘illet ittifakı’ dedik, rakiplerimize Allah ne verdiyse yağdırdık. Bu defa durum değişmiş olacak ki, sonuç alamadık. Ankara ve İstanbul gibi önemli ve büyük şehirleri kaybettik. İstanbul Seçimlerini yenilemek için her yola başvurduk. Bunun için YSK’ya, ‘organize tertip’ var dedik, belgeleriyle başvurduk.  Ama tartışmalarda gördük ki gerekçelerimiz ciddiye alınmadı. İçeride, dışarıda başımız sıkışık. Bu ay ödenecek milyarlarca dolar borç var. En iyisi seçim sonucunu kabul edelim mi?” demek istedi. Yoksa, “YSK bu işi halledecek, ben de ortamı yumuşatayım. Yenileme kararı çıkınca, muhalefetin tepkisini şimdiden kontrol altına alayım” diye mi düşündü?

 

You have no rights to post comments

Köşe Yazarları


Annemin Ardından...
Cuma, 25 Ağustos 2023
...
TÜRK BAYRAMI: NEVRUZ
Salı, 29 Mart 2022
...

An itibariyle ziyaretci sayısı:

133 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi