YÜCEL HACALOĞLU UÇMAĞA VARDI - Alâaddin KORKMAZ

YÜCEL HACALOĞLU UÇMAĞA VARDI

 

Alâaddin KORKMAZ

 

Hayatı,eşyayı,insanları ve çevreyi hep kendi ‘idrak’lerimize göre yorumlarız. Bir nevi bencillikle yani. Pek itiraf etmesek de..

Bir insan hakkında bildiklerimiz içimizin ‘ayna’sına aksedenlerden ibarettir. Herhangi bir konuda,şahsi kaabilyetlerimizle öznel davranabilme gücümüzü kullanabilirsek bir ‘kanaat’ oluşabilir. Lakin her halde,birisi hakkındaki tespitlerimiz biraz de öz’ümüzü yansıtır. Bunun anlamı şudur: Bize uygun olanlar ve yönler baskındır anlattığımız kişide tespit ettiklerimiz içinde.

Bu yüzdendir ki, birisini anlatmaya çalışırken,istemesek de, kendimizi anlatma arzusu ön plana çıkar.

Bir şeye üzülürken,sevinirken,acırken,ağlarken,övünürken.. hep payımıza nelerin düştüğü ile ilgileniriz.Yani ‘ölü’nün ardından söylediğimiz her şey biraz da kendimizi tartar; ‘ayna’ odur ki iyi yansıtsın.

Ben’deki ‘Yücel Hacaloğlu’nu dikkatinize getiriyorum.

*

1991 idi. Baku’da Şair Abbas Abdullah Hacaloğlu(Sonradan Azerbaycan’ın İstanbul Başkonsolosu oldu)’nu tanıdığımda ilk aklıma gelen Yücel Ağabeyoldu. Şair,Gürcistan’ın Borçalıbölgesi doğumlu idi. Dönüşte,Rize-Fındıklı/Çağlayan Köyüdoğumlu Yücel Ağabey’e: ‘Bakü’de akrabalarını buldum’ dedim. Gülüşerek bir miktar bu konuda konuştuk. ‘Hacaloğlu(=Hacı Ali oğlu)’,bir sülale adı. Bu kelime,tabii ki farklı coğrafi muhitlerde aynı dilin lehçe ve şivelerinde aynı şekilde teşekkül edebilir; yani aralarında bir bağlantı olmayabilir. Yalnız,Borçalı’daki ‘Hacaloğlu’ile Rize’deki ‘Hacaloğlu’nun aynı ‘Türkmen taifesi’olduğunu düşündürebilecek ‘delil’ler arasında iki önemli husus daha var. Birincisi,iki bölge birbirine çok yakın ve Borçalıtarafından buraya göçler malum. İkincisi insan tipolojisindeki benzerlik. Mesela benim de ana tarafım çok geniş bir taife olan ‘Hacelio/Hacelioğlu(Hacı Ali oğulları,Çeğel/Tirebolu,Giresun) taifesine dayanır. Bu büyük ailedeki erkek tipi ile Abbas Abdullah’ın tipi hemen hemen aynı idi. Bu küçük notu,sadece bir kayıt,bir işaret,bir varsayım olarak yazıya geçiriyorum ki,ilerde meraklı birisi çıkar bu ‘varsayım’ı bir araştırma konusu da yapabilir.

*

Ağabey’kelimesi de toplumbilimciler tarafından araştırılmaya değer bir kelimedir. Daha önce de not etmiştim: Milliyetçilerin 1950’lerden sonra geliştirdikleri bu hitap şekli,gizli bir ‘mensubiyet şuuru’ taşır. Yücel Ağabeyve bizim neslin ağabeylerine başlangıçta, ‘amca’demeye alışmış bizim neslin evlatları bile -büyüdükçe- ‘amca’dan ‘ağabey’e terfi etmişlerdir. Bu,ilişkileri ılıtan ve kişiye bir ‘aile aidiyeti’sağlamanın ötesinde bir sığınma duygusuyaşatan kelime değerlidir. Bu değer iki taraf için de geçerlidir. Meşhur ‘Bey olan ağabeyler’yazısından sonra hepimiz anladık ki,’ağabey’olmak yetmiyor,’ağabey kalmakda önem taşıyor.

İlişkilerde tabii ki yaşlı olana bir ‘statü’veren ağabeykelimesi, sorumlulukda veriyor. Sorumluluk, fikir ve ülkülerin yorumlanmasındaki ortaklıktan çok,ortak temel ahlaki ilke ve değerlerin yaşanılması ve uygulanmasındadır. Ben,bir defasında Yücel Ağabey’e, kendisine bir konuda yapılan teklif hakkında benim görüşümü yokladığında,’’Şimdi ağabeyimsin,yaparsan suç felan olmaz, ama benim için ‘bey’olursun.’’ demiştim. O ‘ağabey’ kalmayı tercih etti. Böyle bir ilkelilikveya ahlaki salabettabii ki bir insana duyulan saygıyı artırır.

Yücel Hacaloğlugerçekten inandıklarını yaşayan ve taviz vermeden uygulayabilen insanlardandı.

Âkif’in, ‘Sözüm odun gibi olsun,hakikat olsun tek’mısraındaki sert,katı ve tavizsiz ‘ahlâk’O’nda yaşanan bir değerler bütünü haline gelmişti. Özellikle,mevki-makam-para gücü ile kibirli davrananlar başta olmak üzere,ortalıkta dolaşan ‘şöhretli’kimselerin yüzüne karşı, pek kimsenin söyleyemeyeceği tespitleri söyler,sorular sorardı. Hatta bundan gizli bir zevk de duyardı. Yumuşak yaratılmış bir tabiatı olduğu ve üslubunu iyi ayarladığı için kimse ona kızdığını, gücendiğini belli edemezdi bile.

Bir örnek olması bakımından Türk Ocağıbinası önünde geçen bir konuşmayı özetleyeyim: Yaklaşık yirmi yıl önce,öğleye doğru Ocak’a gelen Hacaloğlu,Kültür eski Bakanı İsmail Kahraman’ı görünce şaşırır. ’İsmailsen ne arıyorsun burda,Türk Ocağı’nı sevmezsin..’ der. Anlattığına göre,’kulaklarına kadar kızaran’Kahraman, ’Bir düğün var da..’ cevabını verir. (YücelHacaloğlu,hem hemşehrisi olduğu,hem MTTByıllarından,hem de İstanbul’da,’Türkçü’ve ‘İslamcı’lar aynı muhitlerde bulundukları için İ.Kahraman’ı iyi tanımaktadır. Türk Ocağı-Galip Erdem salonudüğünler için kiralanan bir yer değildir. Bir ülküdaş,düğününü Türk Ocağı’nda yapmak istemiş ve bir istisna olarak salon kendisine tahsis edilmiş imiş.)

Bunun bir intikamımıdır bilinmez,çok değerli kütüphanesini ve eşsiz dergi koleksiyonlarını, sırf doğduğu topraklara bir vefa borcu olsun diye,1912’de, Rize ‘Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’ne bağışlamış olan Yücel Hacaloğlu’nun adı üniversitenin merkez kütüphanesine de verilmiş imiş, teyide muhtaç bilgilere göre,‘Bu tabelayı kaldırın’ ‘talimat’ı, şimdi TBMM Başkanı ünvanını taşıyan İ.Kahraman’dan gelmiş.

Kitapların yarıdan fazlasının yağmalanıp sokak satıcılarına verildiğine dair iddialar da var. Bu işi takip etmek Türk Ocağı’nın da bir görevi olmalı. Kitaplarımızı güvenip üniversitelere vermenin karşılığı bu mu olmalı? 

 

https://static.xx.fbcdn.net/images/emoji.php/v9/fdf/1/18/1f4f7.png

Rize RTÜ Üniversitesi Rektörü, kitaplarını Üniversiteye bağışlayan Yücel Hacaloğlu'na şükran plaketi veriyor.(2012)

 

Yücel Ağabey’in üniversiteden,’Kütüphanenize ismimi verirseniz..’felan gibi bir talebi olması mümkün değildir. Lakin,yeni kurulan bir üniversitenin mevcut kitap varlığının nerde ise yarısını bağışlayan bir ‘hemşehri’sinin adını bir yere vermiş bulunması ebedi bir taahhüt değil midir? Böyle şeyler ‘gelen ağam..’ mantığı ile zırt pırt ve keyfe göre değiştirilebilinir mi? Tek kelime ile: ’Ayıp.. edeb yâ hû!’

Yücel Ağabey,benzer bir kaygı ile,köyündeki aile evini başta bizim Kültür Bakanlığı olmak üzere,bağışlayacak bir yer arayıp durmuştur. Bizim Karadeniz şartlarında bir ‘konak’hüviyetindeki ev,gerçekten bir ‘tarihi ve mimari sit’tir. Bölgenin ana mimari karekterinin tipik bir örneğidir ve çok iyi korunmuştur,gerçekten güzel ve heyecan verici bir eserdir. O konağa bakarak Yücel Hacaloğlu’nun asaletinin kaynaklarına inebilirsiniz.

Yücel Ağabey,bu konağı sadece ‘korunmak ve bir kültür unsuru olarak kullanılmak’kaydıyla koruyabilecek bir kuruma vermek istemiş,kimse kendisine bir ‘taahhüt’te bulunamadığı için bir yere bağışlayamamıştır.

Bu ev de Türk Ocağı’nın ilgi alanında olmalıdır.

 

Yücel Hacaloğlu doğduğu ev(Rize-Fındıklı/Çağlayan Köyü)in önünde. (2012)

Hacaloğlu’nun büyük öfkeleri olmazdı veya kimse, öyle hepimizdeki sert ve bangır bangır kızgınlıkların onun yüz ve vücut dilinden pek anlayamazdı. Sinirleri alınmış gibi davranırdı.

 

Bir tebessüm adamıydı. Keyifli olduğu zamanlarda ve dost sohbetlerinde nükteleri bizleri de tebessüm ettirir, yüzündeki insanı ısıtan bir sıcaklık neşreden gülümseme, içtenliğini ve sevgisini yansıtırdı.

 

Gazeteciliğinden gelen seri not alma yeteneğivardı ve işiyle ilgili her şeyi hurda teferruatıyla not ederdi. Türk Ocağı Kurultay Raporlarıonun başka türlü kayıtlara geçmemiş notlarıyla geleceğe çok malzeme taşımaktadır.

 

Basit ve analitik sorularla bir isteğin veya teşebbüsün ‘arka plan’ını ortaya çıkarabilir ve ‘ilkeli duruş’unu koruyabilirdi. Bir gün,ilçenin birinden Türk Ocağışubesi kurma talebi ile gelen bir arkadaşı nasıl ‘sorguladığı’nı anlatmıştı. Gelen arkadaş,eski belediye başkanı olduğunu,tekrar seçilemeyince ilçe başkanı olmak istediğini,oraya seçilemediğini.. felan sorulara cevaplar halinde anlatınca,Yücel Ağabey: ’Şimdi bizim şubeyi kurarak oradaki arkadaşlara bir ders vermek istiyorsun galiba!’deyiveriyor.

Fikir dünyası ve siyaset ile tanışması,hepimiz gibi,çok erken yaşlardadır. İstanbul’da yüksek tahsile başladığında Atsız Bey’le de tanışır, gazeteciliğe de başlar. Gazetecilikte birden kendisini Yassıada duruşmalarının ortasında bulur. Atsız’ın etkisi ile ‘Türkeşçi’olur. Yurt dışı dönüşü Türkeş Bey’i karşılayanlar arasında yer alır.

 

Basında ustaları Gökhan Evliyaoğluve Hami Tezkan’dır. Günlük Son Havadisgazetesi ve haftalık Düşünen Adamdergisi, onun mesleği iyice öğrenip sindirdiği yayınlardır ve bunlar o devirde ‘sabık,düşük’kelimeleriyle adlandırılan Demokrat Partili kitlenin gayrı resmi sözcüleridir. Düşünen Adam’ın Yazı işleri müdürüolarak basın yönetimine geçer. Daha sonra Yeniİstanbul’un Yazı işlerini yönetir. Bu devrede,devrin bütün ilim,fikir ve siyaset insanlarından çok geniş bir tanıdık çevresi edinir. Başka gazetelerde de çalışır,1974 Kıbrıs Harekatı esnasında Rumlara esirdüşen grup arasındadır. 1975 yılından itibaren Ankara yılları başlar, fiili gazeteciliği de büyük ölçüde sona erer.

 

‘Atsız’a yoldaş’olabilmiş çok şanslı Türkçülerdendir. Fikir dünyasını Atsız’ın yanında şekillendirmiş ve son nefesine kadar Türkçülüğün ‘sırat-ı mustakim’inde yürümüştür. Belki Atsız’dan veya ‘muhit’ten öğrendiği başka bir şey de şiir ve edebiyat tutkusudur. Pek çok insanın bilmediği bir özelliğidir, önemli sayılan bazı şiir veya manzumeler yanında daha az şöhretli şairlerin eserlerini de ezbere bilmesi.

Devletteki ilk görevi Başbakan Yardımcısı A.Türkeş’in Basın Müşaviri(Başbakanlı Müşaviri) ünvanlıdır. Uzun sürmemiştir. Daha sonraları çok çeşitli kurumlarda çalışmış,en son ‘RTÜK Uzmanı’kadrosundan emekli olmuştur. Hiç belli etmemiştir ama, bu son devirde,özellikle MHP tarafından RTÜK üyeliğine aday gösterilmemiş olmaktan ciddi üzüntü duymuştur. Onun, siyasetin aktörlerinden birisi hakkında kullandığı ‘İlteber’sözü bende hatıra olarak yaşıyor. Fitne vasıtası olmasın diye bu kelimenin ne zaman,hangi bağlamda ve kimin için kullanıldığını anlatmayacağım. Bugünkü vaziyet o kelimenin yerli yerinde kullanıldığını doğruluyor.

 

Yücel Ağabey’in çok önemli bir vasfı da ‘isimler hafızası’nın çok üst seviyede gelişmiş olması idi. Kendisine bir isim sorulduğunda onun doğum yeri ve doğum tarihi başta olmak üzere, eski tabirle ‘mütemmim’malumat verirdi. Doğrusu bu merak veya bilgi saklama usulü nereden geliyordu pek bilmezdik. Ama yine gazetecilikten veya kısa bir süre çalıştığı başka bir işten geliyor olabilir.

Yücel Ağabeyile ‘Türk Ocağı yılları’diyebileceğimiz zaman diliminde daha yakın olduk. O’nu, benim için ‘ağabey olarak kalma’ iradesini gösterdiği 90’lı yılların ilk yarısından itibaren çok daha fazla sevdim. Benim bürokrasideki koşuşturmalarım sebebiyle uzun bir kesintiden sonra, yurt dışı dönüşümden itibaren de birlikte Ocakyönetiminde çalıştık. Sessizce işini yapar,bir ekip çalışmasında kendisine düşen görev ne ise onu başarırdı. Bu devrede Yücel Ağabey’in en önemli işlevi Türk Ocağı Merkezi’ni, mesaisindeki büyük ciddiyetle beklemiş olmasıdır. Yeni devre kuruluş devrinden itibaren benim arzu ettiğim ‘Türk Ocağı’nın bir ‘müessese’haline gelmesi idi. Bunun en önemli göstergesi de, Merkez’e gelen veya telefon eden herhangi bir kimsenin ‘yetkili’bir kişiyi bulabilmesi olacaktı. Genel Sekreterveya Genel Başkan Yardımcısıolarak YücelAğabey,uzun süre bir memur titizliği ile Ocak’taki ‘mesai’sini aksatmadan hizmet etti. Sabahları,genellikle epey uzakta ve fakat biraz daha yüksekteki bir semtte olan evinden çıkar,yürüyerek Türk Ocağı’na gelir; akşamları da ya birimizin aracıyla veya Türkan Abla tarafından alınarak eve dönerdi.

 

Hacaloğlu’nun odası,Ocak ziyaretçilerinin olduğu kadar,dostlarının da özellikle gelip sohbet ettikleri bir ‘mekan’dı aynı zamanda. Orada insanlar birbirleriyle tanışır,dostluklar pekiştirilir,tartışmalar veya fikir alışverişleri yapılırdı. Milliyetçilerin öteden beri sevdikleri ve hemen bütün şehirlerde çoğu zaman bir esnaf dükkanında ‘yaygın eğitim’merkezi gibi kullandıkları bir yerdi onun odası. ‘Ağabey sıcaklığı’ve hoşgörüsü orayı gerçekten bir ‘Ocak’haline getiriyordu.

 

Bana göre,Yücel Ağabey’in o işlevini çoğu kimse iyi anlayamamıştı. Moda tabiriyle ‘gençleştirme’her yerde olduğu gibi burada da devreye girdi. Keşke O, Emr-i Hak vâki olana kadar,kendisine yakışan,Ocakiçin de verimli olan o işlevi sürdürebilseydi. Son zamanlarında,kendisiyle benden daha çok temasta olan Turan Can’ın ifadesiyle bu konuda ‘üzgün’gitmiştir. Bunu, Türk Ocağımektebinin gelecek nesillerinin hangi dikkatler içerisinde olmaları gerektiğini tespit etmek için not ediyorum.

Rûhu şâd olsun.

 

You have no rights to post comments

Köşe Yazarları


Annemin Ardından...
Cuma, 25 Ağustos 2023
...
TÜRK BAYRAMI: NEVRUZ
Salı, 29 Mart 2022
...

An itibariyle ziyaretci sayısı:

28 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi