AĞUSTOS ZAFERLERİNDEKİ RUH, TÜRK RUHU’DUR!

 

AĞUSTOS ZAFERLERİNDEKİ RUH, TÜRK RUHU’DUR!

 

Hakan PAKSOY

 

Ağustos ayı Türk Milletinin çok büyük zaferler yaşadığı bir aydır. Bir ağustosu daha geride bıraktık. Zaferlerin yıl dönümleri kutlandı. Bu gibi günler milletlerin kendine olan güvenlerinin tazelendiği, yenilendiği dönemlerdir. İhtiyaç vardır. Hem özgüveni sağlar hem de birlik ve beraberliği güçlendirir. Türk tarihi de ağustos ayında önemli kavşakların dönüldüğü günleri içinde barındırır. Malazgirt, Büyük Taarruz ve Başkomutanlık (Dumlupınar) Meydan Muharebeleri bunlardan birkaçıdır. Ama Malazgirt ve Başkomutanlık yıldızın parladığı tarihî anlardandır.

Malazgirt’te tarihe damga vuran ordu Türk Ordusudur. Sultan Alparslan kimliğini“Biz Türkler halis Müslümanlarız. Bid’at nedir bilmeyiz. Bu yüzden Allah bizi aziz kıldı.diye tarif eder. Doğu Roma (Bizans) ordusundaki Peçenek ve Uz Türkleri, savaştıkları ordunun Türk olduğunu haykırdıkları savaş naralarından ve savaş davullarından onlarında Türk olduğunu anlarlar. Yani dillerinin dillerine, savaş alışkanlıklarının kendilerininkine benzediğini görmüşlerdir. Dinlerini bilmezler ama kendileri Hristiyan’dırlar. Kardeşleriyle savaşmazlar. Derhal karşıya geçip, biraz evvel birlikte kavga ettiklerine kılıç sallamaya başlarlar. Bu onların Türklükleri ile ilgilidir. Tarih bu olayın savaş devam ederken geliştiğini yazmaktadır.

Yani, onlar “Tek millet” değil Türk Milletidir. O günkü gibi bugün de millet Türk Milletidir, devlet Türk Devletidir, vatan Türk Vatanıdır, bayrak Türk Bayrağıdır.

Ancak Cumhurbaşkanı, Malazgirt Ovasında, zaferin yıl dönümünde yine, “tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak” vurgusu yapmıştır. Rabiamızdiyerek kalabalığa tekrar ettirmiştir. Bu Sultan Alparslan’ın yolundan gidilmediğini de ilan etmektir.

Bu konuşmanın en düşündürücü yanı ise, orada bu sözleri dinleyip de itiraz etmeyenler için artık Türk adından vazgeçildiğini zımnen kabul etmek anlamına gelmiş olmasıdır. Tarih bu tavrı kaydetmektedir.

Başkomutanlık… Yeni Türkiye’nin doğuşu

Dumlupınar’da, 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgali ile başlayan kara günlerin sonuna yaklaşılır.

Kendisi de İzmirli olan, işgal ve kurtuluşu babaannesinden dinleyen Prof. Dr. İskender Öksüz, o günleri, Niçin kitabında şöyle anlatır;

“Kadınlar, 9 Eylül sabahı karşı tepelerden ‘karınca gibi’ askerin geldiğini gördüler. Babaannem ağlamaya başlamış. ‘Geliyorlar, bizi de kesecekler’ Hâlbuki gelen, Yüzbaşı Tatar Şerafettin Bey komutasındaki o süvarilerdir. Süvari kolordusunun komutanı İşkodralı Fahrettin Paşa’nın, Başkomutan Selanikli Mustafa Kemal Paşa’nın süvarileri…

26 Ağustos’tan 9 Eylül’e kadar düşmanın sırtındaydı… İzmir’i katliamdan kurtaran işte bu süvarilerdir.

Kadınlar süvarilere kovalarla su taşımışlardı, atları içsin diye. Fakat onlar öyle susuzdu (ki), … ikram edenlerin şaşkın bakışları altında kovaları kendi başlarına dikmişlerdi.”

Yunan Dumlupınar’dan İzmir’e kadar geçtiği yerlerde, yenilginin acısını halktan çıkarmaktadır. Yakarak ve öldürerek kaçmaktadır. Bunu gören süvari daha da hızlanmakta, piyade adeta koşarak arkadan gelmektedir. Onun içindir ki piyade birkaç saat arayla İzmir’e ulaşır.

İşte bu süvari ve piyadeler, erat ve komutanlarıyla Türk Ordusudur.

Malazgirt’te Türk gençlerine “Gençler, unutmayın, Gazi Mustafa Kemal’in o Çanakkale ruhunu yaşatmakta kararlı mıyız?” sorusunun doğrusu, İzmir’e attan hızlı koşturan Türk Ruhu’nuyaşatmak olmalıdır.

Misak-ı Millî ve bugün

Misak-ı Millî, bütün dünyaya devletine sahip çıkmanın ilanıdır. Somut sınırları değil Türklerin yaşadığı coğrafyayı tarif eder. Bugünkü güney sınırlarımız ile ilgili devamlı önümüze çıkmaktadır. Evet, oralar Misak-ı Millî içindedir ama oraların Türk beldesi olduğu bir tek defa bile niçin vurgulanmaz?

Eylül 2007’de bir ağabeyime yazdığım mektuptan bir bölüm;

“Ben bu çalışmalarla 1923’de kurulmuş olan Cumhuriyetin ilga edilme çalışmalarının son hamlesi olarak görüyorum. Burada, içimi sızlatan Atatürk’ün kurduğu cumhuriyet veya laik cumhuriyet elden gidiyor endişeleri değil. Devletimizin milli yapısının bozulacağı, tek milletli bir devletten çok milletli bir yapıya geçileceği dolayısıyla çok kültürlü daha ilerde de çok hukukluluk ve ardından uğruna insanların çok kıyıcı savaşlar sonunda büyük bedeller ödediği bu toprakların elden çıkabileceği veya en azından bugünkü sınırların küçülerek değişeceği endişeleridir.

Bu endişelerin komplo teorisi veya vehim olduğu iddia edilecek ve ardından da ‘atalarınız-Osmanlı- bu toprakları ne güzel idare etti, siz de başarabilirsiniz, hani hep istiyordunuz ya, Misak-ı Millî deyip duruyordunuz işte size fırsat, bakın Irak’ta dağılmak üzere ABD’de oradan çıkacak onları himayenize alıp petrolü de kontrol edersiniz, daha ne istiyorsunuz?’ denilecektir. İdarecilerimiz de bu projeye çok ciddi destek vermektedirler. Maalesef Türk milliyetçiliğine hizmet etmiş dev isimler de bu süreçte kısmen veya tamamen, bir program dâhilinde veya iyi niyetle yer almakta, sürecin ve yapılmak istenenlerin en önemli muhaliflerinden olması gereken Ülkücülerin (Türk milliyetçilerinin) seslerinin kontrol altına alınması da böylece halledilmiş olmaktadır.”

Buradaki Irak’a bugün Suriye’yi eklemek gerekir. Gidişatı anlamak için de tarih şuuru içinde değerlendirmek şarttır. Bütün tarafsız kaynaklar ve belgeler İstiklâl Harbini ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunu Türk Milliyetçilerinin gerçekleştirdiğini yazar. Bugün ise Türk Milliyetçilerinin bir kısmının yardımıyla bir bilinmezliğe doğru gidilmektedir.

 

You have no rights to post comments

Köşe Yazarları


Annemin Ardından...
Cuma, 25 Ağustos 2023
...
TÜRK BAYRAMI: NEVRUZ
Salı, 29 Mart 2022
...

An itibariyle ziyaretci sayısı:

52 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi