GÜNÜMÜZE YOL TAŞLARI DÖŞENİRKEN

GÜNÜMÜZE YOL TAŞLARI DÖŞENİRKEN

Necdet ÖZKAYA

29.08.2010-Dörtyol

30 Ağustos arifesi. Yarın sabaha karşı Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle Türk Ordusu taarruza başladı. Karşısında çok iyi tahkim edilmiş Yunan siperleri, İngiltere, Fransa gibi büyük devletlerin güç verdiği, desteklediği Yunan Ordusu. 

Sökülmez denilen siperler söküldü, dağılmaz denilen Yunan birlikleri dağıtıldı. Türk Ordusu 9 Eylül sabahı Başkomutanın emirleri doğrultusunda İzmir ‘e girdi.

88 yıl önce İstiklal Savaşı’nı bugün kazanan ordu, Türkiye Cumhuriyeti’nin de teminatı olarak tarih sayfalarına geçti.

İki gün önce Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ görevini yapılan bir törenle Genelkurmay Başkanlığına atanan Kara Kuvvetleri Komutanı Işık Koşaner’e devretti. Tören konuşmasında Başbuğ,

“Bölücü terör örgütünün ağır darbe aldığı 1999 sonrasındaki süreç, belki daha iyi değerlendirilebilseydi o günkü şartlarda daha sağlıklı bazı tedbirler alınabilirdi” dedi. Başbuğ, gazetecilerle yaptığı sohbette ise şunları söyledi.

“Bölge halkının hiçbir zaman terörü ve terör örgütünü desteklediği kanaatinde değilim.”

Orgeneral Başbuğ’un konuşmalarını milliyet’te okurken Ümit Özdağ’ı hatırladım. Yazdığı kitabın adı bile başbuğ’a hak verecek cinsten: Türk Ordusu PKK’yı Yendi. Türk Milleti PKK’ya Yenildi.

Son bir haftadır, KPSS’de soruların çalındığını, kopya çekildiği iddiaları kamuoyunun gündemindeki önemli konulardan biri. Konunun en önemli takipçisi ve iddiacısı Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk. İki üç gün önce televizyonların birinde yaptığı konuşmasını baştan sona dinledim. Sonra telefon ederek kendisini kutladım. Bugün basında İsmail Koncuk’un konuyla ilgili dün yaptığı basın açıklaması büyük yer almış.

Koncuk, soruların çalındığını elinde e-posta yolu ile gönderilen belgeyle ispatlandığını söylemiş. Belgeler ve iddialar karşısında gerekeni savcılık, YÖK ve denetleme kurulu yapmalı diyen Sendika Başkanı “Kimlerin ve hangi kurumların soruları çalıp binlerce kişiye gönderdiklerini biz biliyoruz. Ama şimdiden açıklamak doğru değildir” dedi.  

 

01.09.2010-Dörtyol

 

Ramazanın 18. Günü. Ama oruç tutamayınca doğrusu ramazanın ne açlığının ne tokluğunun zevkine varamadım. Hem iftarın hem sahurun heyecanını yaşayamadım. Başkalarının tuttuğu oruç, ibadetimizin şiddetini, hararetini yükseltmiyor. Acı ama gerçek, Hastalığın ibadet açısından büyük bir mazeret olduğunun bilincindeyim. Ama gene de bana acı ve utanç veriyor. Her gün yerine “kefaret”ini ödüyorum. Orucun yerine para ödemek orucu tutmak kadar bana huzur vermiyor.  

30 Ağustos dolayısıyla bir iki günlük tatilden istifade ederek, önce Gülçin sonra Enginle Elçin ve Niyazi geldiler. Çocuklar annelerine, babalarına kavuşunca biraz olsun rahatladılar. Engin’in arabası ile Niyazi ve Gülçin’de Ankara’ya döndüler. Elçin, İrem, Koray ve Levent ’de Cuma akşamı nasip olursa otobüsle Ankara’ya gidecekler. Böylece yaz ve tatil sezonu çocuklar için kapanmış olacak.

Geçtiğimiz pazar Çiğdem ve oğlu Yusuf öğleden sonra bize geldiler. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar birlikte oturduk, sohbet ettik. Hasret giderdik. 

Türkiye’de skandal niteliğinde ki olaylar bitmiyor. Birinin bittiğini zannederken, yenisi birdenbire ortaya çıkıyor. Üç beş günden beri medyanın önemli haberler arasında KPSS skandalı yer alıyor. Milliyet’in manşetten verdiği habere göre; KPSS ile ilgili skandalı soruşturan savcının talimatı ile ÖSYM ’yi bilişim uzmanlarından oluşan bir polis ekibi basarak sınav komisyonlarının odalarındaki bilgisayarlara el koydu.

 

01.09.2010

 

Kadir gecesinde teravih namazını kılmak için Tayfun Karakurum ve Hüseyin Polat’la Dörtyol’da ki Karadenizli bir vatandaşın gayretiyle yaptırılan camiye gittik. Hasta olmam dolayısıyla oruç tutamadığım gibi, teravih namazlarına da gidemedim. Bu noksanlıklar ruhumda derin üzüntülere yol açtı. Gerçi vakit namazlarımı hiç aksatmadım. Cuma namazlarına da gitmemezlik yapmadım.

Havanın çok sıcak olmasına rağmen kadir gecesinde camiye gittiğim için çok memnun oldum. Cemaatle namaz kılmak, onlarla birlikte tekbir almak, salâvat getirmek ben de tarifi zor olan güzelliklere yol açtı.

Bin aydan daha hayırlı olan kadir gecesinin büyük bir bölümünü namaz kılarak, tövbe ederek, dua yaparak geçirmeye çalıştım.

“Allahım sen affedicisin, affı çok seversin, beni de affet.”

 

Gerçi pazartesi sabahı ciddi manada rahatsızlandım. Tansiyonum yükseldi. Midem yanmaya başladı. İshal oldum, kustum. Bereket ki çok uzun sürmedi. Akşama doğru kendimi toparladım. Ama iştiham kesildi. Akşam yemeğine Hüseyin Polat’ın misafiri olmamıza rağmen, ancak bir tabak çorba, bir iki bardak çay içebildim.

 

7 Eylül 2010- Dörtyol

 

“Dostlarla da yollarınız ayrıldı bir bir.”

Milliyet’in bu günkü nüshasında Ramiz Ongun’un fotoğrafının yanın başında yazılan haberi okuyunca “yollarım nasıl bir bir ayrıldığını” bir daha anladım. Halkoylamasında MHP Kurucular Kurulunun bazı üyeleriyle birlikte “Evet” oyu vereceğini açıklıyor.

Daha nice nice dostlarla da siyasi görüşlerimizin ayrıldığını acı acı görüyorum.

Sayın Sadi Somuncuoğlu, Yeniçağ Gazetesindeki yazısında “evet” veya “hayır” etnik terörle ilgisi. Yazısında değiştirilmesi istenilen anayasa paketinin halkoylaması sonucu evet çıktığı takdirde milletimizin başına gelecek kötülükleri tek tek sıralamış ve konunun tahlilini de yaparak, son cümlesinde, “Yüce Kitabımız ne diyor? Uyuyan fitneyi uyandırmayın.”

Arslan Bulut’un, bu günkü yazısının son paragrafında ise çok dehşetli ve insanı ürküten bir tespiti var. “…yasama, yürüme ve yargıdan ibaret olan egemenlik hakları tek bir kirişinin elinde toplanacak. Tam bir diktatörlüğe gidiyoruz.” 

Çocuklar, torunlarımız Elçin’le Ankara’ya döndüler. Biz şimdi Dörtyol’da eşimle birlikteyiz. Evde ses yok, kavga yok, çekişme yok. Bağırtı gürültü yok. Rahmetli babamın tabiri ile ev, suları kesilmiş değirmene döndü. Bu kadar sessizlik alışkanlığımıza, evimizin gelenekselleşmiş hayatına aykırı. 

Kısmet olursa bayramın birinci günü uçakla Ankara ‘ya gideceğiz. Oyumuzu kullandıktan sonra Dörtyol’a pazartesi günü döneceğiz.

 

08.09.2010- Dörtyol

 

Bugün arefe, yarın bayram. Sıcak, uzun günler. Ağustos eylül ramazanın son günü. Dün gece kılınan son teravih namazı. Yarın sabah bayram namazı kılınacak. Nasip olursa bayram namazını kılmak istiyorum. Cemaatin ve caminin manevi havasını teneffüs etmenin özlemi içersindeyim. Bu yıl ramazanın bütünüyle havasının yaşayamadım. Hastalığım oruç tutmama engel oldu. Üzüldüm, hayıflandım, ama elden ne gelir?

***

 

Özcan Yeniçeri, referandum hangi kapıyı açacak? Diye soruyor. Konunun arka planında ABD nin hazırladığı Büyük Ortadoğu Projesinin olduğu belirtiyor. Projenin eş başkanı Başbakan Erdoğan, önce Buşh, sonra Obama’nın Ortadoğu Politikalarının gerçekleşmesi için büyük bir heyecanla yardımcı oluyor.

Kürt açılımına kapı aralanıyor.

PKK nın demokratik özerklik taleplerine kapı açılıyor.(Yeniçağ 08.09.2010)

Ahmet Bican Ercilasun, “Ülkücüler bu söyleme mi evet diyecekler?” (Yeniçağ 08.09.2010)

AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan 03 Eylül 2010 tarihinde Diyarbakır’da yaptığı referandum konuşmasında aynen şöyle söyledi:

Yazıdan bazı alıntılar yapacaktım. Yazının bütününü kesip, defterime yapıştırmanın daha uygun olacağını düşündüm.

 

Bahçeli’nin televizyon konuşmalarının çok beğendim. Düşüncesini sorduğum arkadaşlarımın da benimle hemfikir olduklarını gördüm. Konuşmasının sonlarına doğru Erdoğan’ın “gizli gündeminin”, “gizli niyetinin”, şifrelerini çözen Bahçeli, şu çarpıcı cümleyi söylemekten kaçınmadı:

“….bölmek isteyenlere karşı, böldürmemek mücadelesini başlatmak bize düşer.” (Yeniçağ 08.09.2010)

 

14.09.2010-Dörtyol

 

 Ahmet Ercılasun’un yazısını kesip defterime yapıştırmak istediğimi yazmıştım. Gece kesip yapıştırmak niyetindeydim. Ama saat 17.00’de hastalandım. Öğleden sonra uyumuştum. Saat 17.00’ye doğru sağ kulağımın çınlamasıyla uyandım. Şiddetli bir çınlama. Başım dönüyordu, tansiyonum yükselmişti. Kusuyordum. Elimizdeki imkânlarla evde çaresini bulamadığımız için eşim, 112’ye telefon etti. Az sonra cankurtaran geldi. Cankurtaranın siteye girmesini gören komşuların cümlesi bizim bahçe yığıldı. Beni onların arasından geçirip ambulansa bildirdiler. Herhalde saat 18.30’du. Hastanenin acil servisine yatırlılar. Bir müddet sonra müşahede odasına geçirdiler. Adalet’te benimle hastaneye gelmişti. Bizi takiben Mualla ile Tayfun Bey’de kendi akrabaları ile hastaneye yetiştiler. Yazlık komşumuz İsmail Çetin’de hastalandığımızı öğrenince o da hastaneye geldi. İsmail ’in bu duyarlılığı çok hoşuma gitti. Nasıl memnun oldum bir bilseniz?

Arefe günü sabahı bayramı geçirmek için Ankara’ya gidecektik. Aksilikler hep böyle hassas günlerde zuhur ediyor.

Gecenin saat onunda hastaneden çıktım. Çok yorgun ve bitkin bir vaziyetteydim. Uyuyunca kendimi toparlayabilmiştim. Hem sabah namazını kıldım. Hem bayram namazına gittim.

Bayram namazından sonra site komşularımız hem bayramlaşmaya geldiler, hem geçmiş olsun ziyaretinde bulundular. Saat 12’ye doğru Adana ‘ya hareket ettik. Oğuz’lara indik. Hayati, Eşi Fatoş’u, kız kardeşim Müzeyyen’i de oraya çağırdık. Karnımızı doyurdular. Çay içtik, sohbet ettik. Arabamızı onların otoparkına bıraktık. Oğuz’un oğlu Ahmet bizi havaalanı bıraktı. Emekli olduktan sonra uçakta yaptığımız yolculuklardan “Vip”i hiç kullanmamıştım. Bu sefer Ankara ‘ya giderken “Vip”ten geçtik. Ömer Balıbey tanıdığı Hacı isimli bir arkadaşına telefon etmiş yardımcı olmasını söylemişti. O arkadaş bize çok kolaylıklar sağladı. Ankara havaalanında Elçin’le Engin bizi karşıladı.

Ahmet Ercilasun’un yazısını ancak bugün kesebildim:

<< AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan 03 Eylül 2010 tarihinde Diyarbakır’da yaptığı referandum konuşmasında aynen şöyle söyledi:

“Ape Musa’nın yani Musa Anter’in acısını bizler unutamayız. Orhan Miroğlu’nun acısını bizler unutamayız. Diyarbakır Cezaevi’nde yedi yıl işkence gören Abdürrahim Semavi’nin çilesini bizler unutamayız. Şivan Perver’in hasretini görmezden gelemeyiz. Ahmet Kaya’nın gurbette vefatını hatırımızdan çıkaramayız.”

Evet, AKP Genel Başkanı Erdoğan aynen böyle söyledi. Başbakanın unutamadığı iki isme bir bakalım. Önce Orhan Miroğlu’ndan başlayalım.

Miroğlu, cezaevinden çıktıktan sonra, kapatılan HADEP ve DEHAP’ta genel başkan yardımcılığı yapmış bir isim. Demokratik Toplum Partisi’nde de yine genel başkan yardımcılığı yapmış. Şu anda Taraf gazetesinde “Yüzleşme” adlı bir köşesi var. Bakınız bu köşede 09 Haziran 2010 tarihinde yazdığı  “Kürtler, vicdan ve şehadete dair birkaç söz” başlıklı yazıda ne diyor:  “Bayrak, millet, milliyetçilik gibi şeylerden korkarım! Din ve bayrak arasında kurulan kutsal ittifaktan korkarım!” Evet, başbakanın acısını unutamadığı insanlardan biri bu. Ülkücüler bunu unutamadığını ifade eden Erdoğan’ın bu söylemine iştirak edebilirler mi? Bu söylemdeki bir yöneticinin “Kürt Açılımı”nın nereye kadar varacağından emin olabilirler mi? Ülkücüler, bu söylemdeki bir insanın Mustafa Pehlivanoğlu ve genel olarak ülkücüler hakkındaki sözlerinin samimiyetine inanabilirler mi? Ülkücüler, referandumu bu söylemle savunan bir insanın ısrarla istediği evet oyunu verebilirler mi? 

Şimdi de başbakanın acısını unutamadığı diğer isme, Musa Anter’e bakalım. Erdoğan sözlerine  “Ape Musa” diye başlıyor. Ape, “amca” demektir ve Kürtçülerin sempatilerini göstermek için kullandıkları bir tabirdir. Demek ki Musa Anter’i çok seviyorlar. Merak ediyorum, başbakan konuşmasını yazıya dökse  “ape”  kelimesindeki e harfi üzerine Kürtçüler gibi bir şapka da konduracak mı? Peki, kim bu Musa Anter?

Daha çocukluğunda, Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanıma sövmekten 45 gün gözaltında tutulmuş. Öğrencilik yıllarında, yaz aylarında Suriye’ye gidiyor ve orada ne kadar kaçak Kürtçü varsa onlarla buluşuyor. Kâmuran Bedirhan, Osman Sabri gibi Kürtçülerle. “Kürdistan’ı Kurtarma Cemiyeti” ni kuruyorlar. Sarı güneşli, sözde Kürt bayrağı ve silah üzerine yemin ediyorlar. 1940’ların başında Musa Anter İstanbul’da. Önce felsefe, sonra hukuk okuyor. Dicle Talebe Yurdu’nda Remzi Bucak, Faik Bucak, Tarık Ziya Ekinci gibi Kürtçülerle gizli faaliyet yapıyorlar; Suriye’de çıkan Kürtçü dergileri kaçak olarak getirtip yurtta okuyorlar. Musa Anter’in bu yılları, David McDowall’ın  “Modern Kürt Tarihi”  adlı eserinde şöyle anlatılıyor: “Anter, seçilen en parlak gençlerden biri olarak İstanbul’a hukuk okumaya gönderildi ve burada Kürdistan’ın farklı bölgelerinden gelen elli civarında genç aydınla temas kurdu.”  (Bilal Şimşir, II, s. 430). Musa Anter 1960’tan sonra Türkiye İşçi Partisi’nden milletvekili adaylığına teşebbüs ediyor. 1970’lerde Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın önde gelen isimlerinden biri oluyor. Abdullah Öcalan’ın  “Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru”  kitabındaki ifadesiyle “Musa Anter Devrimci Doğu Kültür Ocaklarının ruhu gibiydi.”  (Bilal Şimşir, Kürtçülük II, s. 593). İsveç’te kaçak olarak yaşayan Abdülkadir Aygan’ın iddiasına göre 1992’de Musa Anter, Jitem tarafından öldürülmüştür. Aynı Abdülkadir Aygan’ın bir yıl kadar önceki faili meçhul iddialarına uyarak asit kuyularını açan polislerin köpek kemiklerinden başka bir şeye rastlamadıklarını da hatırlatalım. İsveç’teki bu kaçağın, Hürriyet gazetesi tarafından kendisiyle yapılan Anter’in öldürülmesiyle ilgili röportajda “altı ülkücü öldürdüm” dediğini de bir tarafa not edelim. 

Evet, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “acısını bizler unutamayız”  dediği kişilerden biri de bu. Hayatı boyunca, Türkiye’yi bölmek için çalışmış, Kürdistan’ı kurmak için örgütlenip silah üzerine yemin etmiş, Öcalan’ın “Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın ruhu” diye övdüğü Musa Anter. Şimdi söyleyin bakalım, ülkücüler, Erdoğan’ın bu söylemine rağmen evet diyebilirler mi?”>>

Tayyip Erdoğan, Kürtlerin önde gelen Kürtçülerin isimlerini sayarak “onlar için içimiz yanıyor” ifadelerini kullanmasını onun namına yadırgamıyorum.

Bunları duydukları, bildikleri halde Tayyip Erdoğan’ı destekleyen ülkücü milliyetçileri anlamakta zorlanıyorum.

Diyarbakır’ da Kürtçü öncüleri birer birer sayan Başbakan, Türkçülüğün büyük önderi Ziya Gökalp’i “es” geçmesi bile hala ülkücü sıfatını taşıyan arkadaşların vicdanı hiç sızlatmamış olacak ki AKP’yi desteklemeye devam ediyorlar.

Diyarbakırlı Süleyman Nazif’i, Cahit Sıtkı’yı, Ali Emiri Efendiyi görmezlikten gelmek Diyarbakır’a, Türk kültürüne ihanet değil mi?

 

18.09.2010- Dörtyol

 

Halk oylamasının “evet “ tarafı, % 58’le kazandı. “Hayır” cılar %42’de kaldı. Ama Türkiye kesin hatlarla üçe bölündü. Akdeniz kıyı şehirleri ile Adalar denizi yani Ege sahil kentleri oylarını büyük ölçüde “hayır” dan yana kullandı. Doğu ve Güneydoğu ilerinin ve ilçelerinin büyük çoğunluğu oylamaya katılmadılar. İstanbul, Ankara, Bursa gibi büyük yerleşim yerlerinde “evet”ler “hayır” ları geçti. Karadeniz bölgesi ile İç Anadolu bölgesi baştan sona “evet“ dedi.

Anayasa oylaması olmaktan çıktı, hükümete güven oylamasına dönüştürüldü. Tayyip Erdoğan ve partisi bu oylamadan kazançlı çıktı. Kılıçdaroğlu ve CHP’nin de oylarını %30-35 oranında yükselttiği basında ağırlıklı olarak işlenmektedir. Geriye kalan hayır oylarının da MHP’ye ait olduğu ifade edilmektedir.

Bu karşılaştırmalar sonucunda en zararlı tarafın MHP olduğu büyük bir kanaat olarak orta yerde durmaktadır.

MHP’nin güçlü olduğu Kastamonu, Çankırı gibi illerde oylamanın sonucunun evet olarak çıkmasını, Fethullah Hoca efendi cemaatinin evet için çalışmasına bağlandı. Bu görüşü MHP nin yetkilileri de kabul ettiler.

Devlet Bahçeli ve arkadaşlarının “AKP’nin gizli bir gündemi var” iddiası referandumun üzerinden henüz bir hafta geçmeden su yüzüne çıkmaya başladı.

Bu gün Sözcü’ de (18.09.2010) Necati Doğru: “Cerrahlar geldi, Türkiye, Türk Kürt ayırımı için bıçak altına yatacak”

 

You have no rights to post comments

An itibariyle ziyaretci sayısı:

97 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi