Ebediyete İntikalinin 22. Yıl Dönümünde Başbuğ Alparslan Türkeş’i Rahmetle Anarak Bazı Hatıralar – 5

Ebediyete İntikalinin 22. Yıl Dönümünde Başbuğ Alparslan Türkeş’i Rahmetle Anarak Bazı Hatıralar -5

Bir kısım arkadaşlarımız da 3. bir grup olarak ANAP, DYP veya MDP gibi kitle partilerinde siyaset yapmanın daha doğru olacağını savunuyorlardı.

Bizim gibi birçok arkadaşımız 12 Eylül cellatlarının ellerinden yakamızı kurtarıp hürriyetimize kavuştuktan sonra kendimizde bütün dünya ile dövüşecek gücü görüyorduk. Ama dışarıda gördüğümüz dağınıklık, fitne, enaniyet, mevki, makam, servet hırsı bizlerde büyük bir hayal kırıklığına yol açmıştı. Bir yandan da hayat gailesi ve geçinme derdi ayakta kalabilme mücadelesi bizi bekliyordu. Artık babalarımızdan aldığımız harçlıklarla ülkücülük yapıp hayatımızı idame ettiremezdik. Kendi çabalarımızla geçimimizi sağlamalıydık.

Öbür yandan geride bıraktığımız arkadaşlarımızın ihtiyaçları ve çaresizliklerine cevap verememe belimizi büküyordu. Şahsen birtakım gayretlerle cezaevindeki arkadaşlarımız için eşten dosttan bir miktar para topladım. 5-6 bin lirasını Avukat Şerafettin Yılmaz Bey’e teslim ettim. Bir miktarını merhum Emk. Hâkim Alb. Avukat Kaya Alp Kartal ağabeye ve merhum Av. Sırrı Erkuş beye verdim. Bir kısmını daha sonra MHP’den milletvekili ve TBMM Başkanlığı yapan Ömer İzgi beye verdim.

Mamak’taki Askeri Mahkeme’de Bursa Ülkücü Kuruluşlar davasından 9 arkadaşımıza idam cezası verilmişti. Ömer İzgi Bey bana “10 bin lira getir, bu idamları bozdurayım.” dedi. Biz 10 bin lirayı bulamadığımız için bu idamlar daha sonra MHP Genel Sekreterliği’ne getirilen Emk. Hâkim Tümgeneral Nursafa Pandar’ın Askeri Yargıtay Başkanlığı döneminde onandı, aynı şekilde birçok arkadaşımızın idam ve ağır hapis cezaları da tasdik edildi.

12 Nisan 1991 tarihinde TBMM’ce çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu’nun 4. Maddesi uyarınca şartlı salıverilme yoluyla arkadaşlarımız idam cezasından kurtuldular ve cezaevlerindeki ülküdaşlarımızın büyük bir kısmı yattıkları süre göz önüne alınarak tahliye edildi. Bu kanunun çıkmasında özellikle TBMM Adalet Komisyonu Başkanı ANAP Kırıkkale Milletvekili merhum Alpaslan Pehlivanlı, komisyon üyesi ANAP Kırşehir Milletvekili merhum Mehmet Nedim Budak ve yine komisyon üyesi ANAP Kastamonu Milletvekili Murat Başesgioğlu’nun olağanüstü gayretlerini burada hatırlamayı ve hatırlatmayı bir insani vazife telakki ediyorum.

12 Eylül cunta yönetimince 16 Eylül 1981 tarihinde çıkarılan 2533 sayılı kanunla siyasi partiler kapatılarak siyasi faaliyetlerine son verilmişti.  19 Haziran 1992 tarihinde 3821 sayılı kanun çıkarılarak önceki hüküm yürürlükten kaldırılıp kapatılan siyasi partilerin yeniden faaliyetine izin verildi. Buna göre bu partilerin son genel idare kurulu üyeleri toplanacak, 6 ay içerisinde partilerin kapatılmadan önceki kurultay delegelerinin hayatta olanlarının iştirakiyle bu partilerin kapatılmasına veya aynı isimle faaliyetine devam etmesine karar verilecekti.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin son genel idare kurulu üyelerinin önemli bir kısmı, MHP ve Ülkücü Kuruluşlar eğitimcileri ve 12 Eylül öncesi Ülkücü teşkilatlarda görev almış bir kısım arkadaşımız şöyle bir değerlendirme bulunuyorduk; 12 Eylül cunta yönetimi hareketimizi darmadağın etti.

Önce Muhafazakâr Parti, daha sonra Milliyetçi Çalışma Partisi biraz ölü doğdu, Türkeş Bey’in siyasi yasaklarının kalkmasından sonra MÇP’nin genel başkanlığına gelmiş olmasına rağmen parti bütün bir ülkücü camiayı kucaklayıp toparlayamadı. Bir kısım arkadaşlarımız zamanında Türkeş Bey’den izin aldıklarını ifade ederek ANAP’ta siyasete girdiler. Bir kısmı MDP’de siyasete girdi. Bir kısmı Doğru Yol Partisi’nde siyasete girdi.

Bu dağınıklığın bizce çaresi; tarihi MHP’nin yeniden açılarak bu çatı altında bütün ülkücülerin toplanabileceği ümidi taşıyorduk. Bunun için de Ankara’da bir karargâh oluşturuldu. Başta sayın Sadi Somuncuoğlu, merhum Nevzat Kösoğlu gibi bilinen simaların yanı sıra çok sayıda ülkücü kanaat önderi Anadolu’nun muhtelif illerinde toplantılar yaptı.

Bir kısım iddiaların aksine bu insanların hiçbirisinin Türkeş Bey’in karşısına genel başkan adayı olarak çıkmak gibi bir niyetleri yoktu. Fakat nedense Türkeş Bey eski siyaset arkadaşlarının bir kısmıyla yola devam etmek istemiyordu.

 Ankara’da Söğütözü semtindeki bugünkü TOBB Üniversitesi’nin binalarının bulunduğu Yükseliş Koleji salonunda MHP’nin 12 Eylül’den önceki son büyük kurultay delegelerinin iştirakiyle kongreye gidildi.

Tertip heyeti büyük ölçüde tedbirler almış olmasına rağmen kurultaydan bir gün önce dönemin Başbakanı Süleyman Demirel Ankara Valisi’ni ve Ankara Emniyet Müdürü’nü huzura çağırarak “Türkeş Bey ne diyorsa öyle olacak!” talimatını vermişti. Zaten Türkeş Bey’in dev afişlerle “Bütün evlatlarımı Ankara’ya bekliyorum” çağrısı üzerine Türkiye’nin dört bir tarafından on binlerce insan kurultayın yapılacağı binanın çevresini adeta kuşatmıştı.

 Bu operasyonu salon dışında da Dr. Devlet Bahçeli ve Şefkat Çetin yürütüyordu. Hareketin geçmişteki mücadelesinden habersiz bazı kişiler birtakım tahriklere kapılarak mütecaviz bir tutum sergiliyorlardı.

 Nitekim 12 Eylül öncesi Gaziantep’te büyük mücadele vermiş ve daha sonra 1977 seçimlerinde MHP’den Gaziantep milletvekili olarak meclise girip bilahare Sağlık Bakanı olarak müstesna hizmetler vermiş Av. Cengiz Gökçek ağabeyin- kendisi kelle koltukta ülkücü mücadeleye başladığında analarının rahmine bile düşmemiş bir takım kendini bilmezler tarafından- tartaklandığını üzülerek öğrendik. Yine toplantıya katılmak için Rize’den gelen bir misafiri de Yaşar Okuyan’a benzeterek tartaklamışlar. Kitle psikolojisi böyledir. Birkaç kötü niyetli kifayetsiz muhterisin tahriki kitleyi bir anda öfke seline döndürüverir.

Kurultay başladıktan kısa süre sonra kapılar açılarak delege olmayan binlerce insan salonu işgal ettiler. Her delegenin yanı başında 8-10 kişi alıcı kuş gibi bekleyerek kurultayın Türkeş Bey’in isteği doğrultusunda karar almasını sağladılar. Kurultay Başkanlığına seçilen Elazığ Belediye eski Başkanı Behçet Susmaz soyadının tam tersine bu olup bitenler karşısında hiçbir müdahalede bulunmayıp susmakla yetindi.

Bir kere daha görülüyordu ki içe dönük mücadelenin dini imanı yoktur. Kurultaya nezaret eden hakim adeta korkudan sinmiş vaziyette seyirci kalmaktan öte bir şey yapamadı. Mamak Mahkemelerinin unutulmaz kahramanı Merhum Nevzat Kösoğlu burada da yapılan haksız ve ülkücülüğe yakışmayan tutumlara adeta isyan ederek yerinden kalktı. Türkeş Bey’e dönerek: “Bizler bu muameleye müstehak değiliz. Biz buraya böyle gelmemeliydik.” diye kükredi. Türkeş Bey Nevzat Kösoğlu’nun yüksek medeni cesaretine ve imanının öfkesine Mamak duruşmalarından da şahit olduğu için sadece: “Nevzat Bey biraz sakin olunuz.” diyerek onu yatıştırmaya çalıştı.

Sonuçta tabii ki Türkeş’in karizması galip gelmişti.

Bizim 12 Eylül öncesi bütün kutsallarımızı yüklediğimiz ve bir iman hareketi olarak gördüğümüz tarihi MHP, Türkeş Bey’in isteği üzerine delegelerin oylarıyla kapatıldı. Daha sonra Milliyetçi Çalışma Partisi 24 Ocak 1993 tarihinde kurultay yaparak ismini MHP ve amblemini de 3 Hilal olarak değiştirdi.

Demem odur ki; bugünkü MHP hukuken eski tarihi MHP değildir.  Bu satırların yazarı halen MHP’nin kayıtlı bir üyesidir ve dünkü MHP’nin bütün ideallerine bağlıdır ama bu hakikatin bilinmesinde de bir mahzur görmüyorum.  İktidara gelmemek kaydıyla sürdürdüğü mevcut siyaset çizgisi, Genel Başkanı’nın siyasi üslubu, siyasi ittifakları ve hedefleri itibariyle bu MHP o MHP mi? Bunu da okuyucunun takdirine bırakıyorum.

Bizler 12 Eylül’den sonra ciddi bir durum muhakemesi yapılıp nerelerde hata yaptık? tespitinden sonra siyasi mücadelemizi Türk milliyetçiliği fikir ve hedefleri doğrultusunda sürdürmek taraftarıydık. Zaman değişmiş, şartlar değişmiş, telakkiler ve değer ölçüleri değişmişti.

Türkiye Cumhuriyeti devleti için birinci tehdit olan beynelmilel komünizmin merkezi durumundaki Sovyetler Birliği dağılmış, tabiri caizse Marksist-Leninistler ’in Kâbe’si yıkılmıştı. Sovyetler Birliği’nin hegemonyası altındaki Türk Cumhuriyetleri kendi iç dinamikleri ile olmasa da şeklen de olsa bağımsızlıklarını kazanmışlar, nüfusu 150 milyona yaklaşan bir Türk Dünyası gerçeği doğmuştu. Uzun yıllar kafalarımızda gönüllerimizde zihinlerimizde Türk Dünyası’nın bağımsızlığı fikrini canlı tutsak da bu konuda da ileriye dönük çok fazla hazırlığımızın olmadığı ortaya çıkmıştı.

Bu arada MÇP, MHP ismini almadan önce merhum Muhsin Yazıcıoğlu ve bir grup arkadaşımızın MÇP’den ayrılmak zorunda bırakılmaları hepimiz için ayrı bir üzüntü kaynağı olmuştu. Şu anda kabahat şundaydı bundaydı yerine sadece “keşke olmasaydı” demek durumundayız. Zira hem Türkeş Bey hem de Muhsin Yazıcıoğlu ahiret yurduna göçmüşlerdir.

1990’lı yıllarda her fani gibi Türkeş Bey de yaşlanıyor, zihnen ve fiziken yorgun düşüyordu. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, hakkını teslim etmek gerekirse o yaşta bile siyasi çalışmalarını ve bu maksatla yorucu seyahatlerden geri kalmıyordu. Uzun yıllar olağanüstü gayretlerle Türk Milliyetçiliği hareketini bir siyasi aksiyon haline getirerek bugün bile Türk siyasetinin en önemli damarlarından birinin oluşmasını sağlayan lidere derin saygı ve büyük mücadelesine hürmetin gereği kimse yüzüne söylemese de artık bir değişimin zaruretini herkes düşünüyordu. İşin normali Merhum Türkeş Bey’in bu değişimi sağlığında gerçekleştirerek MHP’nin daha sağlıklı ve iktidar adayı bir siyasi partiye dönüşmesini sağlamasıydı.

   1995 genel seçimlerinde milletvekili aday listelerindeki yanlışlıklar ileri yaşlardaki bir DGM savcısının 28 Şubat ağzıyla söylemleri MHP’nin baraj altında kalması neticesini doğurmuştu. Ama merhum Türkeş Bey, yerini bir başkasına bırakmayı düşünmüyordu. Türkiye’deki siyasi liderlerin bu ruh halini ileride kısaca değerlendireceğiz. 

Bizim gibi birçok arkadaşımız da “kamu haklarından men” kararından dolayı uzun süre aktif siyasetin içerisinde yer alamadı. Benim haklarım 1997 Nisan ayı başında iade edildi. Aynı günlerde de Türkeş Bey vefat etti. Bu arada zaman zaman ziyaretinde bulunsak da yukarıda kısaca ifade ettiğim birtakım değerlendirmeler sebebiyle 90’lı yıllarda çok da yakın olduğumuz söylenemez.

Yeri gelmişken yine bir hatıramı nakledeyim. 1988 veya 1989 yılı Türk Ocağı Ankara Şubesi Yönetim Kurulu üyesiyim. Şube Başkanımız Doç. Dr. Orhan Kavuncu, Bizim Ocak (Ülkü Ocakları o tarihte bu isimle faaliyet gösteriyordu.) teşkilatından bir grup arkadaşın Türk Ocağı Ankara Şubesi’ni ziyarete geldiklerini bizi de ocağa davet ettiklerini söyledi. Belirtilen günde Sakarya Caddesinde Ziraat Mühendisleri Birliği binasının biraz ilerisindeki Bizim Ocak teşkilatına gittik. Bizi karşılayan arkadaşlar “Başbuğ yukarı salonda gençlere seminer veriyor.” dediler. Biraz sonra indi, selamlaştık. Orhan Hoca’nın bazen patavatsızlığı tutar Türkeş Bey’e dönüp: “Maşallah Efendim. Bu yaşta hâlâ gençlere seminer veriyorsunuz” dedi. Türkeş Bey de Orhan Kavuncu’ya hitaben: “Ne yapalım? Ağabeyleri gençlerimizi terk ettiler. Biz de ortaokul çağından bile olsa yeniden başladık.” dedi. Biraz sonra ayrıldık. Aşağıda Orhan Hoca’ya: “Hoca çok fena bir gol yedin aldın mı cevabını.” diye takıldım.

  Türkeş Bey’in vefatından ve Sayın Dr. Devlet Bahçeli’nin 1997 Kasım ayındaki Olağan Kurultay’da yeniden Genel Başkan seçilmesinden sonra MHP Genel Merkezi’ne kaydımızı yaptırarak yerimizi aldık. Türkeş Bey’in vefatından sonraki kurultay süreci ve sonraki gelişmeleri inşallah bir sonraki yazıda anlatmaya çalışacağız.  

You have no rights to post comments

Köşe Yazarları


Annemin Ardından...
Cuma, 25 Ağustos 2023
...
TÜRK BAYRAMI: NEVRUZ
Salı, 29 Mart 2022
...

An itibariyle ziyaretci sayısı:

73 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi